Şefaat Nedir? Kimlerin Şefaat Hakkı Vardır?

Şefâat, dünyada işlenen bazı günahların âhirette cezalandırılmasından vazgeçilmesi için talepte bulunmak, aracı olmak ve bunun için dua etmektir. Şu halde şefâat, bir mü’minin günahlarının bağışlanması için Allah’a dua edip yalvarmasıdır.

FATİH ÇOLLAK ŞEFAATİN NE OLDUĞUNU KISACA AÇIKLIYOR

Resûlullah Efendimiz:

“Her peygamberin (mutlaka kabul edileceği vaad edilen) bir duası vardır. Bütün peygamberler o dualarını bu dünyada yaptılar. Ben ise duamı kıyamet günü ümmetime şefâat etmek için sakladım. Bu şefaatim inşaallah ümmetimden, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan vefat edenlere fayda verecektir.” buyurmuşlardır. (Müslim, Îmân, 338. Krş. Buhârî, Daavât, 1; Tevhid, 31; Müslim, İman, 86)

Yine Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“‒Ey Übeyy! Bana «Kur’ân’ı bir harf üzere oku!» diye (Cibrîl) gönderildi. Ben, Cenâb-ı Hakk’a: «Ümmetime hafiflet!» diye mürâcaatta bulundum. O da ba­na ikincide: «Onu iki harf üzere oku!» diye cevap verdi. Ben tekrar «Ümmetime hafiflet!» diye müracaat ettim. Üçüncüde bana:

«‒Onu yedi harf üzere oku! Bu kolaylığa ilâveten bir de sana üç makbul dua hakkı veriyorum. Sana verdiğim şu üç cevabın her birinin yanında bir duanı da kabul edeceğim, benden isteyeceğin şeyi mutlaka vereceğim!» buyurdu.

Bunun üzerine ben:

«Allah’ım! Ümmetimi mağfiret eyle! Allah’ım! Ümmetimi mağfiret eyle!» dedim.

Üçüncü isteğimi de bütün mahlûkâtın, hattâ İbrahim’in (a.s) bile bana muhtaç olacağı ve benden şefaat dileyeceği güne bıraktım.” (Müslim, Müsâfirîn, 273)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’DEN ŞEFAAT İSTEMEK YASAK DEĞİLDİR!

Kur’ân ve Sünnet’te, Peygamber Efendimiz’den şefaat istemeyi yasaklayan herhangi bir nas varid olmamıştır. Nitekim Ashâb-ı Kirâm da, Peygamber Efendimiz’den şefaat isterlerdi.

ALLAH DİLEDİĞİNE ŞEFAAT HAKKI VEREBİLİR

Mülkün tek sahibi Allah’tır. Bu mülkten dilediğini dilediğine verir, dilediğinden alır. Dolayısıyla, kıyamet günü dilediğine şefaat izni de verebilir.

“Mülk O’nundur ve hamd ona mahsustur.” (Teğâbün, 1) âyet-i kerimesinde Allah, mülkün tek sahibi olduğunu söyler. Diğer taraftan da:

“Mülkü dilediğine verir, dilediğinden alırsın!” (Âl-i İmrân, 26) buyurarak başkalarına da mülk verdiğini bildirir.

Bir taraftan:

“Kim izzet istiyorsa, bilsin ki bütün izzet Allah’a âittir.” (Fâtır, 10) buyurur, diğer taraftan da:

“İzzet, Allah’ın, Rasûlü’nün ve mü’minlerindir” (Münafikun 80) buyurur.

Şefaat da aynen böyledir:

“De ki bütün şefaatler Allah’ındır” (Zümer, 44) âyet-i kerimesinin yanında bir de şu âyet-i kerimeler mevcuttur:

“Rahmân nezdinde söz ve izin alandan başkası şefâat hakkına sahip olamayacaktır.” (Meryem, 87)

“Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefâat edemezler. Ancak bilerek hakka şahitlik eden kişiler müstesnâ!” (Zuhruf, 86)

Nasıl ki Allah Teâlâ, dilediğini dilediğine vermekte, nasıl ki izzeti Resûlü’ne ve mü’minlere vermekte; şefaat de tamamen kendisine âit olmasına rağmen onu peygamberlerine, sâlih kullarına, hatta mânen mütevâtir hadislerin beyanına göre bütün mü’minlere vermektedir.

ŞEFAAT DUÂDIR

Şefaat duadan başka bir şey değildir. Herkesin dua etmesine izin verilmiştir. Kim olursa olsun herkesin duası kabul edilebilir. Bilhassa peygamberlerin, sâlih insanların hayattayken, kabirde, ya da kıyamet gününde yaptığı duaların kabûl edilmesi daha çok umulur. Şefaat hakkı da, Allah katında bir mevkîi ve kıymeti olan kişilere verilmiştir. Tevhid üzere ölen kimseler hakkında yapılan şefaatler Allah katında makbuldür.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed, 19)

Efendimiz’in mü’minler için af dilemesinin faydası olmayacaksa, bu âyetin mânâsı nedir? (Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1991, s. 272)

ŞEFAAT NE DEMEKTİR?

