Tâ-Hâ Suresi 106. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Tâ-Hâ Suresi 106. ayeti ne anlatıyor? Tâ-Hâ Suresi 106. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Tâ-Hâ Suresi 106. Ayetinin Arapçası:

فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًاۙ

Tâ-Hâ Suresi 106. Ayetinin Meali (Anlamı):

“Böylece yerlerini dümdüz, bomboş bir halde bırakacak.”

Tâ-Hâ Suresi 106. Ayetinin Tefsiri:

Münkirlerin, Resûlullah (s.a.s.)’e: “Sen dünyanın fenâ bulacağını iddia ediyorsun. Bu dediğin doğru olsaydı, onun yok olmaya yüz tutması için bir taraflarından eksilmeye başlaması gerekirdi. Fakat biz dünyada böyle bir noksanlaşma göremiyoruz. Dağları oldukları gibi yerinde görüyoruz. Kıyâmet kopacaksa bu kocaman dağlar ne olacak, nereye gidecek?” şeklindeki itirazlarına cevap olarak  bu âyetler inmiştir. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 101)

Cenâb-ı Hak dağları kıyâmet günü köklerinden söküp ko­paracak, birbirine çarpıp unufak edecek, sonra onları akabilecek şekilde kum haline dönüştürecek, sonra da rüzgârların etrafa dağıtabilecekleri şekilde atılmış renkli yün gibi yapacaktır. Bundan sonra dağlar, etrafa dağıtılmış toz zerreleri haline gelecektir. Bu hususları beyân eden bazı âyet-i kerîmeler şöyledir:

“Artık sûra şiddetli bir üfleyişle üflendiğinde… Yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp, birbirine tek çarpışla çarpılıp paramparça edildiğinde…” (Hâkka 69/13-14)

“Dağlar yerlerinden koparılıp yürütülür, bir serâp hâlini alır.” (Nebe 78/20)

“Dağlar da atılmış rengârenk yünlere döner.” (Kâria 101/5)

“Yer şiddetli bir sarsılışla sarsıldığı, dağlar parçalanıp darmadağın edildiği, uçuşan toz zerreleri haline geldiği zaman…” (Vâkıa 56/4-6)

 Sonra Yüce Allah, onların yerlerini üzerlerinde hiçbir bitki ve binâ bulunmayan dümdüz, açık, geniş ve kaygan bir zemine dönüştürecektir. O zemin öyle dümdüz olacak ki, bakan kişi orada ne bir vâdi ne bir tepe, ne bir alçaklık ne bir yükseklik, ne bir iniş ne bir çıkış, ne bir çukur ne bir tümsek, ne bir eğrilik ne bir yumruluk, ne bir çatlaklık ne bir iz görebilecektir.

Mahşer kalabalığının içinden esrarengiz bir davetçi çıkıp “Gelin!” diye seslenecek:

Tâ-Hâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Tâ-Hâ Suresi 106. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.