Piri Mehmet Paşa Kimdir?

Fatih Sultan Mehmet gibi gemileri karadan yürüten ikinci devlet adamı; Piri Mehmet Paşa’nın hayatı...

Bir gece, yakınlarından biri, sohbetlerinin kızıştığı bir anda eşsiz hükümdar Yavuz Sultan Selim’e sordu:

“Hünkârım, Pirî kulunuzu neden böyle herkesten üstün tutarsınız, sebebi n’ola?”

Sultan Selim birden ciddileşti, kaşları çatıldı ve şöyle söyledi:

“Vakit şimdi gece yarısıdır; aklımdan geçen ise Mısır’ı almak için girişilecek hazırlıklardır. Şimdi bak, Pirî paşayı çağırtayım, bir de onun düşüncesini öğrenelim. Böylece aklını neden üstün tuttuğumuzu sana gösterelim.”

Sultan, vakit geçirmeden paşaya bir ulak gönderdi ve onu huzuruna çağırttı. Alelacele hünkârın huzuruna getirilen Pirî Paşa’ya büyük bir ciddiyetle:

“Pirî! Rumeli’nin bir yerinde eşsiz bir cami yaptırmayı murad ediyorum, bu konuda senin de fikrini almak isterim, ne düşünürsün?”

Pirî Sultanı sessizce süzdükten sonra, büyük bir saygı içinde:

“Ferman Sultanımındır! Camiyi bilmem ama Anadolu içlerinde bir iki köprü vardır ki tamire çok muhtaçtırlar. Onların onarılması daha isabetli olur.”

Hünkâr hiddetle:

“Bre Pirî, ben Rumeli’den söz ediyorum; sen Anadolu diyorsun. Yoksa senin başka bir fikrin mi var?

“Evet Sultanım, farklı bir düşüncem var; ama huzurunuzdaki kişinin bunu öğrenmesi mahzur getirebilir!”

“Lala, onun ne haddi var? Sırrı açıklarsa başından olacağını bilir!”

“Padişahım, şimdi cami zamanı değildir. Benim aklıma Mısır ülkesini alma tutkusu düşmüştür. Anadolu yollarında askerin geçmesine yarayacak köprüleri tamir edelim. Mısırlı âlimlere kalplerini bize yaklaştıracak nameler gönderelim. Bizim şeriata ne kadar uyduğumuzu cümlesine inandıralım. Âlimleri ve kumandanları Kansu Gavri’den nefret edip, bizim tarafımıza geçsinler. İlkbaharda Safevîler üzerineymiş gibi yürüyüşe geçelim!”

Sultan Selim tebessüm edip, memnuniyetini belirtti.

“Berhüdar olasın Pirî!” dedi ve Paşa’yı hil’atlerle mükafatlandırdı. (Bostanzâde Yahya Efendi’nin Duru Tarihi)

“Merhum Sultan Selim tahta geçince, devlet büyükleri arasında Pirî Paşa’dan kabiliyetlisi, sözde ve tedbirde ondan daha kâmili olmadığını gördü. Bu vasıfları dolayısıyla onu yanına aldı, vezir yaptı. Gerçekten ondaki kavrayış ve zekâ, ülke işlerini yoluna koymadaki başarı, Osmanlı’da hiçbir vezire müyesser olmamıştır.“ (Sehî Bey Tezkere’si)

OSMANLI DEVLETİ’NİN MALİYE BAKANI

Babası Şeyh Mehmet Çelebi’nin Konya’daki uzun süren tahsili, Pirî Mehmet’in “Karamanî” yâni Konya doğumlu olduğu iddiasını kuvvetlendirir. Doğum tarihi ise ihtilaflıdır. Ancak 1463’den önceki yıllarda olduğu kabul edilir.

Paşa çok iyi tahsil görür; medreseyi bitirdikten sonra da kendisini yetiştirmeyi sürdürür. Çağının sosyal ve fen bütün bilimlerini öğrenir. Medrese tahsilinden sonra Amasya şer’i mahkemesine kâtip olarak girer, kısa zamanda başkâtip olur. Daha sonra Sofya, Silivri, Siroz ve Galata kadılıklarında bulunur. Sultan Bâyezit’in son yıllarında, görevlerindeki dürüstlük ve çalışkanlığı dikkate alınarak hazine defterdarlığına getirilir, Anadolu Defterdarı olur. (Osmanlı Devleti’nde malî işlere bakan yüksek dereceli memur.) Sultan Selim’in tahta geçmesinden sonra Rumeli Defterdârı, yâni Başdefterdar, (şimdiki deyişle Maliye Bakanı) olan Pirî’nin hizmetlerinden pek memnun kalan Yavuz, O’nu Çaldıran seferi sırasında vezirliğe yükseltir.

Hazine iki, belki de üçtür!

Yavuz Sultan Selim, bir gün Pirî Mehmet Paşa’ya sorar:

“Lala, hazinenin durumu nasıldır?”

“Sultanım, hangi hazineyi soruyorsunuz?”

Sultan Selim Han, bilmiyormuş gibi davranarak:

“Paşa! Hazine iki midir?”