ŞEYTAN BİLE ŞEFAAT ÜMİT EDER

Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Ben Âdemoğullarının efendisiyim, ancak övünmek yok. Kıyamet günü ilk kabri açılacak olan benim, ancak övünmek yok. Başından toz toprak ilk defa silkelenecek olan benim, ancak övünmek yok. Cennete ilk girecek olan benim, ancak övünmek yok. Bazılarına ne oluyor ki benim akrabalık bağımın kimseye fayda vermeyeceğini iddia ediyorlar. Hayır, onların düşündüğü gibi değil. Ben şefaat ederim, tekrar şefaat ederim, nihayet benim şefaat ettiğim kişi de şefaat eder, o da şefaat eder, öyle ki iblis bile boynunu uzatıp şefaat ümid etmeye başlar.”(Taberânî, Evsat, V, 202; Heysemî, X, 376; Suyûtî, Câmiu’l-Ehâdîs, no: 5708)

ŞEFAAT KİMLERE FAYDA VERMEZ

Kıyamette şefaatin fayda vermeyeceğini bildiren âyet-i kerimelerden şu iki husus anlaşılmaktadır:

Şefaat müşriklere ve kâfirlere fayda vermeyecektir.

Müşrikler, ehl-i kitap ve Müslümanlardan bazı bidʻatçiler, tıpkı bir insanın diğerine aracı olması gibi, bazılarının Allah’ın izni dışında şefaat edebileceğini zannederler. Onlar, şefaatine müracaat edilen kişinin, Allah’ın yanında bir hatırı olduğunu, Allah’ın hiçbir şekilde bu aracının hatırını geri çeviremeyip talebini ister istemez yerine getirmek zorunda kaldığını düşünürler. İşte âyet-i kerimeler bu düşünceyi ortadan kaldırmaktadır.

ŞEFAATİN VAR OLDUĞUNUN DELİLİ OLAN ÂYETLER

Birçok âyet-i kerimede Allah Teâlâ’nın izin verdiği kişilerin şefaat edebileceği açıkça ifade edilmiştir. Meselâ:

  • “İzni olmadan O’nun huzurunda kim şefaat edebilir?” (Bakara, 255)
  • “Onun izni olmadan hiçbir şefaatçi şefaat edemez” (Yûnus, 3)
  • “Rahmân nezdinde söz ve izin alandan başka hiçbirinin şefaate gücü yetmeyecektir” (Meryem, 87)
  • “Allah’ın huzurunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefâati fayda vermez” (Sebe’, 23)
  • “O gün Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez” (Tâ-hâ, 109)
  • “Göklerde nice melekler var ki onların şefaatleri, Allah’ın, dilediği ve râzı olduğu kimse için izin vermesi hâricinde bir işe yaramaz.”(en-Necm, 26)
  • “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” (el-Müddessir, 48)

Bu âyet-i kerimenin üslûbu ve ifade şekli esas itibariyle şefaatin var olduğunun delilidir. Aksi halde kâfirlerin hâlini kötülemek ve içinde bulundukları sıkıntılı durumun mâhiyetini ortaya koymak için “kâfirlere hiçbir şefaatçinin şefeatinin faydası olmaz” demenin mânâsı olmazdı. Bu gibi yerlerde kullanılan bu nevi ifadeler, sadece kâfirlere mahsus olan alâmetleri ifade eder, onlarla başkaları arasında müşterek olan vasıfları göstermez. Buradaki hükmün kâfirlerle ilgili olmasından maksad, onlardan başkası da “şefaatçiye sahip olmaz” demek değildir. (Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, s. 272)

Meleklerin şefaatinden bahseden âyet-i kerimelerde, onların ancak Allah’ın râzı olduğu kimselere şefaat edeceği haber verilir:

“Rahmân (olan Allah, melekleri) evlât edindi, dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Doğrusu onlar, ikrâm olunmuş kullardır. O’nun sözünün önüne geçmezler ve hep onun emriyle hareket ederler. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Onlar, Allah’ın râzı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O’nun haşyetinden titrerler!” (el-Enbiyâ, 26-28)

KİMLERE ŞEFAAT ETME HAKKI VERİLECEK?

Allah Teâlâ şefaat salâhiyetini:

1- Peygamberlere,

2- Meleklere,

3- Âlimlere,

4- Şehitlere,

5- Sâlih mü’minlere,

6- Çocuklara ve

7- Cennet ehlinden münâsip gördüğü bazı kişilere verecek, onlar da yakınlarına şefaat edeceklerdir.

