Siyer Nedir, Kaynakları Nelerdir?

Siyer ne demektir? Siyer-i Nebi’nin kaynakları nelerdir? Siyer ilmi ne zaman ortaya çıktı? Siyer ilminin temsilcileri kimlerdir? Siyer-i Nebi’nin tarihi ve kaynakları.

Lügatte, hal, şekil, durum, davranış, idare, yol, hareket, yürüme, âdet, bir kimsenin ahlâkı, seciyesi ve hayat hikâyesi gibi mânâlara gelen siyer, sîret kelimesinin çoğuludur.

SİYER NE DEMEKTİR?

Siyer; ıstılahta ise Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in mübârek hayatını ve şahsiyetini, tebliğ faaliyetlerini, siyasî ve askerî mücadelelerini konu alan bilim dalına verilen isimdir. “Siyer ve Megāzî” diye de geçer.

“Savaş yeri, savaş ve savaş hikâyeleri” anlamındaki mağzât kelimesinin çoğulu olan megāzî ise Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in gazve ve seriyyelerinin tarihine ve bu konuda yazılan kitaplara isim olmuş, siyer kelimesinin eş anlamlısı hâlinde hem kendi başına hem siyerle birlikte kullanılmıştır.

Zamanla Siyer, sâdece Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in hayatı için kullanılan bir ıstılah hâline gelmiş, sîret ise başka şahsiyetlerin hayatlarını anlatan kitapların adlarında da yer almıştır.

Siyer terimi aynı zamanda savaş, esirler ve ganimetler başta olmak üzere devletler hukuku dallarına giren konulara isim olarak verildiği gibi, bu alanda yazılan kitapların isminde yer almış, ayrıca fıkıh kitaplarının bu mevzuları ele alan kısmının ismi olmuştur.

İslâm dünyasında Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hayatı ve şahsiyetine duyulan alâka, Kur’ân-ı Kerîm’in ve İslâm dininin ona atfettiği ehemmiyet ve kıymetten kaynaklanır. Bir müslümanın bu alâkası, “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğuna” şehâdet edip dine girmesiyle başlar. Zîrâ kişi, kendi hayatında Rehber’inin yani Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yolunu izlemiyorsa Müslüman olamaz.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şahsiyetine derin bağlılığın ve alâkanın esas sâiki, ilâhî ve Kur’ânî’dir. Esasen Kur’ân-ı Kerîm müslümanlara ilimle uğraşma ve tedvin hareketini başlatma hususunda örnek olduğu gibi ilmin ehemmiyetini bildiren âyetleriyle de müslümanları ilme teşvik etmiştir. Onlar da Kur’ân-ı Kerîm’in iyi anlaşılabilmesi için kıraat, tefsir, Arap dili ve edebiyatı; Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in daha iyi tanınması ve bilinmesi için de hadis ve siyer-megāzî konularında tedvin faaliyetlerine başlamışlardır.

SİYER İLMİ NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Sahâbe neslinden itibaren Müslümanlar Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in hayatını ve şahsiyetini tanımak ve tanıtmak için gayret göstermişler, Sünnet’in tesbiti için yaptıkları hadis toplama çalışmalarının bir benzerini siyer ve megāzî sahasında yaparak bu ilim dalının temellerini atmışlardır. Kaynaklarda sahâbîlerin Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ile beraber oldukları dönemde siyer ve megāzî sahasına duydukları alâkayı gösteren çeşitli haberlere rastlanmaktadır:

- Meselâ sahâbîlerin Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den kendisinden bahsetmesini istedikleri, bunun üzerine onun;

“–Ben babam İbrâhim’in duasıyım…” diye başlayan meşhur cevabını verdiği,[1]

- Bedir Gazvesi’nden hemen sonra sohbet ederlerken bu savaşta Allah’ın kendilerine yönelik lutuf ve ihsanından söz ettikleri[2] kaydedilmektedir.

- Siyer ve megāzîyi yakından ilgilendiren, Medine’de yazıya geçirilen ilk sözleşmenin (Medine Sözleşmesi), İslâm’a dâvet mektuplarının, Hudeybiye Sulhü gibi antlaşma metinlerinin, bazı şahıs ve kabilelere verilen iktâ ve ahidnâme gibi belgelerin birer örneği saklanmıştır. Bir kısmı da sözlü olarak rivayet edilip daha sonra kayda geçirilmiştir.

Mektuplara dâir bir misâl:

Mersed bin Zabyân (r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den bize bir mektup geldi. Onu bize okuyuverecek bir kâtip bulamadık. Sonunda Benî Dubeyʻa kabilesinden bir kişi onu okudu. Şöyle buyuruyordu:

«Allah’ın Rasûlü’nden Bekir bin Vâil’e… Müslüman olun selâmet bulun!».” (Ahmed, V, 68; İbn-i Hibbân, Sahîh, XIV, 500/6558)

- Medine Sözleşmesi ve Medine Haremi sınırlarını gösteren belge ile develerin zekât miktarına dair belgenin Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in kılıcında asılı durduğu, bunların vefatından sonra Hz. Ali’ye intikal ettiği bilinmektedir.

