Sami Efendi İle Tanışınca Hayatı Değişti

Sami Efendi aşısı almış bir mühtedi; Zahid Barsamoğlu... Cildi zikirden yumuşamış. 93 yaşında ama yüzünde bir tane kırışıklık yok. Mütebessim bir çehre, ışıl ışıl aydınlık bir sima. Ahmet Topbaş ve Selman Tan’ın Zahid Barsamoğlu ile yaptığı röportaj, Altınoluk Dergisi’nin Şubat sayısında yayınladı. İşte o feyz dolu sohbet. 

Zahid Barsamoğlu... Hafızası, dimağı saat gibi işliyor. Konuşması, edası, tavrı ile bir İstanbul beyefendisi. Yılların yaşanmışlıkları, çileleriyle olgunlaşmış, mütevekkil bir hal var üzerinde. Fakat asıl “huzur” hali, yani itmi’nanı görüyorsunuz. Onunla sohbet insana ferahlık veriyor.

Zahid Barsamoğlu’nun hayatı duygulu bir hidayet öyküsü. Hakk’a öyle sağlam bir dönüş yaşamış ki Müslüman olduğu andan beri 60 yıllık hidayet hayatında tek bir vakit namaz borcu olmadığını ifade ediyor.

Mahmud Sami Ramazanoğlu hazretlerinin müridi. Sami Efendi’nin vefatının 31. Sene-i devriyesinde onu rahmetle andık, Zahid Efendi’den hatıralar dinledik. Kendi bakışıyla bir Sami Efendi resmi ortaya koydu. Orada asıl Sami Efendi’nin her gönlü nasıl ayrı ayrı dokuduğunu, emek verdiğini de görmüş oluyorsunuz.

Hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: “Hak yolunda saçlarını, sakallarını ağartanların Allah müracaatlarını reddetmez, günahlarını siler, onlara zulmetmeye hayâ eder.”

Bizim zannımıza göre Zahid Barsamoğlu öyle bir Allah eri. Onun için hasbihalimizin sonunda Zahid Efendinin yaptığı duaya gönülden amin diyelim. Elbette o duanın içinde şahsi hayatımız için dikkat edilecek epey mesaj var.

Ahmet Topbaş: Efendim sizin isminizi öteden beri duyardık. Rahmetli Oğuz Aydınol Ağabey de bahsetmişti. Ziyaret nasibi bugüneymiş.

Zahid Barsamoğlu: O da rahmetli oldu. Oğuz Aydınol Efendi gelir bizlere ders verirdi. Ondan önce Abdülvasi Efendi bizlerle ilgilenirdi.

Selman Tan: Efendim ismi âlinizi lütfeder misiniz?

Barsamoğlu: Zahid Allah’dan çok korkan, takva üzere yaşayan demek. Sonradan aldığım isim. Barsamoğlu ise eski yaşantının, kavmin, anne babanın soyadı.

Daha önce matbuattan gelenler olmuştu hiçbirini kabul etmedim. Cenab-ı Hak ne murad etmiş ise o olur. Takdirde ne kayıt varsa o zuhur edecektir. Muhakkak niyetlerimiz halis olur inşallah takdir Cenab-ı Allah’dan.

Hikaye çok uzundur, bu zamana gelinceye kadar çok safhalar atlattık. Sizlere hulasa olarak anlatayım.

HIRİSTİYAN BİR AİLENİN ÇOCUĞUYUM

[caption id="attachment_26099" align="aligncenter" width="639"]zahidefendi2 Zahid Barsamoğlu[/caption]

Malumu aliniz Hıristiyan bir ailenin çocuğuyum. Memleketimiz Yozgat. 1914 hadiselerinden önce İngilizler, Avrupalılar Ermenilere “Ey millet siz Osmanlı’ya o kadar hizmet ediyorsunuz bir karış toprağınız bile yok” diyerek kışkırtmışlar, nifak sokmuşlar.

Silah vermişler, çete harbi başlatmışlar. Fakat bazı beldeler böyle bir suça bulaşmasalar da aynı muameleye maruz kalmışlar. Babam annem masumlarmış. Sağ kalan Ermenileri Rus treni ile Tiflis’e kaçırmışlar, Gürcistan’ın payitahtına. Nihayet Türkiye’den af çıkınca babamlar köye geri dönüyorlar fakat bağ, bahçe, ev, bostan hiçbir şey kalmamış.