Allah’ın, kullarından faziletli birisinin diğer bir mü’min için hayır isteğine icabet ederek bundan bir zararı gidermesi, yahut onun günahlarını affetmesi, insanlara sonsuz nimet ve lütuflarının bir kısmıdır. Mü’minin, mü’min kardeşinin günahlarının affı için duası Allah katında ona şefâatı türündendir. Allah katında hayırlı bir kulun bu duası ister dünyada iken sağ olan mü’min için olsun, ister ölmüş mü’min için olsun yahud âhirette meydana gelsin aynıdır.

Yüce Allah’ın kendi yanında mukarreb ve derecesi yüksek bir kulunun diğeri hakkında şefâatını -birine kendi katında itibarı olduğunu göstererek ikram için, ötekine zayıf ve muhtaç olduğundan rahmet olarak- kabul etmesine aklen hiçbir engel yoktur. Allah’ın âhirette, Peygamberlerine ve râzı olduğu bir takım zatlara şefâat etmeleri için müsaade etmesi, kendisinin bileceği adalet ve lütuf kanununa dâhil olan hikmetindendir. Uhdesinde kul hakları bulunanlar hariç, günahkâr mü’minleri Allah Teâlâ’nın, lütuf ve fazlıyla affetmesi caiz olunca, peygamberler, mukareb ve iyi kimselerden birinin şefâatına mazhariyetleri halinde bunların Allah’ın mağfiretine nail olmaları da mümkündür.

ÂHİRETTE ŞEFAAT OLACAKTIR

Yâni âhirette şefâatın olacağı Kitap ve sünnetle sabittir:

Peygamber, velî, şehit ve bildikleri ile amel eden imanlı âlimler ve kâmil mü’minler gibi Allah’ın müsaade ettiği, rızasına mazhar olmuş, nezdinde bir değer ve yakınlığa erişmiş kimselere şefâat etme izni verilebilecektir. (Bakara, 255; Yûnus, 3; Meryem, 87; Tâhâ, 109; Zuhruf, 86; en-Necm, 26)

Peygamberler ve diğer şefâatçıların şefâatları, Allah’ın râzı olacağı ve haklarında şefâat edilmeye izin verdiği kimseler hakkında olacaktır. (Enbiyâ, 27-28; Duhân, 41-42; Buharî, Cihad, 189; Müslim, İmare, 6)

Kâfirler için şefâat kapıları kapalıdır. (el-Bakara, 48, 123, 254; en-Nisâ, 116; el-A’râf, 53; el-Mü’min, 18; es-Secde, 4; ez-Zümer, 44; el-Müddessir, 48; el-İnfitâr, 19)

PEYGAMBERLER BİLE KÂFİRLERE ŞEFAAT EDEMEZ

Peygamberler bile kâfirlere şefâat edemeyeceklerdir. Kâfirler layık oldukları cezâlarını çekeceklerdir. Hz. İbrahim’in -âhirette babası ile karşılaştığında- onun için hiçbir şefâatta bulunamaması, Allah’tan “Kâfirlere ben cenneti haram kıldım” cevabını alması da buna delâlet eder. (Buharî, Tefsir, Sûre 26, bkz. Buharî, Enbiya, 8; Tefsir, Sûre 6; Rikak, 45, 53; Müslim, Fadail, 9)

Yalnız Hz. Peygamber bir hadisinde, şefâatı sebebiyle amcası Ebû Talib’in ateş çukurunun topuğuna kadar gelen yerinde bulunacağını söylemiştir. (Buharî, Meğazi, 73; Müslim, İman, 90)

Bu da sadece Resûlullah’a tanınan bir şefâat hakkı olsa gerektir. Çünkü Ebû Talib, Resûlullah’a pek çok yardım ve iyiliklerde bulunmuştur.

Allah Resûlü Ashâbına Şefaat İstemeyi Öğretirdi

فَقُولُوا: إِنَّا نستشفع برسول الله إلى المسلمين والمسلمين إلى رسول الله 

(Ahmed, II, 184; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, VI, 547; Heysemî, VI, 187)

ASHÂB-I KİRÂM ŞEFAAT TALEP EDERLERDİ

Bazı sahabîlerin, Resûlullah’tan şefaat istediği sâbittir. Allah Resûlü onlara:

“‒Senin benden şefaat istemen şirktir. Şefaati Allah’tan taleb et! Rabbine kimseyi şirk koşma!” gibi bir şey buyurmamıştır!

Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle buyurur:

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’den kıyamet günü bana şefaat etmesini istedim:

«‒Ederim!» buyurdular. Ben:

«‒Ey Allah’ın Resûlü! Sizi nerede arayayım?» dedim.

Efendimiz:

«‒Beni ilk olarak Sırât üzerinde ara!» buyurdular.

«‒Sırât üzerinde sizi bulamazsam?» dedim.

«‒Mîzân’ın yanında ara!» buyurdular.