SİYER KAYNAKLARI

Siyer ilminin en mühim kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve tefsir kitaplarıdır. Kur’ân-ı Kerîm Bedir, Uhud, Hendek, Huneyn gibi târihî hâdiseleri zikreder. Bu gazvelerin gerçekleştiği şartları, ortamı, umûmî havâyı ve diğer mühim hâdiseleri tasvir eder. Başka kaynaklarda bulmamız mümkün olmayan rûhî ve psikolojik boyutları da ortaya koyar. İnsanların o esnâda sâhip oldukları niyet ve düşüncelerini açıklar. Bunun yanında önceki peygamberlerden ve Arap Yarımadası hâricindeki hâdiselerden bahsederek Müslümanların târihî bakış açılarını alabildiğine genişletir.

İkinci sırada ise Hadîs-i Şerîfler gelir. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hadîs-i şerîfleri, Asr-ı Saâdet’le birlikte daha sonra gelen İslâm toplumlarındaki kültürel, ictimâî, iktisâdî ve idârî hayatla alâkalı pekçok mevzuyu da ihtivâ etmektedir. Zira Müslümanlar târih boyunca büyük oranda Sünnet-i Seniyye’yi hayatlarına tatbik etmişlerdir.

Sahâbe neslinin hadislerin rivayet ve tesbitinde çok aktif rol oynadığı, elli civarında sahâbînin bazı hadisleri sahîfelere yazmış olduğu ifade edilmektedir.[3] Yani Efendimiz (s.a.v)’in öğrettiği şeyler, bizzat kendi denetimi altında kaleme alınmış ve emin bir şekilde sonraki nesiller için muhafaza edilmiştir. Zîrâ Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in hadis-i şerîfleri, O’nun Sünnet’inin hazineleridir. Bu sebeple O’nun, İslâm toplumunda hadîs-i şerîflerin yayılması için bir takım hazırlıklar yapması gerekiyordu.

- Sahâbîlerden Abdullah ibn-i Amr ibn-i Âs’ın yazdığı es-Sahîfetü’s-sâdıka’da siyer ve megāzîye dair hadisler de yer alıyordu. Muhtemelen kendisinin siyer ve megāzîye dair bir risâlesi de vardı.[4]

Abdullah bin Amr bin el-As (r.a) anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den duyduğum her şeyi yazıyor, onları ezberlemek ve korumak istiyordum. Kureyş beni bundan men etti ve:

“−İşittiğin herşeyi yazıyor musun? Hâlbuki Allah Rasûlü (s.a.v) de bir beşerdir, hem kızgınlık hem de sukûnet hallerinde konuşur!” dediler.

Bunun üzerine yazmayı bıraktım ve durumu Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e arzettim. Efendimiz (s.a.v) parmağıyla mübârek ağzını işaret ederek şöyle buyurdular:

“−Yaz, nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz!” (Ebû Dâvûd, İlim, 3/3646)

- Çocuk sahâbîlerden Sehl ibn-i Ebî Hasme el-Ensârî’nin Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in hayatına dair bir sahîfesi olduğu, torunu Muhammed ibn-i Yahyâ bin Sehl’in yanında bulunan bu metinden Vâkıdî’nin faydalandığı, hatta bu sahîfenin tamamını kendi kitabına aldığı zikredilmektedir.[5]

- Ashâb-ı kirâmdan Berâ bin Âzib, Sa’d ibn-i Ubâde, Humeyd ve Alâ bin Hadramî’nin de megāzîye dair sahîfeleri olduğu anlaşılmaktadır.[6]

- Abdullah b. Abbas (r.a) sahâbîlerden duyduğu hadisleri bizzat kendi yazmış, bazen kölelerini de bu maksatla çalıştırmış, bunları oluşturduğu ders halkalarıyla yeni nesle intikal ettirmiş, belli konular için günler tayin etmiş, bir günü tefsire, bir günü fıkha, bir günü megāzîye ayırmıştır. Onun yazdıkları vefatından sonra kölesi ve talebesi Kureyb’e, ondan da siyer ve megāzî sahasında ilk kitaplardan birini yazan Mûsâ bin Ukbe’ye intikal etmiştir.[7]

- Sahâbî Berâ b. Âzib (r.a) de siyer ve megāzîye dair birçok hadis rivayet etmiştir. Kendisinin bunları yazmış olduğuna dair kaynaklarda bir haber yer almamakla birlikte Buhârî bu hadislerin birçoğunu el-Câmiu’s-sahîh’ine almıştır.

- Ebû Hüreyre (r.a) (v. 58/677), talebesi Hemmâm bin Münebbih (v. 101/718) için es-Sahîfetü’s-Sahîfa’yı hazırlamıştır. 4 yazması bulunan eser Muhammed Hamîdullah tarafından neşredilmiştir.

SİYER İLMİ NE ZAMAN ORTAYA ÇIKTI?

7. yüzyılın yarısına kadar hadislerin tedviniyle birlikte iç içe yürütülen siyer ve megāzî çalışmaları giderek kendine has bir seyir takip etmeye başlamıştır. Bu dönemden itibaren kaleme alınmaya başlanan sahîfeler veya risâleler siyer yazıcılığındaki müstakil gelişmelerin işaretleri olarak görülebilir. Bu gelişmeleri sağlayanların hemen tamamının aynı zamanda hadislerin yazıya geçirilmesinde aktif rol oynamış muhaddisler olduğu dikkati çekmektedir.

