Tüm Yılı Ramazan İkliminde Yaşamak

Sufiler Ramazan ayını tüm yıl boyunca hasretle beklerler. Çünkü bu mübarek ay, Sufilere hedefledikleri tüm idealleri kolayca gerçekleştirme fırsatı verir. Ramazan adeta bir kulluk bayramıdır, sâlikin kulluğunu doyasıya yaşama mevsimidir.

Allah Teâlâ yüce kitabında “Ben insanları ve cinleri bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyurmuştur. Hayata gelmenin amacı Rabbe kulluktur, bu ise niçin ve neden demeden O’nun tüm emir ve yasaklarına uymakla gerçekleşir. İşte Ramazan-ı Şerif kulluğun kolay kılındığı, kalplerin ibadete yumuşatıldığı, şeytanların bağlanıp, rahmet kapılarının sonuna kadar açıldığı bir aydır. Bu ay hac dışında her ibadeti en yoğun şekilde yaşatır bize. Ramazan boyunca, dinin direği olan namazı camilerde kolayca ikame ederiz. Hatta beş vakit namazın verdiği manevî zevkle yetinmez, iftar sonrası vakitlerimizi de teravih ile doldurur, orucun yorgunluğundan sanki namazla dinleniriz. Bilhassa namazda okunan Kur’an kalplerimizi nura gark eder. İşte Ramazan tüm bu hediyelerin buket halinde Müslümana sunulduğu aydır.

Bu sebeple tüm sufiler bu ayın ihyasına özel önem verirler. İmam Rabbânî bu hususta bize şu hatırlatmada bulunur: “Bilmek gerekir ki, Ramazan ayı büyük ve değerli bir aydır. Bu ayda eda edilecek olan nâfile namaz, zikir, sadaka ve benzeri ibadetler, diğer aylardaki farz ibadetler seviyesindedir. Bu ayda edâ edilecek olan bir farz, diğer vakitlerdeki 70 farza denktir. Bu ayda bir oruçluya iftar veren kişiyi bağışlarlar, boynunu cehennem ateşinden azât ederler ve o oruçlunun sevabı kadar kendisine sevap verirler, hem de oruçlunun sevabından bir şey eksilmez.” (Mektûbât, I, 45)

O GÜN TÜM İBADETLERİMİZ DİLE GELECEK

Mevlânâ’ya göre âhirette imanımıza ve sıdkımıza en büyük şahidimiz Ramazan’daki bu ibadetlerimiz, orucumuz, infakımız ve namazımızdır. O gün tüm bu ibadetlerimiz dile gelecek ve şöyle diyecektir:

“Allah’ım, bu kişi helal lokmayı bile senin emrine uyarak yemedi. Susuzken su içmedi, bu kişi nasıl olur da harama el atar?”

“O, çok sevdiği kendi malından ayrıldı, yoksula verdi. Bu adam, eline fırsat düşünce nasıl olur da hırsızlık yapar?” (m. V.189-190)

Mevlânâ’nın da ifade ettiği üzere Ramazan-ı Şerif ferdi planda bir ibadet mevsimi değildir sadece. O tüm Müslümanları rahmetiyle kuşatan ictimai bir yardımlaşma mevsimidir ayrıca. Toplumun zengin ile fakir kesimleri zekât, sadaka, infak ve iftar sofraları ile buluşur ve kucaklaşır adeta. Peki, tüm bu güzellikleri yerine getiren müminleri nasıl bir mükâfat beklemektedir. Şüphesiz Rabbimiz Ramazan ayını ihya edenlere pek çok mükâfat verecektir, ama bunlar arasında bir tanesi vardır ki bu mükâfat başka hiçbir nimetle eşdeğer tutulamaz. Bu nimet marifetullahtır:

İNSANI RABBİ İLE BAŞ BAŞA BIRAKAN İBADET ORUÇTUR

Marifetullah: Sufilere göre Rabbimizin buyurduğu üzere dünyaya gelmekten amaç Rabbe kulluk, kulluktan amaç ise Rabbimizi tanımak, marifetullaha ulaşmaktır. Zira İbn Abbas (r.a) “liyâbudun-bana kulluk etsinler” ayetini “li yârifun-beni tanısınlar” şeklinde tefsir etmiştir. Marifet sadece kuru bilgi değil her daim Rabbimizle kalben beraber olma tecrübesidir. Ramazan ayında bu sırra ermenin sebebini Kelâbâzî şöyle açıklar: “İbadetler arasında insanı nefsinden en uzun müddet ayıran, Onu Rabbi ile baş başa bırakan ibadet oruçtur. Namaz gün içerisinde belli ve kısa vakitlerde kılınır; dolayısıyla oruca göre daha kolaydır. Çünkü kişi namazı bitirince bütün maddi hazlarına geri dönebilir. Orucun vakti ise, fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar devam eder. Nefsi terk etme manası, oruç dışında diğer ibadetlerde bu kadar uzun ve yoğun şekilde devam etmez. Bu zorluktan dolayı hadis-i kudside Rabbimiz şöyle buyurur: “Âdemoğlunun her ameline kat kat sevap verilir, bire ondan yedi yüze kadar. Bunun tek istisnası ise oruçtur. Zira oruç Benim içindir ve onun mükâfatını Ben Azimüşşan veririm. Çünkü oruçlu kimse benim (rızam) için yemesini, içmesini ve cinsî arzusunu terk etmiştir.” (Kelâbâzî, Bahru’l-fevâid, s. 180) Kelâbâzî “orucun mükafatını ben veririm” buyruğunu “orucun mükafatı bizzat Benim, Rabbül aleminim” şeklinde yorumlar. Bu ise Rabbin marifetidir, marifetullaha kavuşmaktır, dünya ve ahirette bu mükafata eşit olabilecek başka hiçbir nimet yoktur. (Bahru’l-fevâid, s. 181)

