Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Özürler

Hangi şartlarda oruç tutulmaz? Oruç tutmamayı mübah kılan özürler.

İslâm’ın getirdiği yükümlülükler insanın gücü ile sınırlıdır. Bu yüzden zorluk ve sıkıntı olan durumlarda yükümlülere bir takım kolaylık ve ruhsatlar tanınır. Bu ilke gereği bazı durumlarda farz olan orucu tutmama hakkı tanınmıştır.

ORUÇ TUTMAMAYI MÜBAH KILAN MAZERETLER

Ramazan orucunu tutmamayı veya başlanmış bir orucu açmayı mübah kılan özürler şunlardır.

1. Yolculuk (Seferîlik).

Ramazan ayında en az üç günlük, yani on sekiz saatlik bir yere gidecek kimse geceden oruca niyet etmeyebilir. Böylece o gün yola çıkınca oruçlu bulunmamış olur. Ancak bir kimse oruca başladıktan sonra gündüzün yolculuğa çıksa bu yolculuk o ilk gün için bir özür sayılmaz. Orucuna devam etmesi gerekir. Bununla birlikte bu kimse orucunu bozarsa yalnız kaza gerekir, kefâret gerekmez. Çünkü orucunu yolculuk özrüne dayalı olarak bozmuştur.

Allah Teâlâ Ramazan ayında hasta ve yolcu olanların orucu konusunda şöyle buyurmuştur: Sizden kim hasta olur veya seferde bulunursa diğer günlerde tutamadığı günler sayısınca oruç tutsun” [1]

Zarar görmeyecekse yolcunun oruç tutması daha faziletlidir. Çünkü yukarıdaki âyetin son kısmında; “Eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” buyurulur. Yolcunun arkadaşları oruçlu olur veya yolculuk masrafları ortak bulunmazsa kendisinin de oruç tutması daha faziletlidir. Fakat arkadaşlarının çoğunluğu oruç tutmaz veya harcamada ortak bulunurlarsa oruç tutmaması daha uygundur.

Şâfiî ve Hanbelîler’e göre yolcu, geceden niyetlendiği orucunu da bozabilir. Delil, İbn Abbas (r.anhümâ) dan rivayet edilen şu hadistir: “Hz. Peygamber Ramazan ayında Mekke’nin fethi için yola çıktı. Kadîd denilen yere varıncaya kadar oruç tuttu. Orada kendisi ve diğer insanlar oruçlarını bozdular.”[2]

2. Hastalık.

Bir kimse oruç tuttuğu takdirde ölmekten veya hastalığının artmasından veya uzamasından yahut aklının gitmesinden korkarsa, oruç tutmayabilir veya tutmakta olduğu orucu açabilir. Daha sonra iyi olunca bunu yalnız kaza eder.

Eğer hastalık deri kaşıntısı, diş ağrısı, parmak ağrısı, çıban ve benzeri hastalıklarda olduğu gibi kişinin oruç tutması halinde kendisine bir zararı olmayacak hastalıklardan ise orucu bozmak mübah olmaz. Orucun hastanın sağlığı için bir tehlike teşkil edip etmediği konusunda müslüman uzman bir doktorun bilgisine başvurulmalıdır.[3]

Hastanın oruç tutmama ruhsatı şu âyete dayanır: “Sizden kim hasta olur veya seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca, diğer günlerde oruç tutsun”

Ramazan ayı içinde sağlıklı olan, fakat oruç tuttuğu takdirde hasta olacağı galip zan ile veya tıbbın verilerine göre bilinen kimse de hasta hükmündedir.

3. Gebelik ve çocuk emzirmek.

Ramazan ayında gebe veya emzikli olan kadınlar, kendilerine veya çocuklarına bir zarar gelmesinden korkmaları durumunda oruç tutmayabilirler. Daha sonra kaza ederler. Başkasının çocuğunu emzirme durumunda, çocuğa kendisinden başka süt veren bulunmamalı veya bulunduğu halde çocuk emmemelidir.