Teyzesi Hz. Âişe (r.a) başta olmak üzere bazı sahâbîlerden aldığı hadisleri rivayet etmesiyle bilinen Urve bin Zübeyr (r.a) (v. 94 h.) bunların başında gelmektedir. Medineli yedi fakihten biri olarak tanınan Urve, aynı zamanda tâbiînden sika (güvenilir) bir muhaddistir. Siyer ve Megāzî’nin esaslarını tesbitte öncülük yapmış, Emevî halifeleri Abdülmelik b. Mervân ve Velîd b. Abdülmelik ile Velîd’in yakın adamı İbn Ebû Hüneyde’nin Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in gazveleri ve siyerine dair sorularına Medine’den yazılı cevap vermiştir. Urve’nin bu uzun cevaplarından Abdülmelik’e gönderdikleri, oğlu Hişâm ibn-i Urve yoluyla, Velîd ve İbn Ebû Hüneyde’ye gönderdikleri ise İbn Şihâb ez-Zührî (v. 124 h.) yoluyla rivayet edilmiş, bunlar ilk yazılı siyer metinleri olarak günümüze kadar gelmiştir.[8]

Farklı kaynaklardan zamanımıza ulaşan İslâm tarihçiliğinin ilk örnekleri olan bu metinlerin üslûbunun sağlam, açık, mübalağa ve yönlendirmelerden uzak olduğu görülmektedir. Ayrıca Kur’ân âyetlerini delil ve şahit olarak rivayetleri arasına alması, adı geçen şahısların neseplerini bilhassa zikretmeye îtinâ göstermesi ve hâdiselerle alâkalı şiirlere de zaman zaman yer vermesi Urve’nin siyer ve megāzî üslûbuna kazandırdığı husûsiyetler olarak dikkati çeker. Onun Meğāzî adlı bir kitabı olduğu, talebesi Ebü’l-Esved’in Mısır’da onun Meğāzî’sini okuttuğu, Vâkıdî’nin onun hakkında “megāzî sahasında ilk tasnif yapan şahsiyet” dediği kaydedilmektedir.[9]

Tâbiîn döneminde siyer ve megāzî sahasındaki telif çalışmalarında adı geçen bir diğer şahsiyet Hz. Osman’ın oğlu Ebân’dır (v. 101-105 h.). Tâbiînden sika bir muhaddistir.

Abdülmelik b. Mervân zamanında Medine valiliği yapan Ebân, halifenin oğlu veliaht Süleyman 82 (701) yılında hac için Medine’ye geldiğinde kendisine şehri gezdirip Uhud ve Kubâ’ya götürür, onun bu yerler hakkındaki sorularına cevap verir. Aldığı bilgilerden memnun olan Süleyman, Ebân’dan kendisi için Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in bir siyerini yazmasını ister. Ebân, “Böyle bir eser bende var; kendisine güvendiğim kimselerden düzeltilmiş bir halde bunu aldım” diye cevap verince Süleyman kendisi için de bir nüsha istinsah edilmesini emreder ve bunun için ona on adet ince deri kâğıt verir. Süleyman yazılan nüshayı okuduğunda içinde Ensâr’ın faziletine dair bilgilerin bulunmasını yadırgayıp onu yaktırır.[10] Bu siyer sahîfesinin bu tarihte Medine valisinin elinde bulunması, megāzî çalışmalarının tâbiîn döneminde yazıya geçirildiğini göstermektedir. Ebân, müellifi belirtilmeyen bu sahîfeye sahip olmasından dolayı megāzî yazarları arasında zikredilmiş olmalıdır.

Başka kaynaklarda pek yer almayan nâdir bazı haberleri rivayet eden Şurahbîl bin Sa’d el-Hatmî el-Medenî (v. 123/740) de siyer ve megāzî konusunda tâbiînin meşhur şahsiyetlerindendir. Sadûk (doğru sözlü)dür. İbn-i Uyeyne; “Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in gazvelerini ve Bedir ehlini ondan daha iyi bilen biri yoktur!” demiştir.[11]

Âsım bin Ömer bin Katâde el-Ensârî (v. 120/738), Ömer b. Abdülazîz’in hilâfeti döneminde megāzîye ve ashabın menâkıbına dair Dımaşk Camii’nde halka ders verdikten sonra[12] Medine’ye dönüp vefatına kadar öğretim faaliyetlerine devam etmiştir. Sahîfelerindeki rivayetlerin büyük bir kısmı başta talebesi İbn İshak olmak üzere İbn Sa’d ve Taberî’nin eserleri yoluyla bugüne ulaşmıştır.

Sika (güvenilir) bir muhaddis olan Abdullah ibn-i Ebû Bekir el-Hazrecî (v. 130/747-48), Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in mektupları yanında siyere dair birçok konuda büyük dedesi sahâbî Amr ibn-i Hazm’ın topladığı haberleri yazarak muhafaza ve rivayet etmiştir.