Oruçta nefis aradan çıkmış, kul Rabbi ile baş başa kalmıştır. Kul kendisinin acziyetini, Rabbinin kudretini görmüştür. Sufiler bu durumu “çıkarırsan nefsini aradan, kalır seni Yaradan.” vecizesi ile ifade ederler. Bu durumda sufilerin orucu sadece mide ve ferc ile değil esas kalp ile tutulur. Mide yeme-içmeden vazgeçtiği gibi, kalp de Allah’tan başka her şeyden yüz çevirir.

ÜÇ TÜRLÜ ORUÇ VARDIR

Büyük sufi müfessir İbn Acîbe, “Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı).” (Bakara, 184) ayetini tefsir ederken, orucu üçe ayırır.

1- Ona göre avâmın orucu yeme içme gibi maddî şeylerden kendilerini alıkoymak şeklinde olur. Çünkü onlar gıybet, yalan ve benzer günahlardan uzak kalamazlar.

2- Avamın bir öte basamağında olan halli kimselerin orucu ise kendilerini Hak’tan ayrı bırakan her tür fuzuli işlerden uzak durmak şeklinde olur.

3- Maneviyat yolunda hayli mesafe kat etmiş sufilerin orucuna gelince onlar, kalbi Allah’tan alıkoyan her dünyevi düşünceden muhafaza eder, her şeyi Allah için yapar, kalplerini daima Rablerinin zikri ile meşgul ederler. İşte böyle oruç tür tutanların orucu ebedîdir, iftar ile oruçları şeran sona erse bile manen kalbî oruçları devam eder. Onların oruçları da, namazları gibi daimîdir. (el-Bahru’l-medîd, I, 186).

RAMAZAN'DA GELEN İLAHİ YARDIM

Allah Teâla bu ayda ibadetleri kolaylaştırmış, şeytanları bağlayarak ilahi yardımını göndermiştir. Şimdi sıra biz de olup bizde kendimize düşeni yapmalı, nefislerimizi kâmil manada oruç ile bağlamalıyız. İmam Rabbani Ramazan-ı şerifi yılın geri kalan aylarının özeti olarak görür ve şöyle der:

“Eğer bir kimse bu ayda hayırlı ve iyi işler yapmaya muvaffak olursa, bütün yıl boyunca kendisine başarı ihsan ederler. Eğer bu ayı gönül dağınıklığı (tefrika) ile geçirirse, bütün yıl boyunca dağınık olur. İmkân nispetinde gönül dirliği ve huzuru (cemiyyet) içinde bulunmaya gayret etmeli ve bu ayı ganimet saymalıdır. Bu ayın gecelerinden her gecede Cehennemi hak eden binlerce kişiyi âzâd ederler. Bu ayda Cennet’in kapılarını açarlar, Cehennem’in kapılarını kapatırlar. Şeytanları bağlayıp rahmet kapılarını açarlar” (Mektûbât, I, 45)

Bu sebeple Ramazan ayının kıymetini bilemeyenler, bu ayı gafilcesine geçirenler büyük kayıptadır. Gafil geçirmekten kastımız oruç tutmamak değildir, zira mazereti olmadan oruç tutmamak zaten bir Müslümanın yapacağı iş değildir. Gafletten kastımızı şu hadislerde açıkça ifade edildiği üzere Ramazanın ruhuna uymayan işler yapmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:

“Kim ki, yalancı şahitliği ve onunla amel etmeyi terk etmezse, (oruçlu için) Allah’ın onun aç ve susuz kalmasına ihtiyacı yoktur.”

ORUÇ TUTANLARIN ADINI KÖTÜYE ÇIKARTANLAR

Oruçlu iken vakitlerini malayani işlerle geçiren, dedikodu, riyakârlık, yalan ve iftira gibi haram işlerden çekinmeyen kimseleri Mevlana hazretleri şöyle zemmeder:

Oruç ayında yemek bulamayan kedi de oruç tutar. Tutar ama onun orucu gaflete dalmış bir kuşu avlamak içindir. Bu yüzden kedi kendini uyur gibi gösterir.

Böyle gösteriş sahibi riyakârlar, yüzlerce kişiyi gerçek Müslümanlar hakkında kötü zanna düşürüp, cömert kişilerle, oruç tutanların adını da kötüye çıkarırlar. (m. V.193-94)

Nitekim bazı kesimler iftar sofralarını israf, lüks ve gösteriş ortamlarına çevirmekte, Müslümanların ve orucun üzerine gölge düşürmektedir. Yüce Rabbimizden niyazımız Ramazan-ı şerifi en güzel şekilde ihya etmeyi hepimize nasip etmesi, her tür malayaniden bizleri koruması, orucumuzu tüm bedenimizle özellikle de kalbimizle tutmayı bizlere ihsan etmesidir. Oruçtan mükafatımız bu dünyada marifetullah ahirette ise ruyetullah (Allah’ın cemalini görmek) olsun. Amin.

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, 376. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.