İslam Aşırıya Gitmeyi Yasaklar

İslâm Hukûku’nda gâye kadar ona ulaştıran yolun da meşrû olması şarttır. Bu sebeple Kur’ân mü’minlere, savaşmak mecbûriyetinde kaldıklarında nasıl davranmaları gerektiğini açıklar ve bu hususta çok sıkı kâideler koyar.

İTİDAL VE TEENNİ İLE HAREKET ETMEK

Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın! Ancak aşırı gitmeyin! Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara, 190)

Âyetin “sizinle savaşanlar” kısmı “muhârip statüsünde olanlar” demektir. Demek ki muharip olmayanlar yani savaşma statüsünde olmayanlarla savaşılmayacaktır. Zira hukûken, inancı ne olursa olsun bir kişiyi öldürmeye cevaz vermek için, sıcak savaş ânında muharip vasfını hâiz bir kişinin fiilî bir zarar verme azminde olması şarttır. (Merginânî, Hidâye, İstanbul 1986, II, 138)

MÜSLÜMANLARIN İLK SAVAŞI

Peygamber Efendimiz’in savaşlarının hepsi de ya Müslümanlara karşı yapılan saldırıları püskürtmek ya da istihbaratla tesbit edilen saldırı hazırlıklarını bozmak içindi. İlk büyük savaşın yapıldığı Bedir’e giden Peygamber Efendimiz’in niyeti harp değildi. Hicret eden Müslümanların gasbedilen mallarıyla zenginleşen ve kazancıyla yine Müslümanların aleyhine ordu hazırlanacak olan bir kervanı durdurmaktı. Kervan yol değiştirip kurtuldu. Ancak Mekke’den çıkıp 400 kilometre yol gelerek tâ Medîne yakınlarına konan müşrik ordusu, defalarca teklif edilen sulhü kabul etmeyince mecbûren harbe girildi ve zaferle çıkıldı. (Vâkıdî, I, 61-65)

Uhud ve Hendek, Medîne hurmalıklarında yapılan savaşlardır. Müşrikler saldırgan bir tavır içindeydi. Müslümanların kökünü kazımak için Medîne’nin üzerine sağdan soldan ordular yığıyorlardı. Allah Rasûlü (s.a.v) ise Medîne’de müdâfaa harbi yapıyordu. Rasûlullah (s.a.v), şehrin çevresine hendek kazdırarak can kaybını sıfıra indirdi.

Mûte ve Tebük, şehit edilen elçinin hakkını almak ve muhtemel bir saldırıyı bertarâf etmek için yapılan müdâfaa harpleridir. Hatta Tebük’te herhangi bir çatışmaya girilmemiş, bir takım anlaşmalar yapıldıktan sonra dönülmüştür. Mekke’nin fethi, müşriklerin anlaşmaya ihânet etmeleri neticesinde gerçekleşmiştir. Bir de hicret eden Müslümanların gasbedilmiş haklarının geri alınmasıdır. Diğer savaşlar da bu şekilde saldıran veya saldırıya hazırlanan düşmanı durdurmak için yapılmıştır.

Harp hâlindeyken bile kadın, çocuk, yaşlı ve savaşa katılmayan erkeklerin öldürülmesine izin vermeyen İslâm, savaş hâricindeki masum insanları öldürmeye nasıl müsâade edebilir?

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.