Topbaş: Gasbedilmiş mi?

Barsamoğlu: Evet öyle olmuş. Başka bir hadise olmadan biz yurdumuzdan ayrılalım demişler. Köyden köye geçerek babam yabani at bakıcılığı yani yılhicilik yapmış. 4 zeytin bir somun ekmek verirlermiş günlüğüne. Oradan oraya geçerek İstanbul’a gelmişler.

BABAM YILLARCA 60 KURUŞA TAŞ TAŞIMIŞ

İstanbul’da o zamanki dindaşlarımız ve kilise tarafından metruk evlere yerleştirilmişiz. Bir yorganımız varmış getirdiğimiz ve yorganın bir kenarına dikilmiş birkaç altın para. Köyden çıkarken ancak onu alabilmişler. Bir de bakır tenceremiz vardı ben onu yıllarca hatıra olarak sakladım. 3 kardeşiz hepimiz, burada doğmayız. Babam yıllarca inşaatlarda taş taşımış yevmiyesi 60 kuruşa.

HEPSİNDE AYRI HİKMETLER VAR

1 litre süt de 60 kuruş. Bizi böyle büyütmüşler. Cenab-ı Hak besliyor onların vasıtasıyla tabi. O, hikmeti, varlığı yokluğu bana gösterecek ki benim gönlümü öldürsün. Dünya sevgisini silsin süpürsün. Hak ve hakikatte hissi yakîne erdirsin. Hepsinde ayrı hikmetler var. Her şey, zuhur ettiği zaman anlaşılmaz. Vakti saati geldiği zaman o zuhur ne maksatla olmuş o zaman anlaşılır.

Bazı dualarımızı Cenab-ı Hak kabul etmiyor zannederiz ya tehir eder ya da münasip görmediği için kabul etmez. Bizim yapacağımız sabırlı olmak, hayır dua etmek ve yolunda sabit durmaktır. Teslimiyet lazımdır.

OSMANLI SARAYLARININ İÇİNDEKİ BEZ ÇADIRDA DOĞMUŞUM

Ben Beşiktaş’ta yurt dışına gönderildikten sonra yıkılan Osmanlı padişahlarının saraylarının içindeki metruk binada altı toprak bez çadırda doğmuşum. 1922 yılında, Cenab-ı Hak öldürmüyor. Vahdettin Efendi’nin son günlerinde 2 yaşındaymışım. İlkokulu Beşiktaş’ta okudum sonra okutamadılar çalışmaya başladım. Sanatkâr oldum. Fantezi kundura ustası oldum. Yanımda 4-5 işçi çalışırdı. Kız kardeşim bonistra idi, yani kadın terzisi.

O zamanın ustaları hep ekalliyettendi, ecnebiydi. Müslümanlarda ince sanat hemen hemen yok gibiydi. Kaba çeşit vardı. Türkler İtalyanlardan, Rumlardan, Ermenilerden öğrendiler, sanatımız kıymetliydi, çabuk kalkındık. Ailemize katkıda bulunduk.

"ÜÇ İLAH İNANCI MANTIKSIZ GELİRDİ"

S. Tan: Müslümanlığı seçmeniz nasıl oldu efendim?

Barsamoğlu: Babamın bir sepeti vardı. Onun içinde Hıristiyan din kitapları vardı. Eski Ermenice lisanıyla yazılmış İncil, Tevrat, Zebur, Kur’ânı defalarca tetkik ettim. Üç ilah inancı mantıksız gelirdi. O sepette bir de İsmail Hakkı Bursevî hazretlerinin Kur’ân-ı Azimuşşân’ın tefsiri olan Ruhul Beyân Tefsiri vardı. Vaktâki onu okumaya başladım, yandım, tutuştum. Ölürsem yaşantım İslam üzere değil, cehennemlik olacağım diye korktum.

S. Tan: Kaç yaşındaydınız?

Barsamoğlu: 33 yaşındaydım. Kor döküldü kalbime, göynüme. İçimi ateş aldı.

Topbaş: Hidayet.

Barsamoğlu: Hidayeti öyle verdi Cenab-ı Hak.