«‒Sizi Mîzân’ın yanında bulamazsam!» dedim.

«‒O zaman beni Havz’ın yanında ara! Mutlaka bu üç yerden birinde olurum.» buyurdular.” (Tirmizî, Kıyâmet, 9/2433; Ahmed, III, 178)

Resûlullah, Sırat’ta ve Mizan’ın başında ümmetine şefaatte bulunacak, havzın başında da onlara ikrâm edecektir. Nitekim bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

“Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse kıyamet günü onun mizanı önünde duracağım, mîzânı ağır gelirse ne âlâ, ağır gelmezse ona şefaat edeceğim.” (Ebû Nuaym, Hilye, VI, 353)

ŞEFAAT HAKKINDA HADİS-İ ŞERİFLER

Rabîa bin Kâʻb (r.a.) şöyle anlatır:

Resûlullâh bir gün bana:

“‒Benden iste, vereyim” buyurdu. Ben de:

“‒Yâ Resûlallah! Müsâade buyurun, bir düşüneyim, durumuma bir bakayım” dedim. Efendimiz:

“‒Peki, düşün, durumuna bak!” buyurdu.

Düşündüm ve kendi kendime:

“Dünyaya âit menfaatler çabuk bitip tükenir. Ben, kendim için, âhiretle alâkalı bir faydayı tercih etmekten daha hayırlı bir şey görmüyorum.” dedim.

Efendimizin huzûr-i âlîlerine çıktım. Bana:

 “‒İhtiyacın nedir?” buyurdu.

“‒Yâ Resûlallah! Benim için Rabbin -azze ve celle-’ye şefaat et de beni cehennemden âzâd eylesin!” dedim. Resûlullâh:

“‒Böyle demeni sana kim söyledi?” buyurdu.

“‒Hayır vallahi yâ Resûlallah, kimse söylemedi. Lâkin durumuma baktım ve gördüm ki dünya, ehlinin elinde durmuyor, hemen zeval buluyor. Bu sebeple âhiretim için bir şey almak bana daha sevimli geldi.” dedim. Resûlullâh:

“‒O hâlde çok secde ederek kendin için bana yardımcı ol!” buyurdu. (Ahmed, IV, 59)

“ÇOK SECDE EDEREK BANA YARDIM ET”

Resûlullâh kendisine hizmet eden bir zâta sık sık:

“–Bir ihtiyacın ve isteğin var mı?” diye sorardı. Bir gün yine ona böyle sorduğu zaman o sahâbî:

“–Dileğim vardır yâ Resûlallah!” dedi. Allâh Resûlü:

“–Nedir dileğin?” diye sordu. O zât:

“–Kıyâmet günü bana şefaat etmendir!” deyince, Peygamber:

“–Bunu istemeni sana kim öğretti?” diye sordu. Sahâbî:

“–Rabbim!” dedi. Allâh Resûlü de:

“–Öyleyse sen de çok secde ederek bu hususta bana yardımcı ol!” buyurdu. (Ahmed, III, 500)

Sevâd bin Kârib (r.a), Resûlullah’ın huzûrunda şu şiiri söylemiştir:

“…Sen Peygamberlerin Allah’a vesile kılınmaya en yakın olanısın, ey kerem sâhibi güzel insanların oğlu!..

Senden başka hiç kimsenin şefaatinin geçmediği gün Sevâd bin Kârib’e şefaat eyle!..” (Taberânî, Kebîr, VII, 92/6475; Beyhakî, Delâil, I, 106)

Resûlullah onun şefaat talebini ikrar etmiş, sözlerine müdahale etmemiştir.

Mâzin bin Gadûbe, Amman’dan gelip Müslüman olmuş ve Resûlullah’ın huzûrunda şu şiiri okumuştur:

“…Ey kumlara ayak basanların en hayırlısı! Bana şefaat eyle!

Rabbim beni bağışlasın da kurtuluşla döneyim yurduma.” (Taberânî, Kebîr, XX, 337/799; Beyhakî, Delâil, II, 131)

PEYGAMBER EFENDİMİZ'DEN ŞEFAAT TALEP EDEBİLİRİZ

Allah Resûlü, hayatta iken, ondan şefaat talep etmek caiz olduğuna göre, vefatından sonra talep etmenin de caiz olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Zira Ehli Sünnet ve’l-Cemaat âlimleri, peygamberlerin berzah hayatında da yaşadıklarını kabul etmektedirler.

Eğer Peygamber Efendimiz’den şimdi şefaat talep edersek, hayatında yaptığı gibi vefatından sonra da Allah’a dua etmeye ve ondan istemeye güç yetirebilir. Sonra da vakti geldiği zaman o kimse Allah’ın izniyle şefaate nail olur. Tıpkı dünyada Cennetle müjdelenen birisinin vakti geldiği zaman Allah’ın izniyle cennete girmesi gibi.

