Kulluğun En Yüksek Mertebesi

İnsan için riâyeti lâzım ve vâcib olan dört mertebe...

Allah Teâlâ buyuruyor:

Münâfıkların bazıları sadaka ve ganîmet malları­nın taksîminde seni zemmederler. Eğer sadakalardan onlara istedikleri kadar verilse râzı olurlar; eğer arzularına göre verilmezse derhal öfkelenirler. Eğer onlar Allâh’ın ve Rasûlünün verdiklerine râzı olsalar da: “Allah Teâlâ bize her işimizde kafidir. Zîra Allah Teâlâ fazl ü kereminden, Rasûl’ü de şefkat ve merhametinden yakında bize çok şey verirler. Şu halde bizim arzumuz ancak Cenâb-ı Allah'ın rızâsıdır. Allâh’ın rızâsından gayri bir şey istemeyiz.” demiş olsalardı onlar için daha hayırlı olurdu.” (Tevbe Sûresi / 58-59)

Bu âyet-i celîle münâfıklardan Hurkus oğlu Zü’l-Huveysıra hakkında nâzil olmuştur. Câbir -radıyallahu anh-’in rivâyetine göre hadîs-i sahîhde Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretleri Cîrâne mevkîinde Huneyn, Hevâzin ganîmetini taksîm buyururken bu Hurkus oğlu gelip:

– Yâ Rasûlullah adâlet et, diye küstahlık etmişti. Rasûlullah -sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

– Ben adâlet etmezsem ya kim adâlet eder? Eğer ben adâlet etmezsem bedbaht olurum, diye cevap vermişlerdir.

İNSAN İÇİN DÖRT MERTEBE

Bu âyet-i celîlede de Vâcib teâlâ ve tekaddes hazretleri insan için riâyeti lâzım ve vâcib olan dört mertebeye işâret buyurmuştur:

1- Cenâb-ı Allâh’ın abesden, hatâdan münezzeh ve herşeyi lâyıkıyle bilir bir Hâkim-i Mutlak olup her hükmünün de sevab ve hikmete muvâfık olduğunu bilerek her hükmüne râzı olup îtiraz etmemektir. Bu vazîfe “Onlar için daha hayırlı olurdu.” fıkra-i celîlesiyle beyân buyurulmuştur.

2- Kalbde olan rızânın kâfî olmayıp eserini lisanında göstermek lâzım olduğuna işâret için de “Allah Teâlâ bize her işimide kâfîdir.” buyurulmuştur. Şu halde bir kulun kalbindeki rızâsını lisanıyla de izhâr etmesi vazîfe-i ubudiyettendir.

3- Allah Teâlâ hazretleri dünya ve âhirette fazl u kereminden bize de ihsân eder, demektir. Buna da: “Allah bize fazl u kereminden ihsân eder.” cümle-i celîlesiyle işâret buyurulmuştur.

4- Her iş ve sözünde Cenâb-ı Allâh’ın rızâsını kast etmektedir. Nitekim “Biz her şeyde rızâullaha rağbet ederiz.” cümle-i celîle-i hikemiyyesiyle buna işâret buyurulmuştur.

Rızâullah, vazîfe-i ubûdiyyetin en yüksek mertebesidir. Hakîkatte bir kulun ibâdeti mukâbilinde Cenâb-ı Hakk’tan bir ücret istemeğe hakkı yoktur. Çünkü kul, her ne amel işlerse ubûdiyyet vazîfesini hakkıyla yapmış olamaz. Rızâ-ı ilâhîye nâil olmaktan ziyâde büyük bir saâdet olamaz. Müfessirlerin beyânına nazaran Îsâ -aleyhisselâm- zikrullah ile meşgul olan bir kavme tesâdüfle:

– Sizi zikrullaha sevk eden nedir, diye sorar. Onlar da:

– Allâh’ın azâbından korkumuzdur, demeleri üzerine Îsâ -aleyhisselâm-:

– İsâbet ettiniz, buyurur. Kezâ diğer bir kavme tesâdüf ettiğinde onlara da:

– Sizi zikrullaha sevk eden nedir, dediğinde onlar da:

– Allâh’ın sevâbına arzumuzdur, demeleri üzerine onlara da:

– İsâbet ettiniz, buyurmuştur. Üçüncü bir kavme de tesâdüf edip sorduğunda onlar da:

– Bizi zikrullaha sevk eden şey ubudiyyetimizin zilletini, Rabb teâlâ ve tekaddes hazretlerinin izzet ve rubûbiyyetini izhâr edip kalbimizi mârifet-i ilâhiye ile tenvîr, zikr-i ilâhî ile de tezyîn etmektir. Yoksa Cenâb-ı Hakk’tan sevâb ümîdine binaen değildir, demeleri üzerine Îsâ -aleyhisselâm-:

– Siz muhakkiklersiniz, buyurmuştur. Binaenaleyh cemî ibâdet ve tâatımızda rızâ-i ilâhîyi kastederek o yolda ibâdet ve tâatda bulunmaklığımız evlâdır.

Mü’minlerin Cenâb-ı Hakk’ın ihsân ve taksîmine râzı olmaları lâzımdır. Ancak münkir ve münâfıklar Cenâb-ı Hakk’ın ve Rasûlullah’ın taksîmine muhâlefet ederler.

Ramazanoğlu M. Sâmi, Musahabe-6, s.61-64

Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Altınoluk Dergisi, 368. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.