KİLİSEDE İLAHİ OKUYAN KORODAYDIM

S. Tan: Önceden kiliseye sık gider miydiniz?

Barsamoğlu: Kilisede orgun yanında ilahi okuyan korodaydım. Hatta bazen münferit vazife verirlerdi. Rulo halindeki metni cemaate tek başına okurdum. Hidayet nasip olduktan sonra dinimi senelerce gizli yaşadım. Hep evden dışarı kaçtım namazımı, niyazımı belli etmemek için.

S. Tan: Kelimeyi şehadeti kendiniz mi getirdiniz?

Barsamoğlu: Bir deri tüccarı vardı, kendime yakın hissettiğim. Ona açtım mevzuyu, beni o sıralarda Zeyrek Camii’ne, yeni gelmiş olan Mehmet Zahid Kotku Hazretlerine götürdüler. Müftülükten önce ilk şahidim onlar oldu.

O zamanlar bugün olduğu gibi Hıristiyan, Türk birbirine kaynaşmış değil. Taassubî bir zihniyet hâkimdi. Kim ki kendi dininden irtidat ederse kilise protesto eder, cemaatin sana düşman olurdu.

Sonraları duyulunca kilise papazları dükkanıma gelirler beni eski dinime iade etmek için çalışırlardı. Ben de hakikati bildiğim kadarıyla anlatırdım. Derdim ki “Siz dini İslam’ı hor görmeyin. Ancak tatbik edenlerin haline bakıp aldanmayın. Suyu membaından için. Hazreti Kur’an’dan, Sünneti Seniyye’den ve güzel örneklerden öğrenin.” İnat ederlerdi.

S. Tan: Ailenizde, cemaatiniz içinde yalnız kalıyorsunuz. Karar süreci sizin için zor oldu mu efendim?

Barsamoğlu: Tatlı-acı bir dönemdi. Acı; geçmişin yaşantılarını nasıl ödeyeceğiz. Tatlı; dünyaya getiren Rabbim elhamdülillah İslam ile müşerref eyledi. Dalâletten kurtardı, necâta kavuşturdu. Etrafım düşman doluydu, ama ölüm bana çok tatlı gelir, hiç gözüme görünmezdi. Evden uzaklaşır, büyük camilere giderdim ki beni kimse tanımasın. İlk günler bilmediğim için camiye kolu kısa gömlekle giderdim.

S. Tan: Efendim sizin durumunuz da Yaman Dede gibi olmuş. Yaman Dede diyor ki: “İstanbul’un en ücra camilerini ben bilirim. Bir garip olarak oralarda namaz kılardım. Evde hanımımdan, kızımdan gizlice oruçlar tutardım.

Barsamoğlu: Yaman Dede de aynı benim gibi yanmış. Benim de anam, babam abim sonradan işitiyorlar. Babama “Senin oğlun camiye gidiyor” diyorlar. Kıyamat koptu, babam evladlıktan tardetti. Annem daha yumuşak gönüllüydü. Neticede annemi de birgün Mehmet Zahid Kotku Hazretleri’ne götürdüm.

TANIDIKLARDAN DOLAYI YAKININDAKİ CAMİLERE GİDEMİYORDU

İslam ile şereflendi. Ölümünde nur gibi bir çehre ile vefat etti. Benim dükkanım Çarşıkapı’daydı. 60 yıldır aynı şekilde devam ediyor. Şimdi çocuklar idare ediyorlar. Bir öğle namazı için dükkandan çıktım. Camiye gireceğim sırada bir müşteri gördüm bir başka camiye yöneldim. Ezanı Muhammedî yakın. O camiye yaklaşınca başka bir tanıdık çıkıyor karşıma.

Nihayet camileri değiştire değiştire Cağaloğlu’na kadar gittim ama kan ter içinde kaldım. Camaate yetişemeyeceğim diye korkuyorum. Cağaloğlu’ndaki camide son rekata yetiştim elhamdülillah. Cenab-ı Allah böyle bir şevk, aşk veriyor, ölüm tatlı geliyor insana. Geceleri odama çekilir sabahlara kadar ağlar, sızlar, Rabbime yalvarır, ibadet ederdim.

Cenab-ı Hak bana teselli vermek için güzel güzel rüyalar gösterirdi. Bizim muhitimiz ermenilerin muhitidir. Şimdi muhacirler geldi, Anadolu’dan gelenlerle karma oldu. O zaman sadece ermeniler otururdu. Bir keresinde rüyamda yüzü koyun havada uçuyorum “Ey cemaat biliniz ki Dîni İslâm Hak dindir, delâletten kurtulun” diye mahallenin üstüne nida ediyorum. Tek başına kaldığım için acaba yanılıyor muyum diye düşünceler olur Cenâb-ı Hak bana teyidi ilahi de bulunurdu.

