Altın Çağın Cevheri "Hadis"

Ahiret hayatına hazırlık ve başarıda hadisin rolü ve önemi nedir? Peygamber Efendimiz (s.a.v.) veda hutbesinde ümmete neleri emanet bıraktığını söylüyor? Hadisin hayatımızdaki yeri ve önemi...

İnsanoğlu, çoğu zaman imtihanda olduğunu unutuyor. Sanki dünya hiç son bulmayacak gibi uzun uzun plânları, kocaman hayalleri ona ebediyeti unutturuyor. Oysa İslâm’ın en güzel hayat tarzı ve yaşama plânı olduğunu idrakle birlikte, bütün karmaşa yavaş yavaş  düzene girmeye başlıyor.

Çocuğunun en iyi okulları kazanmasını arzu eden anne-baba, “Ders kitapları yeter, okul eğitimi kâfî!” demeksizin özel dersler, özel öğretmenlerle destekler çocuğunu... Çünkü hedefi, başarıdır.

YA SONSUZLUK HAZIRLIĞI?

Durum dünyalık hedefler için bile bu kadar ehemmiyetli ise, ya sonsuzluk hazırlığı?

Çocuğuna, “Oku kitabını, anla, kendi kendine başarırsın!” demeyen insan, “Îman ettim.” dediği hâlde “Kur’ân yeter!” diyerek onların hayata tatbiki demek olan Sünnet ve hadisleri reddedebilmektedir. Bir ders kitabını anlamak için dahî özel bir öğretmene, kaynak kitaplara ve başka materyallere ihtiyacı varken, dünya hayatı ile sonsuz hayat dengesini sağlayacak bir dînin öğrenilip yaşanması için Allâh’ın gönderdiği örnek bir Peygamber’in ve O’nun öğretmenliğinin görmezden gelinmesi, akıl ve mantık dışıdır.

Hadîs-i şerîfler, ilâhî kelâmın anlaşılması için âdeta “dekoder: şifre çözücü” vazifesi görür. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- anlatarak ve yaşayarak bizzat rol model olmuştur.

İnanmayan, din algısı olmayan birinin peygamberleri reddetmesi, Peygamber Efendimiz’in söz ve uygulamalarına (Sünnet’e) karşı olması, yadırganamaz. Ancak “Îman ettim!” diyen biri için, bu ne yaman bir çelişkidir?

SİZE KURAN VE SÜNNETİ EMANET EDİYORUM

Vedâ Hutbesi’nde; “Size Kur’ân ve Sünnet’i emânet ediyorum.”[1] buyurmamış mıydı Peygamber Efendimiz? İslâm tarihi ve siyer kitaplarında okumadık mı bunu?

Hadis külliyâtında, hayatımızın her alanına dâir, “Müslümanca ibadet ve muâmelât nasıl olmalı?” sorusunun cevapları, ayrıntılı olarak mevcuttur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in önderliğinde bir din, bizi sonsuz güzelliğe yürütecektir.

Kulaktan kulağa yayılan dedikodular için “Kaynağı nedir?” diye bir araştırma yapma ihtiyacı hissetmeden yargısız infaz yapabilen, bu dedikodularla baştan sona hayatını değiştirebilen bir insan, ilginçtir ki, dünya ve âhiretine ışık tutacak, ama “işine gelmeyen” bazı hadisler konusunda “Sahih mi?” sorusunu sorabilmektedir!

Elbette mü’min sorgulamalı, önüne her sunulanı hemen kabul etmemelidir. Bununla birlikte, Kur’ân ve Sünnet’le çelişmeyen hadisleri kabul etmek hususunda, nefsimizin ayağımıza çelme takmasına da müsaade etmemeliyiz.

Hadislerin ne kadar hassas kriterlerle seçildiğini, bugüne kadar nasıl titizlikle korunarak geldiğini bilmeyenler, belki hadislerin geneli hakkında “uydurulmuş” tabirini kullanabilirler. Ancak gerek ashâb-ı kirâm ve gerekse sonraki nesillerin, “Hadis, dindir. Dîni kimden öğrendiğinize dikkat edin!” anlayışıyla hadîs-i şerîflere yaklaştığını, metinleri inceledikleri gibi, hadisleri nakleden kişileri de birçok kritere göre uzun uzun tahlil ettiklerini ve bu sayede dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir ilim ortaya konduğunu bilen kimseler, böyle âmiyâne bir ifade kullanamazlar.

Peygamber Efendimiz ve O’nun dîni anlatmak için söylediği sözler, bizim için ne kadar önemli ve hayatî ise, ashâb-ı kirâm ve sonraki nesiller için de aynı derecede ehemmiyetli idiler. Onlar, bu hassasiyeti bizden daha çok ve derinden hissettiler. Gözleri gibi sakındıkları Peygamber Efendimiz’e ve O’nun emanetlerine dört elle sarıldılar. Nâdanların ve art niyetli kimselerin hadis ve Sünnet-i Seniyye’ye müdâhale etmesine, zarar vermesine göz yummadılar, fırsat vermediler. On binlerce rivayet arasında en sahih hadîs-i şerîflerden en zayıf ve hattâ uydurma (mevzû) rivayetlere kadar her biri ile ilgili yüzlerce cilt eser kaleme aldılar.

Hadislerin sıhhati için bizzat ilk duyan kimseden öğrenmek maksadıyla daha Peygamber Efendimiz zamanından itibaren birçok ilim yolculukları (rıhle) yapılmıştır. Hadisleri nakleden kimseleri (râvî) yakından tanımışlar, dînî hayatlarını, ahlâk ve ibadet alışkanlıklarını, aklî melekelerini, insanlarla olan münasebetlerini kaydetmişler, gittikleri yerler, görüştükleri ve ders aldıkları hocalar gibi her biri ile ilgili bugünkü ifadeyle “ansiklopedik bilgiler” hazırlamışlardır.