Gebe ve emzikli kadınların oruç tutmamalarının caiz olmasının delili hasta ve yolcuya kıyastır. Başka bir delil, Hz. Peygamber’in şu hadisidir: “Allah Teâlâ yolcudan orucu ve namazın yarısını kaldırmıştır, gebe kadınlarla emzikli kadınlardan da orucu kaldırmıştır.” [4]

4. Yaşlılık.

Yılın bütün mevsimlerinde oruç tutmaktan aciz olan çok yaşlı erkek ve kadınların oruç tutmamaları icmâ ile caizdir. Bunların oruçlarını kaza etmeleri de gerekmez. Bunun yerine, tutamadıkları her gün için bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Oruç tutmaya gücü yetmeyenlerin bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir.” [5] İbn Abbas (r.a) bu âyetin çok yaşlı ve oruç tutamayan erkek ve kadınlarla ilgili olduğunu söylemiştir. Bunlar her bir güne karşılık bir yoksulu doyururlar.[6]

İyileşme ümidi bulunmayan hastalar da yaşlılar gibidir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah sizin için dinde bir güçlük yapmamıştır.” [7]Ancak Ramazan’da oruç tutma gücüne sahip olmayıp da, daha sonra kaza edebilecek durumda bulunanlar fidye vermeyip tutamadıkları oruçları kaza ederler.

Oruç fidyesi Ramazan’ın başında veya sonunda verilebilir. Otuz günün fidyesi çeşitli yoksullara verilebileceği gibi bir yoksula da topluca verilebilir. Hatta Ebû Yûsuf’a göre bir günün fidyesi bir kaç yoksula dağıtılabilir. Fidyede bu şekilde yoksula bizzat vermek yerine, fidye tutarı kadar yiyeceği ikram etmek de (ibâha) caizdir. Şöyle ki, her günün orucuna karşılık bir yoksula sabah ve akşam doyacak kadar yiyecek yedirilmesi de yeterli olur.

Yaşlılık veya iyileşmeyen sürekli bir hastalık nedeniyle oruç fidyesi veren kimse, daha sonra oruç tutmaya güç yetirecek olsa fidyenin hükmü kalmaz. Oruç tutması, geçmiş günleri de kaza etmesi gerekir.

5. Düşmanla savaş.

Ramazan ayında düşmanla savaşacak olan bir İslâm askeri, düşman karşısında zayıf düşeceğinden korkarsa oruç tutmayabilir. Hatta savaş gerçekleşmese bile, daha sonra kendisine yalnız kaza gerekir.

6. Zorlama ve korkutma altında orucu bozmak.

Canına veya bir uzvuna yönelik bir zararla tehdit edilen kimse orucunu bozabilir. Daha sonra bunu kaza eder. Bununla birlikte yolcu veya hasta olmayan kimse zorlama karşısında Ramazan orucunu bozmaması yüzünden öldürülecek olsa günahkâr olmaz. Belki büyük bir sevap kazanmış ve dinine olan bağlılığını göstermiş olur. Ancak yolcu ve hasta zorlama karşısında orucunu bozmaz ve öldürülürse günaha girmiş olur. Çünkü bunlara zaten İslâm’da oruçlarını açmak için ruhsat vardır. Zorlama hâlinde bu ruhsattan yararlanmamaları doğru olmaz. Oruçlu kadına zorla veya uyku halinde iken cinsel ilişkide bulunulursa orucunu kaza etmesi gerekir.

7. İleri derecede açlık ve susuzluk.

Oruçlu bir kimse açlıktan veya susuzluktan dolayı helâk olacağından, beden ve ruh sağlığının ciddî şekilde bozulacağından korkarsa veya böyle bir şeyin olması tecrübeye ya da tıbbın verilerine göre kuvvetle muhtemelse orucunu bozması caiz olur. Bunu daha sonra kaza eder. Hatta ölüm tehlikesi açıksa oruç tutması haram olur. Çünkü Allah Teâlâ: “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın”[8], “Kendinizi öldürmeyin, şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir” [9] buyurmuştur.

8. Ziyafet.

Ziyafet vermek veya ziyafete davet olunmak yalnız nâfile orucu açmak için bir özür sayılabilir. Ziyafet veren veya ziyafete çağrılan kimse nafile orucunu bozabilir, bunu daha sonra kaza eder. Çünkü orucuna devam ettiği takdirde bir müslüman kardeşini gücendirmesi muhtemeldir.

Diğer yandan en sağlam görüşe göre ziyafet, misafir veya ev sahibi için öğleden önceye kadar özür teşkil eder.

Zevalden sonra oruca devam etmekte, sadece ana-babaya isyan söz konusu olduğu takdirde oruç bozulabilir. Çünkü öğleden sonra orucun tamamlanması hükmü güç kazanmıştır.

Ziyafet ne farz ne de vacip oruçlar için bir özür teşkil etmez.

9. Kadının âdetli veya loğusa bulunması.

Bir kadın Ramazan ayında gündüzün âdet görmeye başlasa veya çocuk doğursa orucu bozulmuş olur. Artık âdet günlerinde ve loğusa bulundukça oruç tutması caiz olmaz.