“Hazine iki, belki de üçtür! Biri Sultanımın iç hazinesidir, buradan dışarıya hazine çıkarılamaz, koruyucusu hazinebaşıdır, padişahımızın hususi ödeneğidir. Diğer hazine Divanhane’de bulunur, vezirlerin gözetimindedir; dış hazinedir. Üçüncüsü Yedikule’dedir, iki yıldan beri bakıcısı başvezir olan kulunuzdur. Bir başka hazine ise edilecek dualardır. Siz hangisini emir buyuruyorsunuz?”

Cihan Padişahı bu cevabı pek beğenir ve Paşa’yı mükafatlandırır.

SULTAN ONU GECE BİLE DENETLERDİ

Sultan Selim, 1516 Haziran’ında Mısır Seferi’ne çıkarken, Pirî Mehmet Paşa’yı dördüncü vezir olarak İstanbul’un korunmasıyla vazifelendirir. Bu makam Osmanlı Devleti’nde padişah nâibliği gibi kabul edildiğinden sıradan insanlara verilmezdi. Paşa’nın, Yavuz’un Mısır Seferi sırasında böyle bir göreve tayini, padişahın kendisine çok güvendiğinin en açık göstergesidir. Sultan Selim, bu sefer sonunda paşayı sadrazam olarak tayin eder.

Pirî Mehmet Paşa, Osmanlı sadrazamları arasında ilmiyle de şöhret bulur. Çünkü vezirlik makamına müderrislik, kadılık ve defterdarlık görevlerinden sonra gelmiştir. Paşa aynı zamanda bir hukukçudur. Galata kadısı iken, “Semendire Eflâkleri Kanunnamesi”ni hazırlayarak bu konudaki bilgisini de ispatlamıştır.

Paşa, ülkesi için çalışmayı ibadet telakki ederdi. Bu sebeple sadrazamlığı sırasında, gece gündüz demeden çalışır, ortaya çıkan problemlere çözümler getirirdi. Sabah erkenden padişahın huzuruna çıkar, gece aldığı karar ve tedbirleri sunardı. Devlet işlerini takipte ondan daha hassas olan sultan, buna rağmen bazı geceler çeşitli bahanelerle kapıcıları iki üç defa evine gönderir, çalışmalarını kontrol eder, fakat onu her defasında çalışma halinde bulurdu.

GEMİLERİ KARADAN YÜRÜTEN İKİNCİ DEVLET ADAMI

Belgrad Seferi sırasında, Tuna nehrinde bulunan gemileri Sava nehrine geçirmek gerekiyordu. Zor işlerin adamı olan Pirî Paşa, donanmayı Tuna’dan Sava’ya karadan geçirmeyi başararak, Osmanlı tarihine Fâtih’ten sonra gemileri karadan yürüten ikince devlet adamı olarak geçti.

YERİNİ TUTACAK ADAM BULUNMAZ!

Pirî Mehmet Paşa, bütün üstün meziyetleri kendisinde toplamış olmasına rağmen, zaman zaman Sultan’ın kendisini hırpalamasına maruz kalırdı. Yavuz bir defasında, bir sözü sebebiyle başına okla vurup yarmıştı. Pirî Paşa, hükümdarın böyle sert muamelelerine rağmen, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Sultan Selim, devrinde ondan daha zeki, akıllı ve tedbirli bir devlet adamı bulamadığı için, onu hep sevmiş, görevden almayı hiç düşünmemişti.

Bununla birlikte Paşa, her an başının gideceği endişesini taşımış, hatta bir gün yarı şaka, yarı ciddi, kendisinde Sultan’a şöyle söyleme cesaretini bile bulmuştu:

“Padişahım, biliyorum ki sonunda bir sebep bulup beni öldürürsünüz! Bari şu işi bir an önce yapsanız da, beni şu dünya hayatından kurtarsanız!”

Sultan, onun bu sözüne çok güldü ve gülümseyerek şunları söyledi:

“Bu düşünce benim çoktan hatırımdadır. Lâkin yerini tutar adem yoktur, vezaret hizmetini hakkıyla eda edecek kimse bulunmaz. Yoksa seni muradına kavuşturmak kolaydır.”

PİRİ MEHMET PAŞA NASIL

Pirî Mehmet Paşa, Kanunî döneminin üçüncü yılında sadrazamlıktan uzaklaştırıldı ve iki yüz bin akçe ile emekliye ayrıldı. İstanbul’dan ayrılarak Silivri’deki Celâliye Çiftliği’ne çekilip burada yaşamaya başladı. Oğlu tarafından, Edirne’de bulunduğu bir sırada 13 Kasım 1532’de zehirlenerek şehit edilen bu büyük sadrazamın cesedi, Edirne’den Silivri’ye nakledilerek burada yaptırdığı külliyenin haziresine gömüldü.

Pirî Mehmet Paşa, İstanbul, Silivri ve Konya başta olmak üzere ülkenin bir çok yerinde cami, medrese, zâviye, imâret, tabhane, han, hamam ve dükkan vakfetti. İstanbul Zeyrek’te Haliç’e hâkim bir tepeye inşa ettiği cami, medrese ve mektepten oluşan Soğukkuyu Külliyesi’nden zamanımıza, cami ve medresesinin dış duvar kalıntılarıyla, minare tabanından başka bir şey kalmamıştır.

Kaynak: Can Alpgüvenç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 224

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.