Onların bu insanüstü gayretini görmeden, önemsemeden, koltuğuna kurularak, kibir içinde ve İslâm uğrunda en küçük bir bedel ödemeksizin boşboğazlık ederek:

“-Kur’ân bize yeter!” diyen kimseler, aslında kendi hayatlarını heder ettikleri gibi, onların sözüne itibar eden kimseleri de büyük bir boşluk ve helâke sürüklemektedirler.

Bu insanlar, Kur’ân’ın söylediğine bile îtibar etmemektedirler. Çünkü gerçekten ve samimi olarak Kur’ân okusalar, onun emirlerine tâbî olsalar, Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sini baş tâcı ederler. Zira bunu öncelikle ve dâimâ Kur’ân emretmektedir.

“-Ben Sünnet’i reddetmiyorum, hadisleri reddediyorum!” diyen kişi de beyhûde konuşmaktadır. Zira Sünnet, hadisler yoluyla bize ulaşmıştır. Ben halatın varlığını kabul ediyorum, ama onu oluşturan lifleri saymıyorum diyen insan, aslında o halatı da reddetmiş demektir.

Sünnet’i, sadece bir gelenek olarak kabul etmek de mahzurludur. Çünkü bugün Sünnet-i Seniyye, özde bir olsa da İslâm Âlemi’nin farklı yerlerinde farklı uygulama modelleri ile günümüze ulaşmıştır. Zaman, mekân ve insan faktörü devreye girmiştir. Hangisinin Peygamber Efendimiz’e âit olduğunu tespit için de yine hadîs-i şerîfleri ölçü ve mihenk kabul etmemiz gerekir.

Düşününüz ki; Allâh’a îman ediyorsunuz. Ama hadis/Sünnet, dolayısıyla Peygamber algısı yok. Rabbimin varlığını kabul ediyorsam, dünyaya gönderdiği kulundan ne beklediğini nasıl öğreneceğim? Sadece “İnandım!” demek yeter mi yani?

“Kur’ân okuyorum, yeter!” deniyorsa, bu da mantığa sığmaz. Zira Kur’ân’ın vahyi, Cebrâil -aleyhisselâm- aracılığı ile Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ulaşmıştır.

Din, bir kurallar bütünüdür. Baştan sona her biri hayatımızda yerini buldukça îmânımız güç kazanır.

“Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” (el-Kevser, 2)

“Ey îman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerin yanındadır.” (el-Bakara, 153) gibi âyetleri nasıl anlamalıyız?

Kurban nedir? Zekât nasıl verilir? Namaz nasıl kılınır? Bunları uygulama ve anlatımları ile, bu dînin peygamberi olarak seçilen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den öğreniyoruz.

Ahkâmsız bir din olmaz ve yaratılışımızın gayesi kulluktur. Gayesi kulluk olan bir dünya hayatında bir eğitmene ve onun öğrettiklerine ihtiyaç duymadan insan-ı kâmil olacağına inanmak, akıl dışıdır.

Mü’minin hayatındaki ilk ve tek rol modeli, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Dolayısıyla onun ibadet ve muâmelâtta attığı her adımda nasıl bir yol izlediğini öğrenmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyacı da hadisler karşılamaktadır.

Sahâbe, Efendimiz’in her hâlini inceden inceye takip etmiş, vahyolunan âyeti ezberlemekle kalmamış, hayatına nakşetmiş, sonra bir diğer âyete geçmiştir. Anlattığı şeyleri not almış, hayat rehberi edinmiştir. Âyet ve hadislerin karışmaması için de Efendimiz’in vazifelendirdiği sahâbîler kayıt tutmuştur. Abdullah bin Amr bin Âs gibi okuma-yazma bilen genç ve dikkatli sahâbîlerle,[2] hâfızasının zayıflığından şikâyet edenlere[3] hadîsleri yazma konusunda izin vermiştir.

İhtimalleri dahî ilmî araştırma sayabilen yüreğinize sorun bakalım: Efendimiz’in “Ashâbım yıldızlar gibidir!”[4] buyurduğu kıymetlileri aracılığıyla asırlar aşarak günümüze ışık tutan kelâmları için ne diyor? “Başım, gözüm, gönlüm üstüne ey Sevgili!” diyen yüreklere selâm olsun.

Gönlümüzü ve hayatımızı Rasûlullâh’ın hadis ve sünnetleri ile güzelleştireceğimizi bildiren Rabbimiz; “Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için en güzel örnektir.” (el-Ahzâb, 21)  buyurmuştur.

“Bize Kur’ân yeter!” diyenlerin, âyetleri idrâk edip, Sünnet’e tutunacak bir teslîmiyete kavuşabilmesi duâsı ile...

Dipnotlar:

[1] İmâm Mâlik, Muvattâ, Kader, 3.

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 403; İbn-i Kuteybe, s: 365-366.

[3] Tirmizî, İlim, 12; Hatîb, Takyidü’l-İlm, sh. 65-68.

[4] Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî, Kâhire, ts. X, 226, no: 3807; İbn Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm, II, 91.

Kaynak: Ayşenur SEVER, Şebnem Dergisi, 2021- Ekim, Sayı: 200

İslam ve İhsan

HADİS VE SÜNNET NEDİR?

Hadis ve Sünnet Nedir?

HADİS VE SÜNNETİN DİNİMİZDEKİ ÖNEMİ

Hadis ve Sünnetin Dinimizdeki Önemi

İSLAM'DA SÜNNETİN ÖNEMİ VE FAZİLETİ

İslam'da Sünnetin Önemi ve Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.