Topbaş: Sizin gibi başka Müslüman olan var mıydı?

Barsamoğlu: O devirde yoktu. Olamaz gibiydi çünkü ırkdaşları onu düşman görür, alışveriş yapmazlar, selam vermezlerdi. Öldürmeye çalışırlardı. Nitekim öyle haller de yaşadık. Yolumu kestiler, dövmek istediler. Ben tek başımayım ama Rabbim cesaret verirdi. Kalabalıklardı ama Cenab-ı Hak onlara korku verdi, tek başına olduğum halde kaçtılar.

1962 yılına kadar böyle yaşadım. Annem vefat ettikten sonra zaten babam ve abimle irtibatım kalmamış. Kız kardeşime de hidayet nasip oldu. Bir gün dükkanıma “Seyahat dolayısıyla kapalıdır” yazıp Hacca gittim.

49 yaşına kadar muhitimden gizli yaşantımdan dolayı evlenemedim. Hastalığında anneme hizmet ettim. Onun vefatından sonra evlililk nasip oldu. Bayezid Camii İmamı merhum Abdurrahman Gürses Hocaefendi evime gelerek nikahımı kıydı. Cenab-ı Hak 4 erkek 2 kız evlad verdi. 4 tanesini hafız yapmak nasip oldu. Diğer birisi yarım hafız diğeri de İmam Hatip Lisesi mezunu oldu. Oğlum Mustafa Kocamustafapaşa’da imam şimdi.

SAMİ EFENDİ İLE TANIŞMA HİKAYESİ

mahmud_sami_ramazanoglu_4945Topbaş: Sami Efendi ile tanışmanız nasıl oldu efendim.

Barsamoğlu: Beyazıd Camii’nin sağ köşesinde loş bir bölüm vardır. Orada ibadet ederdim. Orada gönlüme hoş gelen birisiyle ünsiyetim oldu. Havlucu Abdullah Nepan Efendi. Kendisine açıldım. “Ben mürşit arıyorum, beni bazı sahte şeyhlerle tanıştırdılar. Hak üzere değillermiş. Öyle görünüp cemaatten menfaat elde ediyorlarmış” dedim. Bana “Benim bir mürşidim var seni ona götüreyim” dedi.

Tahtakale’de bir nalburiye dükkanına gittik. Sami Efendi -rahmetullahi aleyh- orada o ticarethanenin defterlerini tutarlarmış. Dükkanın içinde seyyar merdivenle çıkılan küçücük bir bölüm vardı. Tavanına başın değerdi. Orada vaziyetimi öğrendi bana karşı sevgi beslemiş olacak ki dersimi tarif etti.

O'NUN  HUZURUNDA SÖZE GEREK KALMIYOR

Aşkımı, muhabbetimi hissetti. Onların kalplerine malum olur. Biz mahcup ve mahrum bir şekilde karşısındayız. Onun ruhani hali sizin gönlünüze bir inşirah veriyor. Elhamdülillah İstanbul terbiyesi almış biriyiz ama zaten onun huzurunda söze gerek kalmıyor. Soru sormadan teslimiyet hali oluyor.

AKRABALARIM YOLUMU KESTİ

Bir Cumartesi yine kendilerini ziyaret etmiştim. Bana “Hacı Zahid Efendi yarın Erenköy’e eve gel” diye münferiden davet etti. O akşam akrabalarımdan biri yolumu kesti “Sen nasıl bize ihanet edersin?” deyip beni dövmeye kalktı. Onu altıma aldım bir taraftan da “Ben hakikatı buldum size ne zararım var” diyorum.

KAN REVAN İÇİNDE EVE DÖNDÜM

O sırada alt taraftan ellerini yüzüme geçirdi, tırnaklarıyla yüzüm perde perde oldu, kan revan içinde evime döndüm. Sabah da “Sami Efendi’ye gideceğim bu hal ile nasıl giderim” diye düşünüyorum. Yüzümü temizliyorum ama kanlar yine akıyor. Nihayet ertesi günü öğle namazına Zihnipaşa Camii’ne gittim. Oradaki ihvana kendimi göstermemeye çalıştım. Devlethanelerine gittim. Ömer Kirazoğlu ağabey beni içeri aldı.

