Zafiyet Ne Demek? Zafiyet Ne Anlama Gelir?

Zafiyet ne demek? Zafiyet kelimesinin anlamı nedir? Zafiyet kelimesine örnek cümleler...

Zâfiyet: Zayıflık, dermansızlık anlamına gelmektedir.

ZAFİYET KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER

Geleceğin mimarları olacak çocuklarımız, derin bir gafletle televizyon ve internetin esâretine, sokakların insafına terk edilmektedir. Böylece
İslâm’dan bîhaber büyüyen gençlerimiz, kaba kuvvete ve nefsin hodgamlığına râm olarak tıpkı selde başıboş sürüklenen ve nereye vuracağı belli olmayan kütükler gibi sonu felâketle neticelenecek bir mecrâya doğru akıp gitmektedir. İçki, uyuşturucu ve iffet zâfiyeti arta arta devam etmektedir.

*****

Nefsinin hoyratlığına râm olanın mânevî dünyası zâfiyete uğrar. Nitekim nefsinin her istediğini pervâsızca yerine getiren Firavun, Kârun ve emsallerinin gönül âlemleri mezbeleye dönmüştür. Nefislerinin hevâ ve heveslerini putlaştıran her insan da bu inançsızlık girdabında helâk olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Diğer taraftan nefsini terbiye ederek Cenâb-ı Hakk’a güzel bir kulluk hayatı yaşayabilen bahtiyarlar, Hakk’ın dostluğuna nâil olmuş ve böylece
mü’minlerin gönüllerinde taht kurmuşlardır.

*****

Kur’ân-ı Hakîm’in ilâhî bir kitap olduğunu inkâr eden müsteşrikler, vahyin Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tefekkür ve mükâşefesi netîcesinde kalbine doğan ilhamlar olduğu şeklinde birtakım bâtıl iddiâlarda bulunmuşlardır. Şüphesiz ki onların ileri sürdükleri bu iddiâlar; kalplerindeki gaflet, idrâklerindeki zâfiyet ve husûmetlerindeki şiddetten başka bir şeyle îzâh edilemez.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, ilk vahiy geldiği esnâda meleği görünce korkması, vahyin, müsteşriklerin iddiâ ettiği gibi halüsinasyona120 hamledilecek dâhilî ve şahsî bir mesele olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Zîrâ Hazret-i Peygamber’in vahyi alması, derûnuyla ve nefsiyle alâkalı olmayan hâricî bir hakîkati telâkkî etmesidir. Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın Allâh Rasûlü’nü üç defâ sıkması, her defâsında “oku” diyerek bırakması, vahyin iç âleminden değil, hâriçten, yâni Allâh Teâlâ’dan geldiğini te’yîd ve te’kîd etmektedir.

*****

Eğitim hizmetlerinde insanların içinde bulundukları rûhî yapının çok büyük bir ehemmiyeti vardır. Nasıl ki kendisini psikolojik olarak iyi hissetmeyen bir pilota uçma izni verilmezse, aynı şekilde öfkeli veya morali bozuk olan bir muallimin derse girmesine de müsâade edilmemelidir. Diğer taraftan öfkelenen muallim de, öfkesinin sebebini araştırmalı ve en kısa sürede sâkinleşmeye çalışmalıdır. Tâlim, îkaz ve nasihatlerini sükûnetle yapmalı, muhâtaplarını kırıp rencide edecek aşırılıklardan sakınmalıdır. Bağırıp çağırarak yapılan azarlamalar bir zâfiyet tezâhürüdür ve insana yakışmayan bir tavırdır.

*****

Ahlâkî kıymetlerin başında gelen hayâ ve edeb nîmetlerinden mahrûmiyet, dîn ve îmandaki zâfiyet ve noksanlıktan kaynaklanır. Efendimiz -
aleyhissalâtü vesselâm-; “Hayâ îmandandır.” (Buhârî, Îman, 3) buyurarak bu ahlâkî kıymetin, îmanla mühim bir alâkasının bulunduğunu beyân etmiştir. Buna göre hayâsızlık gibi ahlâksızlıkların toplumda yayılmasını isteyenler, o toplumun îmânına karşı en büyük cinâyeti işlemiş olurlar. Hâlbuki bütün hak dinlerin temel hedefi, tevhîd inancını yeryüzüne hâkim kıldıktan sonra güzel ahlâk ile yoğrulmuş sağlam bir ictimâî bünye tesis etmektir.

*****

Yüksek fazîletlerinden dolayı bizlere örnek bir nesil olarak takdîm edilen sahâbe-i kirâm, Cenâb-ı Hakk’ın ihsân ettiği nîmetleri, âhiret sermâyesi olarak kullanma şuuruyla Allah yolunda var güçleriyle gayret göstermişlerdir. Cenâb-ı Hak da, o azim ve heyecan seli hâlindeki gayretlere bereket ihsân eylemiştir. Zamanımızın amansız hastalıklarından biri olan aşırı tüketim, oburluk, lüks ve gösteriş, sahâbe neslinin tanımadığı bir hayat tarzı idi. Zîrâ onlar; “yarın nefislerin varacağı konağın kabir olacağı” şuuru içinde yaşıyorlardı.

Öte yandan, bizlere belli bir müddetle emânet edilmiş olan bedenin, -ister cimrilik, isterse mecbûriyetler sebebiyle- kâfî miktarda gıdâsı verilmediği takdirde, çeşitli zâfiyet ve hastalıklara mâruz kalacağı da muhakkaktır. Bunun aksine, onu tıka-basa doyurmak da aynı âkıbete yol açar. Bu durum, helâl olan bir şeyle aşırı gıdâlanma sûretinde olabileceği gibi, haramlarla beslenmek şeklinde de olabilir ki, bu da, maddî sıhhatle birlikte mânevî sıhhatin de bozulmasına sebebiyet verebilir.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.