Nefsani Lezzet İle Manevi Lezzet Arasındaki Fark

İbadetler, belli zamanlarda îfâ edilip tamamlanırlar. Fakat kulluk dâimîdir. Îman, kalbin Cenâb-ı Hakk’a dâimî bağlılığıdır. Bu sebeple îmânı aşk ile yaşayan Hak âşıkları da, ibadette aldıkları feyz ve rûhâniyeti, her nefes devam ettirirler. Hiçbir zaman ve mekânda Hak’tan gâfil kalmazlar. Her an huzûr-i ilâhîde olduklarının şuuru içinde bulunduklarından, onların abdesti, namazı, velhâsıl kulluğu dâimîdir.

Mevlânâ Hazretleri’nin şu nasihatleri, Hak âşıklarının kulluk ufkunu ne güzel ifade eder:

“Öyle bir abdest al ki, hiç bozulmasın. Öyle bir namaz kıl ki, hiç bitmesin. Âşığa beş vakit namaz yetmez. Beş yüz bin vakit ister. Gerçek âşık, vuslatın bitmesini hiç ister mi?..”

Nefsânî lezzetlerin alâmeti, tadılınca arzu ve hevesin sönmesidir. Mânevî lezzetler ise tadıldıkça daha büyük bir şevkle arzulanırlar.

Meselâ gün boyu oruç tutan biri, iftarda iki kap yemekle doyar. Daha leziz bile olsa, üçüncü, dördüncü kap yemeğe artık bir iştahı kalmaz. Fakat mânevî lezzetler böyle değildir. Tadıldıkça mü’minin mânevî iştihâsını ziyâdeleştiren ve nihâyeti olmayan bir zevk vardır mânevî lezzetlerde.

Nitekim dünya saltanatını bir kenara bırakıp ilâhî aşk deryasına dalmış olan İbrahim bin Edhem Hazretleri buyurur ki:

“İlâhî muhabbetteki vecd ve istiğrâkımız müşahhas bir şey olsaydı; krallar onu bizden alabilmek için bütün hazinelerini de krallıklarını da fedâ ederlerdi.”

HAKK’A YAKIN KULLARIN DUYDUKLARI LEZZET

Hakk’a yakın kullar, artık bâkî lezzetlerin esintilerini hissetmeye başladıklarından, onların gözünde fânî lezzetler kıymetini yitirmiştir. Bu yüzden onlar, kendileri muhtaç durumda olsalar dahî, ellerine geçen her nîmeti kendilerine kullanmak yerine, Allah için bir muhtaca infâk etmekten, daha büyük bir lezzet duyarlar.

Nitekim Rasûlullah (s.a.) Efendimiz de, ümmetinin açlarını doyurmadan, muzdariplerin ıztırâbını dindirmeden, huzur bulamazdı. Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat ve merhametin getirdiği mânevî haz, Efendimiz’e âdeta kendi açlığını unutturuyordu.

Cenâb-ı Hak bizlere de fânî nîmetlerin lezzetine gâlip gelecek böylesine bâkî lezzetler ihsân eylesin!

Demek ki, huşû ile îfâ edilen, yani Cenâb-ı Hak’la kalbî vuslat ikliminde edâ edilen ibadetlerin mânevî zevki, maddî zevklerle kıyas dahî kabul etmez. Allah ile beraberliğin mânevî huzurunu tadabilen Hak âşıklarına da; ibadetler, tâatler, Allah yolundaki hizmet ve fedakârlıklar, hiçbir zaman bir yorgunluk sebebi olmamış, bilâkis doyumsuz bir zevk ve lezzet hâline gelmiştir. Bu sebeple onlar, Cenâb-ı Hak’la o vuslat hâlinin hiç bitmemesini arzulamışlardır.

İşte bunun gibi, Ramazân-ı Şerîf’in kıymetini hakkıyla idrâk edip onu lâyıkıyla ihyâ edebilen mü’minler de, bu rahmet ikliminin hiç bitmemesini, ondaki feyz akışının hiç kesilmemesini dilemişlerdir.

Nitekim hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:

“Eğer kullar, Ramazan’ın fazîletlerini bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederlerdi…” (Heyse­mî, c. III, sf. 141)

Muallâ bin Fadl (r.aleyh) bu hakîkatin sâlih mü’min­ler­deki bir tezâhürünü şöyle ifâde buyurmuştur:

“Selef-i sâlihîn, Cenâb-ı Hakk’a, altı ay boyunca kendilerini Ramazan’a ulaştırması için duâ ederlerdi. Geri kalan altı ayda da idrâk ettikleri Ramazan’ı kabûl buyurması için duâ ederlerdi.” (Kıvâmu’s-Sünne, et-Terğîb ve’t-Terhîb, II, 354)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 365. Sayı, Temmuz 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.