Sami Efendimiz geldi minberine oturdu, ben de önüne diz çöktüm. Bana hiçbir şey sormadan “Hacı Zahid Efendi Dîn-i İslâm ile müşerref olanın başından birçok hadiseler geçer, sebat imtihanı olunur, sabırlı ol, Cenab-ı Allah mükafatını verecek inşaallah” dedi ve bana kendi başından geçen bazı hadiseleri anlattı.

O dönem kendilerine yapılan eziyetleri anlatmam pek münasip olmaz. Beni teselli ettiler. Ayrıca müjde kabilinden “İnşaallah birlikte haclarımız olacak” buyurdular.

SAMİ EFENDİ İLE BİRLİKTE 4 DEFA HAC YAPTIK

Kendisiyle birlikte 4 defa Hac yaptık. Yememiz, içmemiz, ibadetimiz, yolculuğumuz hep beraber olurdu. Kabe-i Muazzama’da tam Altınoluk’un karşısına otururduk. Sırtımız Türkiye’ye dönük olurdu. Her namazdan önce muhakkak abdest tazelerlerdi. Kış yaz ayaklarında mes olurdu.

Başında daima ponponlu beyaz takke olurdu. Namaza duracaklarında takkenin üzerine ufak, ince bir sarık sararlardı. Şalvar giymezlerdi ama pantolonları hafif şalvarımsıydı. Vaziyetleri tamamen ahkama uygundu.

Erenköy’de akşam sohbetleri olduğu zaman ben orada ihvanda kalırdım. Sabah, Haydarpaşa’dan Karaköy’e birlikte geçerdik. Sükûkî idiler. Şemaili şerifte anlatıldığı gibi önüne bakarak süratle, sanki yokuşaşağı yürür gibi yürürlerdi. Biz yetişmekte zorlanırdık.

Peygamber Efendimiz’in “Falanca kimseye ne oluyor ki şöyle yapıyorlar” dediği gibi Sami Efendimiz de ortaya konuşurlardı. Bakışları aynı edâ ile herkesin yüzüneydi. Hatalıya yüzünü ekşiterek bakmaz, sevdiğine de sevdiğini ispat edecek şekilde bakmazdı ki etrafta kıskançlık olmasın.

SELMAN-I FARİSİ HAZRETLERİNİ HATIRLATIRDI

Fakiri taltif etmek için Selman-ı Farisi Hazretleri’ni hatırlatırlardı. O, Acem diyarından Medine’ye ateşperestliği, Hıristiyanlığı terkedip gelmiş bir garip idi. Ben de Türkiye’de bir garip idim. Bunu da çoğunlukla cemaate ortaya konuşarak yaparlar ben de bir kenarda ağlardım. Selman-ı Farisi de dövüldü, kovuldu, evladlıktan tardedildi. O Medine’de selamete erişti fakir de İstanbul’da.

Bir defasında Mina’da sıcaktan kuvveti kesilmiş olarak çadırda uzanmış istirahat ediyordu. Hasırdan yapılmış saplı bir yelpaze ile onu serinletmeye çalışıyordum. Gözlerini açtılar “Zahid Efendi yoruldunuz mu?” buyurdular. O kadar ince, zarif insandı. Yanından ayrılmaz, yanında yatardım. Gönlüm ona aşıktı.

Madem soruyorsunuz size bir tebşiratımı anlatayım. Cenab-ı Hakk’ın bu lutfunu hatırlatıkça ağlayasım geliyor. İlk haccımda Mekke-i Mükerreme’de iki yaşlı, aciz hanımın alışveriş filan yapamadıkları için ihtiyaçlarını gördüm, hizmet ettim. Medine’ye geçerken hastalandım, medreseye götürdüler.

BENİ TEMİZLEMEDEN HUZURA KABUL ETMEDİLER

Beni güneş çarpmış, kendimden geçmişim, sadece sayıkladığımı hatırlıyorum. Başımı vücudumu buzlarla yıkıyorlar. Dalgın yatıyorum. Başıma gelenler “Bu halde kurtulamaz” diyorlar. İşitiyorum ama konuşamıyorum. O sırada birisinin elinde bir satırla benim kalbimi kesmeye başladığını görüyorum.

