Osmanlı'yı Yücelten Müessir

Müslüman kanı akmasın diye, galip gelinecek bir harbi çok mâhirâne bir sû­ret­te bertaraf edebilmek, elbette ki Allah yolunda duyulan pek yüce bir mes’ûliyetin parlak bir tezâhürüdür. İşte Osmanlı’yı yücelten en müessir âmillerden biri de bu zihniyettir!

II. Murad Han tahta geçince, Bizans imparatoru, onun cülûsunu tebrikle beraber Sul­tân’ın kardeşlerinin kendilerine verilmesini istemek gibi bir küstahlıkta bulundu. Gûyâ onların tahsil ve terbiyelerine îtinâ edecekti ve gûyâ 2. Murad Han, bu şekilde huzur ve sükûn içinde olacaktı. Hakîkatte ise, şehzâdeleri rehin gibi tutarak Osmanlı’nın muhtemel bir fetih hamlesinden korunmak istiyordu.

Bu sahte ve yakışıksız teklife karşı Sultan 2. Murad’ın cevabı gâyet vakur ve kesin oldu. Bâyezîd Paşa vasıtasıyla Bizans elçilerine şöyle dedi:

“–Bizans hükümdarına söyleyiniz! Bir müslüman evlâdının gayr-i müslimler nezdinde terbiye edilmesi, şerîat-i Muhammediyye’ye muvâfık değildir. Yine hükümdarınıza söyleyin ki, bir daha bu tür talepleriyle dostâne münâsebetlerimizi ihlâl eylemesin!..”

MANEVİ YARDIM

II. Murad Hân’ın bu davranışı üzerine Bizans, elinde bulundurduğu Şehzâde Mustafa’yı (pâdişâhın amcasını) tahrîk ederek Osmanlı’yı parçalamak istediyse de, muvaffak olamadı. Düzmece Mustafa olarak ta­rihe geçen hâdise, kısa zamanda mânevî yardımların da vâkî olmasıyla bertaraf edildi. Bu mânevî yardımı Emîr Buhârî Hazretleri şöyle anlatır:

“Pâdişahlık Sultan Murad Han’dan alınmıştı. Hazret-i Habî­bul­lâh ile üç defa buluştum. Tazarrû ve niyâz edip ayağına düştüm. Sul­tan Murad’ın saltanatta bırakılmasını istirhâm eyledim...”

Bu duâ ve himmetin bir bereketidir ki, o esnâda büyük ve güçlü bir ordu ile 2. Murad Hân’ın karşısına çıkmış bulunan Şehzâde Mustafa’da şiddetli bir burun kanaması hastalığı peydâ oldu. Öyle ki, burnundan akan bu kan üç gün üç gece durdurulamadı ve şehzâdeyi ölüm derecesinde mecalsiz bıraktı. Onun bu hâlini gören etrafındakilerin birçoğu da 2. Murad Hân’ın tarafına geçti. Nihâyet Şehzâde Mustafa, savaşta muvaffak olamayacak bir hâle düştü ve kolaylıkla bertaraf edildi.

DÜNYANIN EN BÜYÜK DEVLETİ OLMA YOLUNDA

Bundan sonra 2. Murad, -Düzmece Mustafa hâdisesi dâhil- Bi­zans’­ın yapmış olduğu sayısız entrikalara son vermek, husûsiyle Peygamber -sal­­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem-’in müjdesine mazhar olabilmek niyet ve azmiyle İstanbul’u kuşattı. Sur dışındaki bütün Bizans topraklarını daha evvel ele geçirmişti.

Muhâsaraya Emîr Sultan Hazretleri de 500 müridiyle iltihâk etti. Daha birçok meşâyıh ve mânâ erlerinin iştirâk ettiği bu kuşatma, dört ay sürdü. Ancak o sırada biraz da Bizans’ın tahrikleriyle Anadolu’da patlak veren gâileler dolayısıyla yine kesin neticeye varılamadı.

Bununla birlikte 2. Murad Han, devleti Yıldırım devrindeki o büyük ihtişâmına ulaştırdı, hattâ daha da ileriye götürdü. Bu yolda hem kuvvet ve kudret, hem de irâde ve basîretiyle hareket ederek kısa zamanda bir bir hedeflerine ulaşmayı başardı. Anadolu’daki birliği teminde hayli mühim adımlar attığı gibi Avrupa’da da eski fütûhâtı aynı canlılıkla devam ettirip Osmanlı’yı dün­yanın en büyük devleti hâline getirdi.

Artık devletini böylesine bir ihtişâma yükselten 2. Murad Hân’ın önüne harp etmek için çıkan krallar bile canlarını kurtarmak endişesiyle çareyi kaçmakta buluyorlardı. Bir defasında 2. Murad’a yenik düşen Alman kralı, atına atladığı gibi savaş alanını terk etti ve kendisini emin hissettiği bir yere varana kadar hiç durmadan kaçtı.

MÜSLÜMAN KANI AKITMAK YOK!

Bu ihtişâma rağmen Sultan 2. Murad’ın takip ettiği siyâset, gâyet akıllıca ve yerli yerinceydi. Aşağıdaki hâdise, onun ince siyâsetinin dâhiyâne bir misâlidir:

Yıldırım Bâyezîd’i Ankara’da mağlûb eden Timur, Osmanlı’yı ancak birkaç yıl sürecek bir haraca bağlamıştı. Ondan sonra İlhanlılar, Timur’un yerine kendilerinin kaldığını söyleyerek bu haracı almaya devam ettiler. Bu haraç, 2. Murad Hân’a kadar verilmişti. 2. Murad zamanında tamamen toparlanıp güçlenmiş olan Osmanlı’nın paşaları, Sul­tân’a:

“–Pâdişâhım! Bunlara ne diye haraç veriyoruz? Artık başımızdan defedelim!..” dediler.

Son derece akıllı ve firâsetli bir Sultan olan 2. Murad, bu hissî talep karşısında şu ibretli cevabı verdi:

“–Onlar bizim yükselişimizin ve şu anki kudretimizin farkında değiller. Şâyet şimdi biz, istedikleri parayı onlara vermezsek, giderler; sıradan da olsa bir ordu toplayıp üzerimize gelirler. Gerçi mağlûb olurlar, ama müslüman kanı akar... Dolayısıyla siz onlara istedikleri parayı şu an için verin! Zira para için müslüman kanı akıtmak istemem!

Ancak İlhanlı elçilerine öyle gösteriler yapın ve ordumuzun ihtişâmını seyrettirin ki, sahip olduğumuz kuvvet ve kudretin farkına varsınlar da bir daha kendilerinden çok üstün olduğu muhakkak olan bu devlet-i aliyyeden haraç isteme cür’et ve cesaretini gösteremesinler!..”

Gerçekten de netice, 2. Murad Hân’ın beyan ettiği şekilde tahakkuk etti.

Bu siyâsî incelik, ne kadar büyük bir dehâyı ve İslâmî bir hassâsiyeti sergilemektedir. Müslüman kanı akmasın diye, galip gelinecek bir harbi çok mâhirâne bir sû­ret­te bertaraf edebilmek, elbette ki Allah yolunda duyulan pek yüce bir mes’ûliyetin parlak bir tezâhürüdür. İşte Osmanlı’yı yücelten en müessir âmillerden biri de bu zihniyettir!

Kaynak: Osmanlı, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.