Dünyanın En Güzel İşi

Bütün kötülükler, kendisinin mukabili olan güzel hasletlerle önlenmelidir. Mesela gazaba karşı sabır, cahillik ve kabalığa karşı hilim ve irfân, kötülüğe karşı af ile muamele etmek en güzel hasletle onu savmak demektir.

Fussilet sûresinde şöyle buyruluyor: (İnsanları) Allah’a çağıran, salih ameller işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden kimin sözü daha güzeldir? İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur. Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işiten, bilendir.”1

Tefsirde belirtildiğine göre buradaki ilk âyet-i kerîmede vasıfları anlatılan zat, Resulullah (s.a.v.)’dir. Bazıları da bu âyetin müezzinler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Evet, bu âyetler Müslümanlığını ilan etmenin en zor olduğu günlerde nâzil olmuştur. Ancak insanları Allah’a çağıranlar her zaman zorluklarla karşılaşmışlardır. Bu itibarla açıklamaya çalıştığımız âyetler, Allah’ın dinine davet etmek, salih ameller işlemek ve zor zamanda Müslümanlığını ifade etmek gibi güzel hasletlere sahip olan herkesi şâmildir.2

Konumuzu teşkil eden âyetler­den şunu anlıyoruz; insanları Allah’ın dinine davet etmek, dünyanın en güzel işidir. Fakat bu, tek başına kemâle ermez, bazı şartları vardır:

Bunların birincisi, yaptığı şeyin dünyanın en iyi ve en hayırlı işi olduğuna inanmaktır. İkincisi, davetini salih amellerle beslemektir; İnsanları Allah’ın dinine çağırırken çaresizlere çare, kimsesizlere kimse olmaktır. Renk, ırk, dil ve din ayrımı yapmaksızın darda kalan herkese müşfik bir el gibi uzanmaya çalışmaktır. Üçüncüsü, kendilerini Allah’ın dinine çağırdığı insanlara Müslümanlığını açıkça beyân etmektir. “Bakın, ben Müslüman olduğum için sizin derdinizi yüreğimde hissediyorum, acınızı dindirmeye çalışıyorum.” demektir. Ancak bundan sonradır ki, bir adım öteye geçilebilir; “Derdim sadece bununla sınırlı değil. Sizin ahirette de kurtulanlardan olmanızı istiyorum.” diyerek asıl maksat ifade edilebilir. Bu kapıyı da herhalde, başta belirtilen salih ameller/iyilikler sayesinde açabiliriz.

Âyetlerde belirtildiği üzere iyilik, kötülük gibi değildir. Hatta bu iki zıt birbiriyle mukayese edilemez. “El-insânu abîdü’l-ihsân” denildiği gibi “insan iyiliğin kulu kölesidir.” Ve iyilikler, kapalı görünen nice kapıların açılmasına vesile olur. Bununla birlikte bin bir zahmet ve fedakârlıkla yapılan iyiliklerin değeri bazen bilinmez veya ihmal edilerek gereğince değerlendirilmez. Dahası iyiliğe kötülükle mukabele edildiği anlar olabilir. İşte insanları Allah’ın dinine çağıranlar, bütün bunları güzellikle savuşturmayı bilmelidir. İyiliğe iyilikle mukabele etmeyene, güzelliğin değerini bilmeyene ve hatta iyiliğe kötülükle karşılık verene bile güzellikle davranmaya devam ederek sabra tutunmalıdır. Daima işin sonunu düşünmelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in katlandığı zorluklarla, ardı sıra insanları Allah’ın dinine çağıranların çektiği çileleri göz önünde bulundurmalıdır. Umulur ki, mütemadiyen devam eden hasbî iyilikler, kasvetle katılaşan kalpleri yumuşatır. İyiliğin değerini bilmeyen gafillerle, Müslümanlara her zaman düşmanca bakan kindarları sadık dostlar hâline getirir. Gün olur salih ameller işleyerek Allah’ın dinine çağırma işi, dünyanın en güzel ameliyesi olarak kemâle erer, meyveye durur. Düşmanlıkları sıcak dostluklara dönüştürür. Hakikaten, insanları Allah’a çağıranlar, sözlerini buna inanarak söylemelidir. Çünkü böyle bir umudu, Yüce Mevlâ önümüze koymuştur.

Tefsirde belirtildiğine göre bütün kötülükler, kendisinin mukabili olan güzel hasletlerle önlenmelidir. Mesela gazaba karşı sabır, cahillik ve kabalığa karşı hilim ve irfân, kötülüğe karşı af ile muamele etmek en güzel hasletle onu savmak demektir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.); “Senden alâkayı kesenle ilgilen; iletişim ve irtibat içinde ol. Sana haksızlık edeni affet ve sana kötülük edene iyilik et.”3 buyurmuşlardır.

ALLAH'TAN BUNU ÖZELLİKLE İSTEMEK LAZIM

Yüce Mevlâ burada şunu da hatırlatıyor; kötülüğe iyilik ve güzellikle mukabele etmeye, ancak sabredenler muvaffak olabilirler. Yahut da hayır hususunda büyük nasibi olanlar (kendilerine hazz-ı azîm bahşedilenler) bunu yapabilirler. Demek ki Allah’tan bunu da özellikle istemek lâzımdır. Herhalde bu hazz-ı azîm, kendisini dine davet işinde istihdam eden Mevlâ’ya daima şükür hâlinde bulunanlara verilir, diye düşünebiliriz.

Bir de şu var; şeytan, insanları Allah’ın dinine çağıranlara, diğerlerinden daha fazla musallat olur. Onlara vesvese vermeye çalışır yahut da karşılaştığı bir takım güçlükleri gözünde büyütecek telkinde bulunur. İşte orada şeytanın tuzaklarından hemen Allah’a sığınmak gerekiyor. Her şeyi bilen ve işiten Yüce Mevlâ’nın inayetiyle, dünyanın en güzel işine yeniden koyulmak üzere “eûzü besmele” çekmek gerekiyor.

Netice itibariyle en güzel sözü, en güzel üslupla söyleme hususunda, bütün mü’minlerin kudretince mükellef olduğunu söylemek isteriz.

Dipnotlar: 1) Fussilet sûresi, 42/33-36. 2) Bkz; Rûhu’l-Beyân Kur’ân Meâli ve Tefsiri, İsmail Hakkı Bursevî, Erkam Yayınları, c. 18, s. 96. 3) Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, 16999.

Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, 382. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.