PEYGAMBERLERİN ŞEFÂATİ

Âhirette peygamberlerin hepsine mü’minlere şefâat etme hakkı tanınmıştır. (Buhârî, Rikak, 45; Tevhid, 33; Müslim, İman, 81; Ebû Dâvûd, Cihâd, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 94 vd. 325, V, 43; Tirmizî, II, 66).

Her Peygamber kendi ümmetine şefâat edecektir. (Buhârî, Tefsir, 18)

Efendimiz, hadislerinde büyük günah işleyenler de dahil mü’minlerin, şefâatına nail olacaklarını ifade buyurmuşlardır. (Buhârî, Rikak, 51; Ebû Dâvûd, es-Sünne, 20; Tirmizi, II, 66)

Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 20-21/4739; Tirmizî, Kıyâmet, 11/2435-6; İbn-i Mâce, Zühd, 37; Ahmed, III, 213 Sahîh)

Büyük günah işlemeyenlerin zâten şefaate ihtiyaçları yoktur. (Tirmizî, Kıyâmet, 11/2436)

Peygamberler içinde ilk defa şefâat edecek ve şefâatı kabul olunacak Peygamber, Allah Resûlü Efendimiz’dir. (Müslim, Fadâil, 2)

SORGUYA ÇEKİLMEDEN CENNETE GİDECEKLER

Peygamber Efendimiz’in şefâatıyla hesaba ve sorguya çekilmeden Cennet’e girenler de olacaktır. (Buhârî, Tefsir, 18; Müslim, İman, 84)

Cennet’te derecelerin artırılması için ilk şefâat edecek Peygamber, Resûlullah Efendimiz’dir. (Müslim, İman, 85)

Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Kur’ân okuyunuz! Çünkü o, kıyamet günü kendisiyle hemhâl olan kişilere şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, Müsâfirîn, 252)

Kur’an’da otuz ayetten ibaret bir sûre bir adama şefaat etti; neticede o kişi bağışlandı. O sûre: Tebârekellezî biyedihi’l-mülk’dür. (Ebû Dâvud, Salât 327; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 9. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 52)

HÂFIZIN ŞEFAATİ

Kıyâmet günü Kur’ân şefaat edeceği gibi Kur’ân ehli de şefaat edecektir. Resûlullah bunu şöyle haber verir:

“Kim Kur’ân’ı okur ve onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul ederse, Allah bu sâyede o kimseyi Cennetine koyar ve âilesinden cehenneme müstahak olmuş on kişiye şefaat etme izni verir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; İbn-i Mâce, Mukaddime, 16; Ahmed, I, 148)

MÜ’MİNLERİN ŞEFAATİ

Efendimiz:

“‒Ümmetimden bir kişinin şefaatiyle Temîm Oğulları Kabîlesi’nden daha çok kişi Cennete girecektir.” buyurmuşlardı.

Ashâb-ı Kirâm:

“‒Ey Allah’ın Rasûlü! Sizden başka bir kişinin şefaatiyle mi?” diye sordular.

Allah Resûlü:

“‒Evet, benden başka birinin!” buyurdular. (Tirmizî, Kıyâmet, 12/2438; İbn Mâce, Zühd, 37; Dârimî, Rikâk, 86; Ahmed, III, 469)

Resûlullah şöyle buyurur:

“Kıyâmet günü insanlar saf saf olur -bir rivâyete göre, Cennet ehli saf saf olur-. Derken, Cehennem ehlinden bir kişi cennet ehlinden birine rastlayıp:

«–Ey fülan! Hatırladın mı, sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim?» der, (ve bu sûretle şefaat ister). Mü’min de o kimseye şefaat eder.

(Cehennemlik olan bir başka) kimse, cennetlik olan birinin yanına varır ve ona:

«–Hatırlıyor musun, sana bir gün abdest suyu vermiştim?» diyerek (şefaat ister. O da hatırlar) ve ona şefaat eder.

Yine Cehennemlik olanlardan biri, cennetlik birisine:

«–Ey fülan! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlıyor musun? Ben de o gün senin için gitmiştim» der. Cennetlik olan kimse de ona şefaat eder.” (İbn-i Mâce, Edeb, 8)

Abdullah bin Abbâs’ın azatlısı Küreyb şöyle anlatır:

“İbn-i Abbâs’ın Kudeyd’de yahut Usfân’da bir oğlu vefat etmişti. Bunun üzerine İbn-i Abbâs:

«‒Ey Küreyb! Bak oğlumun cenazesine ne kadar cemâat tonlanmış?» dedi.

Bunun üzerine ben dışarıya çıktım. Bir de baktım ki oğlunun cenazesine bir hayli cemâat toplanmış. Bunu kendisine haber verdim. İbn-i Abbâs:

«‒Bu toplananlar kırk kişi var mıdır?» dedi. Ben:

«‒Evet» cevâbını verdim.