Ömer b. Abdülazîz’in hadisleri toplamakla vazîfelendirdiği İbn Şihâb ez-Zührî (v. 124/742) siyer ve megāzî yazıcılığını yeni bir safhaya intikal ettirmiştir. Urve’nin Hz. Âişe’den, Âsım b. Ömer’in Mahmûd b. Lebîd’den, Abdullah b. Ebû Bekir’in babasından aldığı haberleri toplayıp bunları siyer ve megāzî sahasında eser verecek olan talebeleri Mûsâ bin Ukbe, İbn İshak ve Ma’mer bin Râşid’in kolayca ulaşabilecekleri yazılı bir metin hâline getirmiştir. Zührî’nin, kendi adına müstakil bir megāzî kitabı bugüne ulaşmamıştır. Bununla birlikte bilhassa talebelerinden Mûsâ bin Ukbe ile Ma’mer bin Râşid’in eserlerinde yer alan haberler göz önüne alındığında, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hayatının büyük bir kısmının onun yazılı rivayetlerine dayanılarak kaleme alınabileceği görülür. İmâm Zührî, aynı zamanda asrının büyük muhaddislerindendir.

Ma’mer bin Râşid’in (v. 153/770) Abdürrezzâk es-San’ânî’nin (v. 211/826) el-Musannef’inde on dördüncü bölüm olarak yer alan “el-Meğāzî”si el-Meğāzi’n-Nebeviyye adıyla neşredilmiştir.[13] Ma’mer bu eserde Zührî’nin yanı sıra başka kimselerden gelen birkaç haberi rivayet etmesinden dolayı ilk dönem siyer ve megāzî âlimleri arasında sayılmıştır. Kendisi aynı zamanda muhaddistir, sikadır ve Zührî’nin talebelerindendir.

SİYER İLMİNİN İLK TEMSİLCİLERİ

Siyer ve megāzî sahasındaki çalışmaların en verimli dönemi tâbiîn döneminin son temsilcilerinin eserlerini yazdıkları 8. yüzyılın ilk yarısına rastlar. Bu dönemin âlimleri kendilerinden önce sahîfe ve risâlelerde toplananlarla ulaşabildikleri diğer rivayetleri konularına göre tasnif edip kronolojik sıraya koyarak siyer ve megāzî kitaplarına son şeklini veren eserlerini telif etmişlerdir. Bu neslin müelliflerinden Mûsâ bin Ukbe (v. 141/758) kaynakları arasında Urve, Abdullah ibn-i Abbâs, Nâfi’ ve Zührî gibi şahsiyetlerden gelen haberlerin yer aldığı Kitâbü’l-Meġāzî adlı eserinde;

- Kâbe’nin yeniden inşası,

- İlk vahyin gelişi,

- Habeş muhacereti,

- Tâif yolculuğu gibi Mekke dönemi olaylarına,

- Medine döneminde ise başta gazve ve seriyyeler olmak üzere Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in siyerine dair bazı gelişmelere yer vermiştir.

Eser;

- İlk Müslümanların,

- Habeşistan muhacirlerinin,

- Akabe biatlarına ve Bedir Gazvesi’ne katılanların,

- Mekke’nin fethinde müslüman olanların isim listelerini vermesiyle temayüz eder. Kendisinden sonra birçok kişinin faydalandığı Kitâbü’l-Meġāzî’nin nüshalarının X. (XVI.) yüzyılda hâlâ mevcut olduğu, Diyarbekrî’nin Târîhu’l-hamîs’ini kaleme alırken[14] eserden genişçe faydalanmasından anlaşılmaktadır. Bu kitaptan zamanımıza intikal eden ve Prusya Devlet Kütüphanesi’nde bulunan bir parçayı Eduard Sachau, Arapça metni ve Almanca tercümesiyle birlikte yayımlamıştır.[15] M. Mustafa el-A’zamî Mûsâ b. Ukbe’nin haberleriyle Urve b. Zübeyr’in rivayetlerinin bir kısmını mukayese ederek aralarındaki benzerliğe dikkati çekmiştir.

Mûsâ bin Ukbe, aynı zamanda sika bir muhaddistir. İmâm Mâlik onun meğâzîye dâir kitabını medhetmiş ve “O, meğâzîye dâir en sahih kitaptır” demiştir.[16]

Siyer’e dâir haberleri çokça rivâyet edenler arasında şu âlimler de vardır:

Âmir ibn-i Şerâhîl eş-Şa’bî (v. 103 h.), muhaddistir, sikadır, Kitâbu’l-Meğâzî’si vardır.

Âsım bin Ömer bin Katâde (v. 119), muhaddistir, sikadır.

Yezîd bin Hârûn el-Esedî el-Medenî (v. 130), tâbiînden sikâ bir râvîdir. Urve ve Zührî’ye dayanarak siyer alanında bir eser telif etmiştir. İbn-i İshâk kendisinden rivâyetlerde bulunur.

Süleymân bin Tarhân et-Teymî (v. 143), tâbiînden sika bir muhaddistir. Cerh ve Ta’dîl âlimlerindendir. Siyere dâir eserinin 77 sayfalık kısmı, Hindistan’da Vâkıdî’nin Meğâzî’sinin sonuna ilâve edilmiş şekilde bulunmuş ve aynı şekilde neşredilmiştir.