Ramazan’da âdet gören bir kadın, geceleyin âdeti kesilmiş olsa, eğer âdet günleri tam on gün sürmüşse, ertesi gün Ramazan orucuna başlar. Fakat on günden az sürmüşse, âdeti kesildikten sonra imsâk vaktine kadar yıkanmasına yeterli ve bir miktar da fazla bir vakit kalmış olursa yine oruca başlar. Bu kadar bir vakit bulunmazsa, meselâ; yıkanmasının arkasından hemen imsak zamanı olursa o gün oruca başlamaz. Çünkü on günden eksik âdet görenler hakkında yıkanma süresi de âdet vaktinden sayılır.

10. Zor işlerde çalışmak.

Kur’an’da oruç tutmamayı mubah kılan özürler olarak hastalık, yolculuk ve oruca güç yetirememekten söz edilmiştir.[10] İlke olarak bir mü’minin oruç tutmasını engelleyecek ağır işlerde çalışması veya çalıştırılması doğru değildir. Bu durum, kişinin din ve vicdan özgürlüğü ile de bağdaşmaz. Ramazan ayında bu şekilde ağır işle karşılaşan kişiye İslâm toplumu daha iyi iş imkânları sağlayamıyorsa, bu yüzden işten ayrıldığı takdirde geçim sıkıntısı çekmesi kesin veya kuvvetle muhtemel ise, bu durumda oruç tutmayabilir. Geçici bir süre ağır bir işte çalışmak durumunda kalan kimse, bu durumda oruç tuttuğu takdirde ruh veya beden sağlığına bir zarar erişeceğinden korkuyorsa oruç tutmayabilir. Bunlar daha sonra tutamadıkları oruçları kaza ederler.

Ağır işte çalışanın açlık veya susuzluk sebebiyle zararı bilfiil gerçekleşirse orucu bozması vacip olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.” [11]

Sonuç olarak çalışan oruçlu kimse iş sebebiyle hasta olacağını bilse bile, daha hasta olmadan orucunu bozması veya hiç oruca başlamaması helâl olmaz.

Yukarıda belirtilen bu özürlerden biri sebebiyle oruç tutamayan kimse, oruca, oruçlulara ve Ramazan ayına saygı göstererek, mümkün oldukça bunu belli etmemesi müslümanın edeplerindendir.

Yukarıdaki kimselerden ergenlik çağına eren çocuğun ve ihtida eden bir kimsenin o günün orucunu ayrıca kaza etmesi gerekmez. Çünkü bunlar imsak sırasında mükellef değildir. Diğerlerinin ise kaza etmeleri gerekir.[12]

Dipnotlar:

[1] Bakara, 2/184, bk. “Yolcunun Namazı.” [2] Buhârî, Savm, 34, 38, Megâzî, 47; Müslim, Sıyâm, 87-90; Nesâî, Sıyâm, 49, 54, 55, 61; Dârimî, Savm, 15; Mâlik, Muvatta’, Sıyâm, 21. [3] Tıp uzmanları oruç bozmayı mübah kılan özürler arasında şu hastalıkları zikretmişlerdir: Şiddetli kalp hastalığı, ağır verem, ciğer iltihabı, kanserler, had safhadaki böbrek iltihabı, idrar yollarında taş bulunan ve düşürmekte olanlar, damar sertliği, şiddetli şeker hastalığı. [4] Nesâî, Sıyâm, 50, 51, 62; İbn Mâce, Sıyâm, 3, 50; Tirmizî, Edâhî, 10; A. b. Hanbel, II, 183. [5] Bakara, 2/184. [6] Buhârî, Tefsîru Sûre 2/25; Ebû Dâvud, Savm. 3; Tirmizî, Edâhî, 10; A. b. Hanbel, II, 183; İbn Mâce, Sıyâm, 50. [7] Hac, 22/78. [8] Bakara, 2/195. [9] Nisâ, 4/29. [10] Bakara, 2/184, 185. [11] Nisâ, 4/29. Bilgi için bk. Kâsânî, age, II, 94-97; İbn Âbidîn, age, II, 158-168; Şürünbülâlî, age, s. 115-117; İbn Rüşd, age, I, 285-288; İbn Kudâme, Muğnî, III, 99 vd.; Bühûtî, Keşşâf, II, 361; Bilmen age, s. 300 vd. [12] Kasânî, age, II, 102 vd.; Şürünbûlâlî, age, 114; Zühaylî, age, II, 649; Bilmen, age, s. 303.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

ORUCUN TANIMI VE TARİHÇESİ

Orucun Tanımı ve Tarihçesi

ORUÇ TUTMANIN FAZİLETLERİ VE FAYDALARI

Oruç Tutmanın Faziletleri ve Faydaları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.