«‒O hâlde cenazeyi çıkarın. Zira ben Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:

“Bir Müslüman vefât ettiğinde, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmayan kırk kişi cenâze namazını kılarsa, Allah Teâlâ o kişileri, cenâze için şefaatçi kılar”.» dedi. (Müslim, Cenâiz, 59)

“Ümmetimden (alim, şehid, salih) bazıları var; bir(çok kabilelere şâmil bir) cemaate şefaat eder, bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder; bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.” (Tirmizî, Kıyâmet 11, no: 2442)

MELEKLERİN, PEYGAMBERLERİN VE MÜ’MİNLERİN ŞEFAATİ

Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle nakleder:

Bir yemek dâvetinde Resûlullah ile beraber bulunuyorduk. Kendisine etin kol tarafı ikram edildi. Resûl-i Ekrem Efendimiz etin kol tarafını severdi. Ondan bir lokma kopardıktan sonra şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde insanların efendisi benim. Bu da neden biliyor musunuz? Allah Teâlâ gelmiş gelecek bütün insanları düz bir yere toplayacak. Orası, insanlara bakan kimsenin hepsini görebileceği, onlara çağıranın hepsine sesini duyurabileceği bir yerdir. Güneş onlara yaklaşacak, insanlar sıkıntıdan ve kederden artık dayanamayacak hale gelince (ki diğer bir rivayette bu bekleyişin 70 sene süreceği haber verilir[1] birbirlerine:

«–İçinde bulunduğunuz sıkıntıyı, başınıza gelen hali görmüyor musunuz? Hâlinizi Rabbinize arz ederek size şefaat edecek birini bulmayı düşünmüyor musunuz?» diyecekler. Bazıları ötekilerine:

«–Babanız Âdem’e gidiniz!» diyecekler. Hz. Âdem’e gelip:

«–Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Seni Allah kudret eliyle yarattı. Sana kendi rûhundan üfledi. Meleklere sana secde etmelerini emretti, onlar da secde ettiler. Seni cennete yerleştirdi. Rabbine varıp bizim için şefaat et. İçinde bulunduğumuz hali, başımıza gelen derdi görmüyor musun?» diyecekler. O da:

«–Bugün Rabbim çok gazaplı. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Rabbim o ağaca yaklaşmamı yasakladı, ama ben O’nu dinlemedim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Nûh’a gidin!» diyecek. Onlar da Hz. Nûh’a gelerek:

«–Ey Nûh! Sen yeryüzü halkına gönderilen Rasûllerin ilkisin. Allah Teâlâ sana “çok şükreden kul” demişti. İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbinin huzurunda bize şefaat etmeyecek misin?» diyecekler. O da:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Benim bir duam vardı; onu da kavmimin aleyhine kullandım. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin. İbrâhim’e gidin!» diye karşılık verecek. Onlar da İbrâhim’e gelerek:

«–Sen Allah’ın peygamberisin, yeryüzü halkı içinde Allah’ın halili/dostu sensin. Rabbinin huzurunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun?» diyecekler. O da şunları söyleyecek:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Ben vaktiyle üç yalan söylemiştim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Mûsâ’ya gidin!» Onlar da Hz. Mûsâ’ya gelerek şöyle diyecekler:

«–Ey Mûsâ! Sen Allah’ın Rasûlüsün. Allah sana peygamberlik vermek ve seninle konuşmak sûretiyle seni diğer insanlardan üstün kılmıştır. Rabbinin huzurunda bize şefaat et. İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?» O da:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Ben öldürülmesine dair emir almadığım bir adamı öldürdüm. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Îsâ’ya gidin!» diyecek. Onlar da Hz. Îsâ’ya gelerek:

«–Ey Îsâ! Sen Allah’ın Rasûlü, O’nun Meryem’e yönelttiği kelimesi ve O’nun yarattığı bir ruhsun. Sen daha beşikte iken insanlarla konuştun. Rabbinin huzurunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun?» diyecekler. Hz. Îsâ da:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır, diyecek, ama bir günah zikretmeyecek. Sonra da, asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin;Muhammed’e gidin!» diyecek.”

Başka bir rivayete göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:

“Onlar da bana gelerek:

«–Yâ Muhammed! Sen Allah’ın Rasûlü ve son peygambersin. Allah Teâlâ senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışlamıştır. Rabbinin huzurunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun?» diyecekler. Ben de yürüyüp Arş’ın altına geleceğim, Rabbime secdeye kapanacağım. (Bu secde tam bir hafta sürecek.[2] Sonra Allah Teâlâ daha önce kimseye öğretmediği en güzel hamd ü senâyı bana ilham edecek. Sonra bana hitaben:

«–Yâ Muhammed! Secdeden başını kaldır! İste! İstediğin sana verilecek. Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!» buyuracak. Ben de başımı secdeden kaldıracağım ve:

«–Yâ Rabbî! Ümmetimi bana bağışla! Yâ Rabbî! Ümmetimi kurtar! Yâ Rabbî! Ümmetimi bağışla!» diye yalvaracağım. O zaman bana:

«–Yâ Muhammed! Ümmetinden hesaba çekilmeyecek olanları cennet kapılarının en sağındaki Bâbü’l-eymen’den içeri al! Onlar başkalarıyla beraber cennetin diğer kapılarından da gireceklerdir!» buyrulacak.