Kaynaklarımızda, bu alandaki rivâyetlerle meşgul olan daha pekçok isim zikredilir.[17]

Görüldüğü üzere Siyer ile uğraşan ilk âlimler umumiyetle muhaddistir. Cenâb-ı Hak, hadis alanında büyük âlimler yaratarak Rasûlü’nün Sîreti’ni kaybolmaktan, tahriften, mubâlağa ve abartılardan muhâfaza buyurmuştur. Onlar, târihçiler ve kıssacılar bu alanda kalem oynatmadan evvel Siyer ilmine büyük bir ihtimam göstermişler ve ilk kaynaklarını tedvin etmişlerdir. İşte bu hususiyet, Siyer kaynaklarının ayırıcı vasfıdır. Zira bu işle meşgul olan muhaddisler;

- Sika ve rivâyet husûsunda güvenilir kişilerdir;

- Rivâyetlerin sened ve metinlerinin tenkîdi husûsunda açık kâide ve metodları olan büyük âlimlerdir;

- Gayet ciddî bir üslûba sâhip olup lüzumsuz uzatma ve mübalağalardan uzak kalmışlardır.[18]

Burada şuna da işaret etmek lâzımdır ki ilk Siyer kitaplarının gerçekten erken bir vakitte telif edilmiş olması, onlara çok büyük bir ilmî kıymet kazandırmıştır. Bu eserlerin müellifleri tâbiîndendi ve onlar kitaplarını yazdıklarında sahâbe-i kiramdan pekçok kişi mevcuttu. Bu sahâbîler, siyer yazarlarını tenkid etmemişlerdir. Bu da onların yazdıklarını ikrâr ve tasdik ettiklerini gösterir. Ashâb-ı kirâm, Siyer ilminin konularını bizzat yaşamış insanlardı. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e olan dâsitânî muhabbet ve bağlılıkları, O’na tâbî olmadaki titizlikleri ve bütün hükümlerde O’nun Sünnet-i Seniyye’sini tâkip etmeleri, Siyer’e dâir haberlerin her tarafa yayılmasını, devamlı müzâkere edilip ezberlenmesini kolaylaştırmıştır.[19]

Bahsetmiş olduğumuz bu ilk eserlerin bir kısmı zamanla kaybolmuş olsa da bize ulaşan diğer kaynaklar, onlardan senedleriyle birlikte pekçok nakillerde bulunmuşlardır. Yani ilk eserler, daha sonraki eserlerin hammaddesini, ana kaynağını teşkil etmiştir.

SİYER KİTAPLARINA SON ŞEKLİNİ VEREN ALİM

Siyer kitaplarına günümüzde bilinen şeklini veren Muhammed İbn-i İshak’tır (v. 151/768). Yukarıda adı geçen şahsiyetlerin rivayetlerinin yanında çoğu ashâb-ı kirâmın çocukları olan Medineli 100 kadar râviden, ayrıca İskenderiye’ye giderek Yezîd b. Ebû Habîb başta olmak üzere diğer âlimlerden hadis, siyer ve megāzî haberleri almak sûretiyle kendisinden önce kimsenin toplayamadığı zengin haberleri elde etmiştir. Sonra bunları tasnif ederek meşhur eseri Kitâbü’l-Mübtede ve’l-mebʻas ve’l-meğāzî’yi (Sîretü İbn-i İshâk) kaleme almıştır. Siyer ve megāzî sahasında kitap yazanlar başta olmak üzere pek çok tarihçi onun kitabından iktibaslarda bulunmuş, kendisi hayatta iken onlarca râvi bu kitabın rivayetiyle meşgul olmuştur.

İbn-i İshâk, Zührî’nin talebelerindendir. Meğâzî’de imamdır fakat rivayetleri Hadîs âlimleri katında “Sahih” derecesine çıkmaz. Kendisine rivâyet edildiğini bizzat ifade ettiği haberler, “Hasen” derecesinde kabul edilir. Çünkü “müdellis”tir. Sîre’si, hasen ve zayıf rivayetlerden oluşur. Onun, kitabını daha sonra tenkîh ettiği (ayıkladığı) söylenir.[20]

Hicretin ilk iki asrında siyer ve megāzî sahasında eser verenlerin sonuncusu ve en meşhurlarından biri de Muhammed ibn-i Ömer el-Vâkıdî’dir (v. 207/ 823). Onun Kitâbü’l-Meğāzî’sinin en bâriz husûsiyeti Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yalnızca Medine dönemindeki gazve ve seriyyelerini ele almış olmasıdır. Vâkıdî, daha önce yazıyla tesbit edilmiş rivayetler ve birçok resmî belge yanında savaşlara katılan sahâbîlerin çocukları ve torunlarından bilgiler toplamış, gazve ve seriyyelerin tarihlerini en doğru şekilde belirlemeye, cereyan ettikleri yerleri ve güzergâhlarını bizzat gidip görmeye gayret göstermiştir. Haberlerin doğruluğu hususunda farklı rivayetleri yalnızca zikretmekle yetinmemiş, tercihlerini zaman zaman ifade etmiş ve gelişmelerin fıkhî neticelerine işaret etmiştir.

