Peygamberimize İlk Vahiy Nasıl Geldi?

Peygamber Efendimize (s.a.v) ilk vahiy nasıl geldi? Peygamber Efendimiz (s.a.v) ne haldeydi? Cebrail'i (a.s) görmeden önce vahiyler nasıl geliyordu? Peygamber Efendimiz Cebrail'den (a.s) vahiy almaya nasıl hazırlandı? Dr. Murat Kaya bu soruların cevaplarını anlatıyor...

Ümmü’l-Mü’minîn Âişe (r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in ilk vahiy başlangıcı uykuda sâlih (sâdık) rüyâ görmekle olmuştur. Hiçbir rüyâ görmezdi ki sabah aydınlığı gibi vâzıh ve âşikâr zuhûr etmesin! Ondan sonra kalbine yalnızlık muhabbeti ilkâ olundu. Artık Hırâ dağındaki mağara içinde halvete çekilip orada ehlinin yanına gelinceye kadar adedi muayyen günlerde ibadet ederdi. O günler için yanına azık da alırdı. Sonra Hz. Hatîce’nin yanına dönüp bir o kadar zaman için yine azık tedârik ederdi. Nihâyet Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’e bir gün Hırâ Mağarası’nda bulunduğu sırada emr-i Hak (yâni vahiy) geldi. Şöyle ki Ona Melek gelip «Oku!» dedi. O da «Ben okuma bilmem!» cevabını verdi.

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz hâdisenin devamını şöyle anlattılar:

«O zaman Melek beni alıp tâkatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine “Oku!” dedi. Ben de ona “Okuma bilmem!” dedim. Yine beni alıp ikinci defa tâkatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine “Oku!” dedi. Ben de “Okuma bilmem!” dedim. Nihâyet beni yine alıp üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp:

“Mahlûkâtı yaratan Rabb-i Celîl’inin ism-i şerifiyle oku! O Rabb-i Azîm ki insanı bir alâktan yarattı. Her hâlde oku ki senin Rabbin kalemle yazı yazmayı tâlim eden, keremine nihâyet olmayan Allahu Zü’l-Celâl’dir.” dedi.» (el-Alâk, 1-4.)

Bunun üzerine Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) kendisine vahyolunan bu âyet-i kerîmeleri alıp korkudan yüreği titreyerek döndüler ve Hatîce bint-i Huveylid’in yanına geldiler. Ona:

«‒Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz!» buyurdular.

Korkusu geçinceye kadar vücûd-i mübârekini sarıp örttüler. Ondan sonra Allah Rasûlü (s.a.v) yaşadığı hâdiseyi Hz. Hatîce’ye naklederek:

«‒Kendimden korktum!» buyurdular. Hatîce (r.a):

«‒Öyle deme, Allâh’a yemin ederim ki Allâhu Zü’l-Celâl hiç bir vakit seni utandırmaz (mahzûn etmez). Çünkü sen akrabâna bakarsın, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakîre verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misâfiri ağırlarsın, Hak yolunda zuhûr eden hâdiselerde ve mühim meselelerde insanlara yardım edersin!» dedi.

Bundan sonra Hatîce (r.a) Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’i amcazâdesi Varaka bin Nevfel’e götürdü. Bu zât, Câhiliyye’de hristiyanlığa girmiş bir kimse olup İbrânîce yazı bilir ve İncil’den Allah’ın dilediği kadar öteberi yazardı. Varaka gözleri âmâ olmuş bir pîr-i fânî idi. Hatîce (r.a) Varaka’ya:

«‒Amcam-oğlu, dinle bak, kardeşinin oğlu ne söylüyor!» dedi. Varaka:

«‒Ne var kardeşimin oğlu?» diye sorunca Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) gördüğü şeyleri kendisine haber verdiler. Bunun üzerine Varaka dedi ki:

«‒Bu gördüğün, Allâh Teâlâ’nın Mûsâ (a.s)’a indirdiği Nâmûs-i Ekber’dir. (Yâni vahiy getirmekle vazifeli melek Cebrâil (a.s)’dır.) Âh keşke senin dâvet günlerinde genç olaydım. Kavmin seni çıkaracakları zaman keşke hayâtta olsam!»

Bunun üzerine Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v):

«‒Onlar beni çıkaracaklar mı?» diye hayretle sordular. O da:

«‒Evet! Zira senin gibi bir şey getirmiş (yâni vahiy tebliğ etmiş) bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şâyed senin dâvet günlerine yetişirsem sana bütün gücümle yardım ederim.» cevabını verdi.

Ondan sonra çok geçmedi, Varaka vefât etti. O günlerde Fetret-i vahiy vukû buldu (yâni bir müddet için vahiy kesildi.)” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 3)

HADİS VE OLAYLARIN AÇIKLAMASI

Vahyin kesilmesi ile Varaka’nın vefâtı arasında herhangi bir münâsebet yoktur. Son cümleden böyle bir şey anlaşılmamalıdır.

Alâk sûresinin ilk âyetleri nâzil olduktan sonra vahyin bir müddet kesilmesi ve Cebrâîl (a.s)’ın görünmemesi sebebiyle Peygamber Efendimiz (s.a.v) çok üzüldüler. O günlerde İsrâfîl (a.s) zaman zaman görünerek Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’i tesellî etti.

Vahyin ne kadar kesildiğiyle alâkalı rivâyetler muhteliftir. En azı on beş gün, en fazlası da üç senedir.

Bu rivâyetten anlaşıldığı üzere Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in rüyâsı, vahyin geliş şekillerinden biridir.

Ebû Hüreyre (r.a), “Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i şöyle buyururken işittim” demiştir:

‒Nübüvvetten sonra (ümmete) sadece mübeşşirât kalmıştır!”

Ashâb-ı kirâm:

“–Mübeşşirât nedir?” diye sorunca, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):

‒Sâlih rüyâdır buyurdular. (Buhârî, Ta’bîr 5. Bkz. Müslim, Salât 207-208)

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Zaman yaklaşınca mü’minin rüyâsı neredeyse hiç yalan çıkmaz. Mü’minin rüyâsı nübüvvetin kırk altı cüzünden biridir. Nübüvvetten olan bir şey ise yalan olmaz!” (Buhârî, Ta’bîr 26; Müslim, Rü’yâ 6)

Sizin en doğru rüyâ göreniniz, sözü en doğru olanınızdır.(Müslim, Rü’yâ 6)

Bu rivâyetten öğrendiğimize göre, zor meseleleri üç defa tekrar ederek öğretmek îcâb eder.

Kur’ân-ı Kerîm’i öğretirken çocuğa üç defadan fazla vurmamalıdır.

Güzel ahlâk, sâhibini kötü ve çirkin hallere düşmekten kurtarıp selâmete çıkarır. Kimin hayır ve hasenâtı çok olursa, onun âkıbeti güzel olur, dîninin ve dünyasının selâmette olması umulur.

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZE GELEN İLK VAHİY

Peygamberimize Gelen İlk Vahiy

VAHYİN İLK İNDİĞİ YER

Vahyin İlk İndiği Yer

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.