Canımı kudretiyle yaşatan Allah’a yemin ederim ki, cennet kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe, Mekke ile (Bahreyn’deki) Hecer veya Mekke ile (Suriye’deki) Busrâ arasındaki mesafe kadar geniştir.” (Buhârî, Enbiyâ 3, 9, Tefsîr, 17/5; Müslim, Îmân 327, 328. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 10)

“…Rabbimden şefaat için izin isterim. Bana izin verilir. Rabbimin huzûrunda durup O’nu şimdi bilmediğim şekilde hamd ederim. Bu hamd cümlelerini o vakit Allah Teâlâ bana ilham eder. Sonra O’nun için secdeye kapanırım. Bana:

«‒Ey Muhammed! Başını kaldır ve söyle, sözün dinlenecek; iste, arzun yerine getirilecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek!» buyrulur. Ben de:

«‒Rabbim, ümmetim, ümmetim!» derim. Bana:

«‒Git, kimin kalbinde buğday veya arpa tanesi ağırlığınca îman varsa onu cehennemden çıkar!» buyrulur. Ben de gider söyleneni yaparım.

Sonra tekrar Rabbimin huzûruna dönüp O’na bu hamd cümleleri ile hamd ederim…”

Efendimizin ikinci mürâcaatında kendisine kalbinde hardal tanesi ağırlığınca, üçüncü mürâcaatında ise hardaldan çok daha azın azın azı kadar îmân olan kimseleri cehennemden çıkarması söylenecektir. (Müslim, Îmân, 326)

İnsanlar Peygamber Efendimiz’e o ânın dehşet ve korkularından kurtulmak için müracaat edeceklerdir. Allah Resûlü de onlara şefaat edip korkulardan kurtaracaktır. Ancak kendi ümmetine daha husûsî şefaatleri de olacaktır. Onların günahkârlarını Cehennemden kurtaracaktır.

Hadisin son kısmında mevzu muhtasaran anlatıldığı için tafsilata girilmemiştir.

Mahşerdeki o korkunç bekleyiş sahnesini burada kısaca tasvir eden Peygamber aleyhisselâm, dünyaya gelmiş ne kadar insan varsa hepsinin düz bir arazide toplanacağını söylemekte, ayrıca sahne düzeninden de söz ederek insanlara şöyle bir bakanın hepsini görebileceğini, onlara seslenen kimsenin hepsine birden sesini duyurabileceğini belirtmektedir.

Bu hadiste, güneşin hararetinden beyinlerin kaynamaya başladığı sırada, mahşer halkının bir kurtarıcı aramaya çıkacakları anlatılmaktadır. Bu arayışın sonunda, uzandıkları bütün dalların birer birer ellerinde kaldığını hayretle ve dehşetle görecekler, ümitlerinin tükenmeye başladığı bir sırada, o korkunç meydanın yegâne hatırlı kişisinin, hadisimizde buyrulduğu üzere, kıyamet gününün efendisinin Peygamber-i Zîşân olduğunu anlayacaklardır. Mahşer meydanında, herkesin nefsinin derdine düştüğü bir zamanda, sözüne değer verilecek ve duası kabul edilecek yegâne Sultanın o olduğunu görecekler ve Süleyman Çelebi gibi ona:

Merhabâ ey âsi ümmet melcei

Merhaba ey çâresizler eşfai

diye sarılacaklardır.

Allah Teâlâ’nın, Resûlullah Efendimiz’e şefaat imkânı verdiği, “Rabbinin seni övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin” (el-İsrâ, 79) âyetinde de görülmektedir. Bu makâm, Makâm-ı Mahmûd denilen büyük şefaat yetkisidir. O zaman Efendimiz’in elinde livâü’l-hamd (hamd sancağı) bulunacak, aralarında Hz. Âdem de olmak üzere bütün Peygamberler bu sancağın altında toplanacaklardır (Tirmizî, Tefsîr, 18; İbni Mâce, Zühd 37; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 281, 295, III, 2, 144)

Şefaat sadece bundan ibaret değildir. Efendimiz’in daha başka şefaatleri de vardır. Ayrıca Allah Teâlâ şefaat yetkisini diğerpeygamberlere, meleklere, âlimlere, şehidlere, sâlih mü’minlere, çocuklara ve cennet ehlinden uygun gördüğü bazı kimselere de verecek, onlar da yakınlarına şefaat edeceklerdir.