Vâkıdî, Megāzî sahasında büyük bir otoritedir. Çok geniş bir ilme sahiptir. Lâkin muhaddisler katında zayıf kabul edilir. Kitabında sahih rivâyetlerle birlikte zayıflarına da yer verdiği için makbul görülmemiş, ancak Siyer ve ashâb-ı kirâmın haberleriyle alâkalı hususlarda kendisinde müstağnî kalınamayacağı da ifade edilmiştir.

İbn-i Hişâm’ın (v. 213) Sîret’i ise İbn-i İshâk’ın Sîret’inin tehzîbidir. İbn-i Hişâm, ondan pekçok İsrâiliyât ve lüzumsuz şiiri çıkarmış, dil ve neseplerle alâkalı bilgiler ilâve etmiştir. Bu tehzîbden sonra kitap, âlimlerin çoğu tarafından kabul görmüş ve herkesin istifade ettiği mühim bir kaynak hâline gelmiştir.

Hicretin ilk iki asrındaki bu çalışmalar neticesinde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hayatı, şahsiyeti ve gazveleriyle alâkalı ana bilgiler bir araya getirildiği gibi siyer ve megāzî kitaplarının planı ve konuları da sağlam bir şekilde tesbit edilmiştir. Bütün bu çalışmalar, daha sonra gerek siyer-megāzî gerek tabakat veya tarih adıyla telif edilecek eserlerin esas kaynağı olmuştur.

SİYER VE MEGĀZÎYE YER VEREN İLK TABAKAT MÜELLİFİ

Siyer ve megāzîye yer veren ilk tabakat müellifi İbn Sa’d’dır (v. 230/ 845). İbn-i Sa’d, Hadis âlimleri yanında sikadır (güvenilirdir), rivâyetlerini iyice araştırır ancak zayıf râvîlerden de rivâyette bulunur.

Kâtibü’l-Vâkıdî diye meşhur olan İbn Sa’d, hocasının kitaplarından nakiller yapması yanında onun kütüphanesinden istifade ederek sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînin biyografilerini kapsayan meşhur eseri Kitâbü’t-Tabakāti’l-kebîr’ini (et-Tabakātü’l-kübrâ) kaleme almıştır. Eserin siyer ve megāzîye tahsis edilen ilk iki cildi, İbn İshak-İbn Hişâm ve Vâkıdî’den sonra Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hayatı ve şahsiyeti üzerine kaleme alınmış en eski metindir. İbn Sa’d eserini yazarken İbn İshak, Ebû Ma’şer es-Sindî, Mûsâ bin Ukbe ve hocası Vâkıdî’nin eserleri başta olmak üzere daha önceki siyer ve megāzîlerden faydalanmıştır.

İslâm dünyasında fütuhat tarihçisi olarak tanınan Belâzürî’nin (v. 279/892) Ensâbü’l-eşrâf’ı[21] kabile esasına göre düzenlenmiş bir tabakat kitabıdır. Tabakâtının başına siyer yazan ikinci müellif olarak dikkati çeken Belâzürî, esere Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in hayatını anlatarak başlar. Muhaddisler onu biraz zayıf görürler.

Sahâbenin hayatını ele alan diğer tabakat kitaplarının hepsinde de çok zengin siyer ve megāzî bilgileri bulunmaktadır.

EN ÖNEMLİ SİYER KİTAPLARI

Siyer’e dâir mühim eserlerin bir kısmı şunlardır:

İbn-i Abdi’l-Berr (v. 463), asrının en büyük muhaddislerindendir. ed-Dürer fî ihtisâri’l-meğâzî ve’s-siyer ismiyle mühim bir eseri vardır.

İbnü Seyyidi’n-nâs (v. 734), Uyûnu’l-eser fî fünûni’l-meğâzî ve’ş-şemâil ve’s-siyer. Muhaddistir, sikadır.

İbnü Kayyım el-Cevziyye (v. 751), Zâdü’l-meâd fî hedyi hayri’l-ıbâd. Asrındaki âlimlerin en büyüklerindendir. Kitabı şemâil, âdâb, fıkıh ve meğâzî alanlarında büyük bir kıymeti hâizdir.

Zehebî (v. 748), es-Sîratü’n-Nebeviyye. Sika bir müelliftir. Tenkidci ve sağlam bir akla sahiptir. Bilhassa da muhaddislerin kâidelerini kullanma husûsunda.

TARİH KİTAPLARINA SİYER İLE BAŞLAYAN ALİMLER

Târih kitabı yazarken eserine Siyer’le başlayan âlimler de vardır. Bunlardan Halîfe bin Hayyât (v. 240) muhaddistir, sikadır ve İmâm Buhârî’nin hocalarındandır. Onun et-Târîh adlı eseri günümüze ulaşan en eski tarih kitaplarındandır. Kronolojik esasa göre yazılan eser, tarihlendirmenin önemine dair bazı âyet ve hadisler, insanların kullandığı takvimler ve Hz. Ömer (r.a) zamanında hicretin tarih ve takvim başlangıcı olarak kabul edilmesine dair rivayetlerle başlar. Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in doğum tarihiyle Mekke ve Medine’deki ikamet sürelerine dair haberlere kısaca yer verdikten sonra hicretin 1. yılından (622) başlayarak Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in dönemini kısaca anlatır.

