Şecaat ve Cesaret

Peygamber Efendimiz’den daha büyük bir kahraman tasavvur etmek mümkün değildir. Zira hayatında, korku ve telâşa kapılarak uygunsuz hareket ettiği aslâ görülmemiştir. Fevkalâde hâller karşısında sabır ve sebâtıyla müstesnâ bir numûne olmuştur.

Berâ -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Vallâhi, savaş kızıştığında biz Allah Rasûlü’ne sığınırdık. En cesurumuz, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile aynı hizâda durabilendi.” (Müslim, Cihâd, 79)

Şecaat; yiğitlik, bahadırlık, kalp metâneti, tehlike esnâsında cesaret göstermek gibi mânâlara gelir.

Şecaatin esâsı, Allah Teâlâ’nın takdîrine rızâ ve teslîmiyettir. Bu sebeple kadere îman ve Allâh’a tevekkül eden bir müslümana, korkaklık ve zillet aslâ yakışmaz.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir defasında:

“Size saldırmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya üşüşen yiyiciler gibi birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.” buyurmuştu. Orada bulunanlardan biri:

“–O gün sayıca az olacağımız için mi bu durum başımıza gelecek yâ Rasûlâllah!?” diye sordu.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Hayır, bilâkis o gün siz çok olacaksınız. Lâkin sizler, bir selin getirip yığdığı çer-çöp misâli, hiçbir ağırlığı olmayan kimseler durumuna düşeceksiniz. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalbinize zaafı atacak!” buyurdu.

“–Zaaf da nedir ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorulunca:

“–Dünya sevgisi ve ölüm korkusudur!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Melâhim, 5/4297)

Peygamber Efendimiz’den daha büyük bir kahraman tasavvur etmek mümkün değildir. Zira hayatında, korku ve telâşa kapılarak uygunsuz hareket ettiği aslâ görülmemiştir. Fevkalâde hâller karşısında sabır ve sebâtıyla müstesnâ bir numûne olmuştur.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyurur:

“Bedir’de savaş bütün şiddetiyle devam ederken, biz bâzen Peygamber Efendimiz’in arkasına sığınıyorduk. Hepimizin en cesuru O idi. Düşman saflarına en yakın yerde O bulunurdu.” (Ahmed, I, 86)

O, îlâ-yı kelimetullah için, yani Allâh’ın dîni en yüce olsun diye, dâimâ en önde savaşırdı. Huneyn Gazâsı’nda, başlangıçta İslâm ordusunda çözülme meydana gelmişti. O ise, metânetini hiç bozmadı. Bindiği hayvanını devamlı ileri sürerek ashâbının şecaatini artırdı ve nihâyet Allâh’ın yardımı ile zafer nasîb oldu.[1]

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- der ki:

“Muhâcirlerden hiç kimse bilmiyorum ki, gizli olarak hicret etmiş olmasın. Ömer bin Hattâb -radıyallâhu anh- bundan müstesnâdır. O hicret edeceği zaman kılıcını kuşandı, yayını omzuna astı, oklarını ve mızrağını eline aldı ve Kâbe’ye gitti. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, o sırada Kâbe’nin yanında bulunuyorlardı. Ömer -radıyallâhu anh- Kâbe’yi tavâf ettikten sonra onların yanına vardı ve:

«–İşte ben de Medîne’ye gidiyorum! Anasını ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler arkama düşsün. Şu vâdinin arkasında karşıma çıksın!» dedi.

Ancak hiç kimse O’nun ardına düşüp takip edemedi.” (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV, 152-153)

Hanım sahâbîlerden Ümmü Umâre -radıyallâhu anhâ- Uhud Savaşı’na katılarak oku ve yayı ile düşmanla çarpışanlardan biridir. Savaştan sonra Medîne’ye dönen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“−Harp esnâsında sağıma soluma döndükçe hep Ümmü Umâre’nin yanıbaşımda çarpıştığını görüyordum.” demiştir. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 479)

Hâsılı, mü’minler tevekkülleri sebebiyle Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmazlar.[2] Cesaret ve metânetle Allâh’ın emirlerini tatbik ederler. Şecaatlerini firâset ve basîretle kullanarak, nerede nasıl hareket edeceklerini bilirler.

[1] Bkz. Müslim, Cihâd, 76-81.

[2] Bkz. el-Ahzâb, 39.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.