Şûrâ Suresi 8. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Şûrâ Suresi 8. ayeti ne anlatıyor? Şûrâ Suresi 8. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Şûrâ Suresi 8. Ayetinin Arapçası:

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

Şûrâ Suresi 8. Ayetinin Meali (Anlamı):

Allah dileseydi insanları doğru yol üzere bir tek ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur. Zâlimlere gelince, onlar için ne işlerini üzerine alacak bir kouyucu vardır, ne de bir yardımcı.

Şûrâ Suresi 8. Ayetinin Tefsiri:

  اُمّ الْقُرٰى  (Ümmü’l-Kurâ), Mekke’dir. Mekke, insan hayatının buradan başlayıp yayılması, içerisinde yeryüzünün ilk mâbedi olan Kâbe’nin bulunması, orada Makâm-ı İbrâhim, Hacer-i Esved gibi ilâhî nişânelerin bulunması gibi sebeplerle şerefli kılınmış ve bu yüzden ona “Şehirlerin Anası” rütbesi verilmiştir. “Çevresi”nden maksat ise tüm dünyadır. Kur’an ilk olarak Mekke halkını sonra da zaman, zemin ve imkânlar elverdikçe dalga dalga tüm dünya halklarını uyarmak için Arapça indirilmiş cihanşumûl bir kitaptır. Arapça bilenler onu, orijinal diliyle okuyup anlayacak ve gereğince amel edeceklerdir. Arapça bilmeyenlere de onun mâna ve mesajları anlayacakları dille tebliğ edilecektir. Zaten realitede de durum böyle gerçekleşmiştir. Şunu belirtelim ki, Kur’an’ın Allah kelâmı oluşunda hiçbir şüphe bulunmamakla beraber, herkesin ona inanma gibi bir mecbûriyeti de yoktur. Allah Teâlâ’nın küllî iradesi böyle tecelli etmiştir. Bu yüzden insanlar ya kendi tercih ve ihtiyarlarıyla Kur’an’a inanıp Allah’ın rahmetine ereceklerdir. Ya da onu inkâr edip cehenneme gireceklerdir. Fakat doğrusu, her şeye kadir olup ölüleri de diriltecek olan hakiki Velî’nin Allah olduğunu bilip sadece o “Gerçek Dost”a kulluk yapmaktır. Her türlü problemimizin çözümünde O’nun hükmüne baş vurup boyun eğmektir:

Şûrâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Şûrâ Suresi 8. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.