İslâm dünyasında tarihçilerin babası diye tanınan, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk’ün müellifi İbn Cerîr et-Taberî’nin (v. 310) temel husûsiyeti Hz. Âdem’den başlayarak kendi imkânlarına göre bir dünya ve peygamberler tarihi yazmaya başlamasıdır. Ardından peygamberler tarihinin devamı ve son halkası olmak üzere Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Mekke ve Medine dönemlerini oldukça geniş biçimde kronolojik olarak kaleme alır. Taberî, kendinden önce yazılmış siyer ve megāzî kitaplarından ve diğer siyer müelliflerinin zamanımıza ulaşmamış bazı rivayetlerinden faydalanmış, bunları kendisine ulaştığı şekilde eserine almıştır. Sikadır, birinci derecede İbn-i İshâk’a dayanmıştır. Târîhu’l-ümem’i daha sonraki tarihçilerin siyerle ilgili haberlerinin en mühim kaynağı olmuştur.

Siyer ve megāzîye genişçe yer veren belli başlı tarih eserleri arasında şunlar da zikredilebilir:

- İzzeddin İbnü’l-Esîr (v. 630) el-Kâmil fi’t-târîh. Tarihçidir, sikadır.

- İbn Kesîr (v. 774), el-Bidâye ve’n-nihâye. Muhakkık ve sika imamlardandır.

- Zehebî, Târîhu’l-İslâm. Halîfe bin Hayyât gibi eserine Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in Medine devriyle başlar.

- İbn Haldûn, el-İber.

- Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs fî ahvâli enfesi nefîs. Mûsâ bin Ukbe’nin rivayetlerine genişçe yer verir.

SİYER KİTAPLARINDA COĞRAFİ BİLGİLER

Mekke ve Medine’nin tarihine dair eserlerde de Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in hayatı ve bu şehirlerdeki faaliyetleriyle alâkalı bilhassa coğrafî bilgilere çok geniş yer verilmiştir.

- Ezrakī’nin Ahbâru Mekke’si ile,

- İbn Şebbe’nin Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere’si, siyer ve megāzî haberlerine genişçe yer veren şehir tarihlerinin başında gelir.

PEYGAMBERİMİZİN HAYATINI ANLATAN İLİM DALLARI

Konusu doğrudan doğruya Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i anlatmak olan ve onun bazı yönlerini ele alan ilim dalları hadis, siyer ve megāzî, şemâil ve delâil olarak sıralanır. Bunlardan Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in beşer yönünü konu edinen, yaşayışını ve şahsî hayatını anlatan ilim dalına şemâil adı verilmiştir. Muhaddis Tirmizî (v. 279/892) ilk defa şemâil terimini bu anlamda kullanarak Kitâbü’ş-Şemâil adlı eserini yazmış, birçok âlim bu kitabı şerhetmek sûretiyle konu etrafında geniş bir literatürün oluşmasını ve başka eserlerin yazılmasını sağlamıştır.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in peygamberliğini ispatlamak amacıyla “Delâilü’n-nübüvve, A’lâmü’n-nübüvve, Beşâirü’n-nübüvve, İsbâtü’n-nübüvve, Tesbîtü delâili’n-nübüvve” gibi adlarla birçok eser kaleme alınmıştır.

Siyer ve megāzî sahasındaki çalışmalar III. (IX.) yüzyıldan itibaren artarak günümüze kadar devam etmiştir.

Hadis, siyer, delâilü’n-nübüvve, şemâil, hasâis vb. kaynaklardan faydalanarak Peygamber (s.a.v) Efendimiz’i muhtelif vecheleriyle ele alan üç büyük siyer kitabını, muhtevâlarının genişliği bakımından bilhassa zikretmek gerekir:

Makrîzî (v. 845), İmtâu’l-esmâ bimâ li’r-Rasûl mine’l-ebnâi ve’l-ahvâl ve’l-hafede ve’l-metâ. Makrizî sikadır.

Muhammed bin Yûsuf es-Sâlihî eş-Şâmî (v. 942), Sübülü’l-hüdâ ve’r-reşâd fî sîreti hayri’l-ibâd. 300’den fazla kitaptan seçerek eserini hazırlamıştır.

Muhammed b. Abdülbâkî ez-Zürkānî, Şerhu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye.

Osmanlılarda, ilk eserlerin, tercüme şeklinde de olsa Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e duyulan derin muhabbet ve hürmetin tesiriyle lirik edebî unsurlar bakımından zengin olarak kaleme alınması, Siyer türünün edebiyat alanında gelişmesini hızlandırmıştır. Bu eserlerin bir kısmının manzum şekilde kaleme alınması da konunun edebiyata kaymasının sebepleri arasında zikredilebilir.