Parça parça yapıp içinden pislikleri alıp atıyor. Kendime gelir gibi oluyorum “Şükür sağım” diyorum ama ameliye devam ediyor. Sonradan anladım ki gençliğimizdeki suçları, günahları Cenab-ı Hak, temizlemeden Sevgili Peygamber Efendimiz’in huzuruna kabul etmedi. Bir hafta hastalığım sürdü sonra boy abdesti aldım. Cuma namazında Rasûli Peygamber Efendimiz beni kabul etti.

Batıl inancımıza göre yaşadık, İstanbul hayatı yaşadık beni temizlemeden huzura kabul etmediler. O manevi hal, o zevk anlatılamaz, Rabbimin nimetlerine şükürler olsun.

Topbaş: Haclarda Musa Efendi de yanınızda mıydı?

Barsamoğlu: Tabi Musa Efendi de yanımızda. Atasayar Efendi, Mustafa Alemdar, Mehmet Öztürk. Allah hepsine rahmet etsin benim hiç yalnızlığımı hissettirmediler.

Bir haccımızda Musa Efendi’nin sırtında ince bir ihram vardı. Ben İstanbul’dan ihram almışım ama kalın geliyor, yakıyor. Musa Efendi’ye, “İhramınızı Mekke’den hangi dükkandan aldınız ben de almak istiyorum” dedim. Cevap vermedi, gülümsedi. Bir vakit namaz sonra Musa Efendi bir paket uzattı. Kendi ihramlarından. “Benim size hediyem olsun” dedi. O ihram ile serin serin haccı eda ettim.

Param tükendi, Musa Efendi’ye “Param bitti, sizden borç alabilir miyim?” dedim. “Ne kadar lazım” deyip hemen takdim ettiler. Fazla konuşmaz ama icraat yaparlardı. Yalnız bana değil bütün cemaate karşı böyleydiler.

Sami Efendi’nin esas hizmetkarı oydu. Sultante­pe’deki evlerinde sohbetler olduğunda bütün gelenlere hediyeler verirlerdi. O büyük yemekli sohbetlerde çoluk çocuk hizmetkar gibi hizmet ederlerdi. Aman Ya Rabbi o günler ne tatlı günlermiş.

S. Tan: Söylemek istediğiniz başka bir şey var mı efendim?

Barsamoğlu: Rabbime, “İbadet­leri­mi hâlisâne yapabilmem için aklımdan fikrimden noksanlık verme Ya Rabbi” diye yalvarıyorum. “Namazımın şevkini benden esirgeme” diye niyaz ediyorum. Elhamdülillah Rabbim riyadan muhafaza buyursun 33 yaşında Müslüman olduğumdan beri tek bir vakit namaz borcum yoktur.

Rabbim sizlerden razı olsun. Gönlünüzün halisane muradlarını nasip etsin. Ya Rabbi Sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz’in senden istediklerini bu ümmet-i Muhammed’e nasip eyle. Senden korktuklarından da bizleri emin eyle. Göz açıp kapayacak kadar da olsa bizi nefsimizle ve şeytanla başbaşa bırakma Ya Rabbi. Bizleri nefsimizin, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların şerrinden muhafaza eyle.

Din kardeşlerimizin Sen’in rızana uygun dileklerini kabul eyle. Ümmet-i Muhammedi semavi ve arızi musibetlerden muhafaza eyle.

Bizim maksadımız Sen’in rızanı kazanmaktır, nasibdar eyle Ya Rabbi. Bize bu dünyada da ahirette de güzellikler ver cehennem ateşini tattırma. Allahümme ecirna minennar.

S. Tan: Teşekkür ederiz efendim.

Kaynak: Selman Tan - Ahmet Topbaş / Altınoluk Dergisi, sayı: 348

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • allah rahmet eylesin

    Bu güzel insanın cenazesi bugün öğle namazından sonra Sümbül Efendi Camiinden kaldırılacaktır. Allah rahmet eylesin.

    Evvela bu güzel mülakat için teşekkür ederim. İş ki ''sükûkî'' kelimesi aklımıza takıldı, lügatlarda bulamadık. Manasını bilen bir kimse açıklarsa müstefid oluruz.

    • Kelimenin asli Sukuti olmalı baskı hatası herhalde

    Amin.Allah Razı olsun Ebeden

    Allah razı olsun

    Allah razı olsun bizede dua edin

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.