Bir hadîs-i şerîfte mü’minlerin ümidi Efendimiz:

“Kimsenin zorlaması olmadan, kendiliğinden ve içinden gelerek iman eden kimselere” şefaat edeceğini söylemektedir. (Buhârî, Rikak 51)

Öyleyse herkes Resûlullah Efendimiz’in şefaatini elde edebilmek için onun tebliğ ettiği güzel vasıflara sahip olmaya çalışmalıdır.

Resûl-i Ekrem Efendimiz’den önce şefaat etmeleri için kendilerine başvurulan peygamberlerin, şahsî günahlarından söz ederek kendilerini şefaat etmeye lâyık görmemeleri, hem tevâzularının bir eseridir hem de şefaatin derece derece olduğunu, en büyük şefaat yetkisinin de Peygamber’de bulunduğunu göstermek içindir.

Hâsılı:

1- Resûl-i Ekrem, mahşer gününde şefaate lâyık olan kimselere şefaat edecektir.

2- Hiçbir peygamberin şefaate cesaret edemeyip sadece Efendimiz’in bu konuda niyazda bulunması ve kendisine şefaat yetkisi verilmesi onun Allah Teâlâ’nın yanındaki değerini göstermektedir.

3- Cenâb-ı Hakk’ın, önce Resûl-i Ekrem’e değil de diğer peygamberlere başvurmayı ilhâm etmesi, Peygamber aleyhisselâm’ın şefaat yetkisini ve üstünlüğünü insanların daha iyi anlamaları içindir.

4- Mahşerin, kendisinden Allah’a sığınılacak kadar çetin ve dayanılamayacak kadar korkunç bir yer olduğu anlaşılmaktadır.

 

ŞEFAATİN KISIMLARI

a) Şefaat-i Uzmâ – Makâm-ı Mahmûd:

Bu, Efendimiz’e has bir şefaattir ve bu hususta ona yaklaşabilen başka biri yoktur.

Efendimiz hesabın bir an evvel başlaması için şefaat ederek mahşer meydanında uzun zamandır büyük sıkıntılar içerisinde bekleyen insanları rahata kavuşturacaktır. Bu şefaat, ilk insandan son insana kadar bütün insanlara şâmildir. Bu şefaati inkâr eden kimse yoktur.

b) Yetmiş bin insanın hesapsız cennete girmesi:

Bu da Efendimiz’e mahsus bir şefaat iznidir. Secdeye varıp uzun süre Allah’ı hamd ettikten sonra kendisine bu şefaat izni verilecektir. Cenâb-ı Hak o anda, daha evvel hiç bilmediği bir hamd öğretecek, Efendimiz de o şekilde hamd edecektir.

c) Cehenneme gidecek bazı kişilerin Cenâb-ı Hakk’ın izin vermesi ile şefaat edilip kurtarılması:

Burada Efendimiz ile birlikte Allah’ın dilediği başka kimseler de şefaat edeceklerdir. Ancak hiçbirinin şefaati Efendimiz’in şefaatinin hâricine çıkamaz. Zîrâ Efendimiz “Şefîu’ş-Şüfeâ: Şefaatçilerin Şefaatçisi”dir.

d) Cehenneme atılan günahkârlara yapılan şefaat:

Bu hususta Efendimiz ile birlikte diğer peygamberler, melekler, mü’minler de şefaat edeceklerdir. En son Cenâb-ı Hak, hiç ameli olmadığı halde sadece îmân eden kimseleri cehennemden çıkaracaktır.

e) Bazı cehennem ehlinin azabının hafifletilmesi için şefaat. 

f) Cennet ehlinin derecelerini yükseltmek için şefaat.

Dipnotlar: [1] İshâk bin Râhûye, Müsned, I, 84/10; Beyhakî, el-Baʻs ve’n-nüşûr, I, 336/609. [2] Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 4; İbn-i Hibbân, Sahîh, XIV, 394; Heysemî, X, 374.

İslam ve İhsan

KUR’AN ŞEFAAT EDER Mİ?

Kur’an Şefaat Eder mi?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Allah bu güzel yazınızdan ve verdiğiniz bilgilerden ötürü sizden, okuyanlar olarak da bizden, tüm kardeşlerimizden razı olsun inşAllah, ÂMİN. Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Şefîal müznibîn... Rabb'im bizleri Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in şefaat ettiği kullarından eylesin inşAllah, ÂMİN. Kendinize iyi bakın kardeşlerm, hoşça kalın, sağlıcakla kalın inşAllah.

    yazilariniz cok guzel rabbim razi olsun.hakkinizi helal edin.sahabilerin yazdigi cevaplarda bir duzeltme yaparsaniz sevinirim. haşa resulallah yerine resulullah diye yazilirsa daha dogru olur dikkat edelim lutfen.rabbimin rizasi icin.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.