Türkler’in kültür hayatında mühim bir yeri olan sohbet meclislerinin devamlı konularının başında Siyer’in geldiği bilinmektedir. Padişah saraylarından köy odalarına, tekkelerden kışlalara kadar yayılan bu meclislerde anlatılan hâdiseler, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hayatı, şahsiyeti, mûcizeleri, savaşları, halifeleri ve ashabının yer aldığı hadiseler etrafında gelişmiş, bunlar zamanla kitap haline getirilmiş, ardından meclislerde okunup dinlenmiştir. Nitekim bilinen en eski Türkçe siyer kitabı olan Kadı Darîr’in eseri, âmâ olan müellifin Memlük sultanlarının sohbet meclislerinde kendisine okunan Arapça siyer kitaplarını mecliste bulunanlara Türkçe anlatması sûretiyle ortaya çıkmıştır. Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediyye’si de kendisinin Arapça yazdığı Meğāribü’z-zamân’ın Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’le alâkalı kısmının Türkçe’ye nazmen tercümesinden doğmuştur. Siyer’e dair eserlerin Osmanlı ülkesinin her tarafına yayılmasında halk tarafından çok beğenilen Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin de tesirini göz ardı etmemek gerekir.[22]

Tamamlayıcı Kaynaklar:

  1. Edebiyat kitapları (kültür, âdetler, yemek, hayat seviyesi)
  2. Şiir (aklî ve ictimâî seviye)
  3. Ma’rifetü’s-Sahâbe ve Terâcüm ve Ricâl kitapları
  4. Coğrafya kitapları

Dipnotlar:

[1] Ahmed, V, 262; Hâkim, II, 453; İbn İshak, s. 28. [2] İbn Hişâm, I, 661. [3] Bu sahâbîlerin isimleri için bkz. M. Mustafa el-A’zamî, İlk Devir Hadis Edebiyatı (trc. Hulûsi Yavuz), İstanbul 1993, s. 34-58. [4] M. Mustafa el-A’zamî, İlk Devir Hadis Edebiyatı, s. 44; Urve b. Zübeyr b. Avvâm, Meğāzî Rasûlillāh (nşr. M. Mustafa el-A’zamî), Riyad 1401/1981, s. 23-25. [5] İbn Sa’d, I, 331, 332; Taberî, Târîh (de Goeje), I, 1757; Sezgin, GAS [Ar.], I/2, s. 21. [6] Sezgin, GAS [Ar.], I/2, s. 20-25; Mustafa Fayda, “Siyer Sahasındaki İlk Telif Çalışmaları”, Uluslararası Birinci İslam Araştırmaları Sempozyumu, İzmir 1985, s. 360-361. [7] M. Mustafa el-A’zamî, s. 41; M. Abdülhay el-Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi: et-Terâtîbu’l-idâriyye (trc. Ahmet Özel), İstanbul 2003, II, 316. [8] Taberî, Târîh, I, 1180, 1224, 1234, 1284. [9] İbn Kesîr, IX, 101; Zehebî, Aʻlâmü’n-nübelâ, VI, 150. İbnü’n-Nedîm, Urve’yi siyer ve megāzî müellifleri arasında zikretmez, ancak Ebû Hassân Hasan b. Osman ez-Ziyâdî’nin hayatını anlatırken kütüphanesinde Urve bin Zübeyr’in Meġāzî’sinin bulunduğunu söyler. (el-Fihrist, s. 166) Urve’nin talebesi Ebü’l-Esved tarafından rivayet edilen megāzî haberlerini toplayıp yayımlayan M. Mustafa el-A’zamî, Urve’nin de böyle bir eseri olduğu görüşündedir. [10] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbârü’l-Muvaffakıyyât (nşr. Sâmî Mekkî el-Ânî), Bağdad 1392/ 1972, s. 275-276. [11] İbn-i Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, IV, 321-322. [12] Halife Ömer b. Abdülazîz, güvenilirliği şüpheli rivayetlerden doğacak mahzurlara mânî olmak maksadıyla, devrin tanınmış âlimlerinden Âsım b. Ömer b. Katâde el-Ensârî’yi, Dımaşk’ın en büyük camilerinden Emeviyye’de halka Siyer ve Megāzî dersleri vermekle vazifelendirmiştir. [13] nşr. Süheyl Zekkâr, Dımaşk 1401/1981. [14] Telif tarihi: 940/1534. [15] Das Berliner Fragment Mūsā Ibn Uqba, Wissenschaften 1904. [16] Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, VI, 117. [17] Bkz. Ekrem Ziyâ Ömerî, es-Sîratü’n-Nebeviyyetü’s-Sahîha, Medîne-i Münevvere: Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, 1415, I, 60-65. [18] Bkz. Ekrem Ziyâ Ömerî, es-Sîratü’n-Nebeviyyetü’s-Sahîha, I, 65. [19] Bkz. Ekrem Ziyâ Ömerî, es-Sîratü’n-Nebeviyyetü’s-Sahîha, I, 53. [20] Bkz. Ekrem Ziyâ Ömerî, es-Sîratü’n-Nebeviyyetü’s-Sahîha, I, 59-60. [21] nşr. M. Hamîdullah, I, Kahire 1959. [22] Bkz. Mustafa Fayda-Mustafa Uzun, “Siyer ve Meğâzî” mad., Diyanet İslâm Ansiklopedisi, yıl: 2009, c. 37, s. 319-326.

Hazırlayan: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

NEDEN SİYER ÖĞRENMELİYİZ?

Neden Siyer Öğrenmeliyiz?

OKUNMASI GEREKEN 10 SİYER KİTABI

Okunması Gereken 10 Siyer Kitabı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.