Hevâ ve Hevese Karşı Kur'an'ın Uyarıları

İnsanın nefsi, şeytanın da saptırmasıyla helâllerden ziyâde haramlara heves eder. Yasaklar ve çirkinlikler ona daha güzel ve câzip gelir. Nefis; ibadetlerin, hayr u hasenâtın meşakkatine, zorluklarına ve bedeline katlanmaktan hoşlanmaz. Kolayına gelen ve hoşuna giden zevk, eğlence, menfaat gibi şeylere yönelir. İşte buna nefsin hevâ ve hevesi denir.

Kur’an’ın ifadesiyle hevâ, dalaletin en yakın sebebidir. Bu nedenle hevâlarına uyanlar, dalalete düşer, sapıklık içinde kalırlar. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“De ki: Allah’ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi. De ki: Ben sizin hevâlarınıza uymam, aksi hâlde sapıtırım da hidayete erenlerden olamam.” (En’âm, 56)

“…Bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zâlim kimseleri hidâyete iletmez.”(Kasas, 50)

“Eğer hak, onların hevâlarına tâbî olsaydı (Kur’ân onların hevâlarına göre inseydi), mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirdiler.” (Mü’minûn 23/71)

HEVÂSINA UYAN KİŞİLERDEN UZAKLAŞ

Mü’minlere düşen, hevâsına uyan kişilerden uzaklaşıp, ilme tâbî olmaktır. İlmin kaynağı vahiy olduğuna göre, vahiy ile hevâ birbiri ile çelişen, birbirine zıt şeylerdir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hristiyanlar da asla senden râzı olmayacaklardır. De ki: «Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur.» Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 2/120)

“Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen zâlimlerden olursun.” (Bakara, 145)

“Biz onu Arapça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına uyarsan, (işte o zaman) Allah tarafından senin ne bir dostun ne de koruyucun vardır.” (Ra’d, 37)

“De ki: «Ey Ehl-i kitap! Dîninize âit konularda haksız yere haddi aşmayın. Daha önce gelip geçenlerden hem kendisi sapmış, hem de birçok insanları saptırmış olanların ve şimdi de doğru yoldan sapan birtakım kimselerin hevâ ve heveslerine uymayın!” (Mâide, 77)

MENFİ HASLETLER ÇOĞU ZAMAN BİR ARADA BULUNUR

İlim’in karşısında yer alan menfî hasletlerden “zan” da hevâ e hevese yardım eder. Çoğu zaman bunlar bir arada bulunurlar:

“Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.” (Necm, 23)

“Yeryüzündeki çoğu insana uyacak olursan, onlar seni Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar (saptırırlar), çünkü onların peşinden gittiği şey sâfî zandır. Onlar yalnızca saçmalıyorlar”(En’am, 116)

HEVÂ VE HEVESİNE KARŞI ALLAH'IN İKAZLARI

Cenâb-ı Hak kullarını, büyük ve ebedî zararları sebebiyle hevâ ve heveslerine karşı îkâz eder:

“Sakın nefsinizin arzusuna uyarak adâletten ayrılmayın!” (Nisâ, 135)

“Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevâ vü hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” (A’raf, 175-176)

“Şimdi Rabbından bir beyyine üzerinde bulunan kimse hiç o kötü ameli kendine süslü gösterilmiş de hevâ ve hevesleri ardına düşmüş kimselere benzer mi?” (Muhammed, 14)

İnsanın hevâ ve hevesi o kadar tehlikelidir ki, bir müddet sonra insanlar onu ilâh mevkiine çıkarıverirler ve aşağıların aşağısına yuvarlanır giderler:

“Gördün mü hevâsını ilâh edinen kimseyi? Artık ona sen mi vekîl olacaksın?! Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut akledip düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkân 25/43-44. Ayrıca bkz. Câsiye 45/23)

HEVÂYI İLAH EDİNMEK

Rasûlullah (s.a.v), hevâyı ilâh edinmenin ne kadar büyük bir kötülük olduğunu şöyle ifade eder:

Allah’a göre, gök kubbe altında ibadet edilen sahte ilâhlar arasında, peşine düşülen hevâdan daha ağırı ve daha kötüsü yoktur.” (Heysemî, I, 188)

“Üm­me­tim adı­na en çok kork­tu­ğum şey; ne­fis­le­ri­nin he­vâ­la­rı­na uy­ma­la­rı­dır.” (Bkz. Heysemî, I, 187; Sü­yû­tî, I, 12)

“Sizin hakkınızda en çok korktuğum şeylerden biri, mîdeleriniz ve iffetleriniz hususunda sizi azgınlığa sürükleyen şiddetli arzular, diğeri de hevâ ve hevesinizin sizi dalâlete düşürmesidir.” (Ahmed, IV, 420, 423; Heysemî, I, 188; Ebû Nuaym, Hilye, II, 32)

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet de nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.” (Buhârî, Rikâk, 28; Müslim, Cennet, 1. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Sünnet, 22; Tirmizî, Cennet, 21; Nesâî, Eymân, 3)

HEVÂ VE HEVESE KARŞI ÇARE "TAKVA"

Çâre nedir? Çâre takvâdır:

“Kim de Rabbinin makamında durup hesap vermekten korkar da nefsini hevâ ve heveslerden alıkoyarsa, şüphesiz onun varacağı yer cennettir.” (Nâziât 79/40-41)

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini hevâsına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu kâfî gören)dir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459. Ayrıca bkz. İbn-i Mace, Zühd 31; Ahmed, IV, 124; Hâkim, IV, 251)

Allah’ın Ayetlerine Karşı Böbürlenmek

“Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri: «Biz, size gönderilmiş olan şeyi inkâr ediyoruz» demişlerdir. Ve dediler ki: «Biz malca ve evlâtça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz».” (Sebe’, 34-35) “Hiç şüphesiz biz Mûsâ’ya Kitab’ı ihsân ettik ve ondan sonra birbiri ardınca peygamberler gönderdik. Meryem oğlu Îsâ’ya da apaçık mûcizeler lûtfettik ve onu Rûhu’l-Kudüs (Cebrâîl) ile kuvvetlendirdik. Artık ne zaman bir peygamber size nefislerinizin hevâsına uymayan bir şey getirse hemen büyüklük taslayacak, kimini yalanlayıp kimini de öldürecek misiniz?!” (Bakara, 87) “Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” (A’raf, 40) “Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah’ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah yanında, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.” (Mü’min, 35) “Vay haline, her yalancı ve günahkâr kişinin! O, Allah’ın kendisine okunan âyetlerini işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları duymamış gibi (küfründe) direnir. İşte onu acı bir azap ile müjdele!” (Câsiye, 7-8)

(Kıyamet gününde) hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve zayıflar o büyüklük taslayanlara diyecekler ki: «Biz sizin tâbilerinizdik. Şimdi siz, Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?» Onlar da diyecekler ki: «(Ne yapalım) Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur.»” (İbrahim, 21)

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Altınoluk Dergisi, 261. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.