Mükemmel Bir Yaratılış Örneği

Başlangıçta tek bir hücre iken ve herhangi bir şeye benzemezken, sonuçta yüz trilyon hücre sayısına ulaşan, mükemmel bir canlı örneği olan insan, aklımızın sınırlarını zorlayacak bir tasarımla yaratılır.

FETAL DÖNEM

Bu dönem, gebeliğin sekizinci haftasından itibaren başlar ve doğuma dek sürer. Bir önceki dönemden en fârik (ayırt edici) vasfı; fetüsün yüzü, elleri ve ayaklarıyla belirgin bir şekilde insan görünümüne sahip bir canlı olmasıdır. Dönemin başında 3 cm. boyunda olan fetüsün bütün organları ortaya çıkmıştır. Bu dönem, 30 hafta kadar sürer ve gelişme, doğum haftasına kadar devam eder. Başlangıçta tek bir hücre iken ve herhangi bir şeye benzemezken, sonuçta yüz trilyon hücre sayısına ulaşan, mükemmel ve kusursuz bir canlı yaratılmaktadır.

9. haftada fetüs, bir bebeğe daha çok benzemektedir. Parmağını emmeye başlar ve amniyon sıvısını yutabilir. Bir nesneyi kavrayabilir. Parmaklarını açıp kapatabilir, dilini hareket ettirebilir, iç çekip gerinebilir. Yüzde, ayakta, avuçlarda bulunan sinir alıcıları sayesinde hafif dokunuşları hissedebilir.

Göz kapakları kapalıdır. Ses telleri gelişmeye başlamıştır. Dış üreme organları, cinsiyetin fark edilmesini sağlar. Fetüsün cinsiyeti kız olacaksa, rahim belirgindir ve yumurtalıkta olgunlaşmamış yumurta hücresi üretimi artmaktadır.

Bağırsaklar, kendileri için büyüyen karın boşluğuna çekilmeye başlamaktadır.

"İNSAN YAVRUSU" DÖNEMİ

10. haftada artık bir “insan yavrusu” dediğimiz dönem başlamıştır. Bundan önce ağırlığı dikkate alınmazken 9 ile 10 hafta arasında bir büyüme sıçramasıyla vücut, ağırlığını %75’ten fazla artırarak 5 grama ulaşmıştır ve her hafta da bu artış devam etmektedir.

Beyin, vücudun geri kalanına göre hâlâ çok büyüktür. Gözler ve burun, net olarak seçilebilir, ancak göz kapakları yapışıktır. Diş etlerinde, diş tomurcukları şekillenmeye başlamıştır.

El ve ayak bilekleri dâhil olmak üzere, pek çok eklem şekillenmiş, parmaklar birbirinden ayrılmıştır.

Sinir sistemi cevap vermeye ve iç organların çoğu çalışmaya başlamış, böbrekler nihâî yerine doğru hareket etmiştir.

Fetüs esneyebilir, ağzını açıp kapatabilir, parmağını emebilir. Çoğu fetüs, sağ elinin başparmağını emer.,

İNSANIN TEMELİNİN ATILDIĞI DÖNEM

Anne rahminde, karanlıkta ve suyun içinde, kendi gelişiminden ve gönderilmeye hazırlandığı dış dünyadan habersiz, âciz bir yavrudur fetüs… Lâkin gelişiminin aşamaları ve hesaplamaların inceliği, ona büyük ehemmiyet ve kıymet verildiğinin en açık nişânesidir. Buraya kadar yazdıklarımıza baktığımızda, gideceği yere yönelik hazırlıkların ihtişamını müşahede ediyoruz. Konuşma, üreme, çiğneme-sindirme, işitme, görme, kavrama, hissetme… vb. her türlü mükemmel fonksiyonların temelinin atıldığı bir dönemden, gelişmeye başladığı diğer bir döneme geçmiştir fetüs…

Dünyaya geldikten aylar sonra çıkacak dişlerin yerleri, bu haftalarda belirlenerek bir plân dâhilinde ağız içine yerleştirilmiştir. Üremede kullanılacak olan hücrelerin ön maddeleri yumurtalıklarda oluşmaya başlamıştır. Eller, ilk başta tokaç şeklindeyken parmaklar kullanıma hazır hâle getirilerek ayrılmıştır. Sinir sistemi uyarıları almakta; eller ve ayaklar dokunuşları hissetmektedir. Aylar sonra konuşabilmesi için gerekli malzemelerin gelişimine şimdiden başlanmıştır.

KONUŞABİLME MUCİZESİ

Dünyaya geldiğinde yaptığı en mühim iş, “ağlamak” olan bebeğin, vakti geldiğinde ona “Beyân’ı öğretenin izniyle” konuşmaya ve kendisini ifade etmeye başlaması, gerçekten hayret vericidir. Konuşmak, hakîkaten mûcizevî bir hadisedir. Konuşabilmek için yüzlerce kasımız, saniyenin çok küçük bir diliminde eş zamanlı olarak çalışır. Beyinde konuşmayı yöneten bir merkez vardır.

Konuşabilmek; etraftan gelen uyarıları toplayıp değerlendirebilmeyi ve onlara mânâ verebilmeyi îcâb ettirir. Bunun için, anne rahminde oluşmaya ve gelişmeye başlayan beyinde, milyarlarca sinir hücresi, trilyonlarca irtibat kurar. Bu irtibatlar sayesinde, konuşma merkezi; beynin görme, işitme, hâfıza gibi pek çok bölgesiyle bağlantılı çalışabilir. Düşünce, konuşulacak lisâna göre beyinde formüle edildikten sonra vazifeli kaslara emirler yağdırılır.

Hava, konuşmayı sağlayacak ham maddedir. Atmosferden solunum sisteminin en uç noktasına ulaştırılan oksijen, akciğerlerdeki keseciklere kadar gelen karbondioksitle değiştirilir. Kirli hava, aynı yolu takip ederek gırtlaktan çıkarken ses tellerinin arasından geçer. Bunlar perdeye benzeyen organlardır. Konuşma sırasında bağlı bulundukları kıkırdaklar tarafından hareket ettirilerek bir araya getirilir. Ve atmosfere verilecek olan hava buradan geçerken titreştirilir. Böylece hava molekülleri seslendirilmiştir. Bu hava, boğazın kontrolü ile burun ve ağız yoluyla yüzeye ulaştırılır. Dil, damağa yaklaşıp uzaklaşır; dudaklar büzülüp yayılır. Bu işlemler esnasında birçok kas, hızla hareket eder. Böylece kelimeler ağzımızdan çıkmaya başlar. Herkesin sesi kendine özeldir. Zira kişinin ağız ve burun yapısı, sesinin kendine has olmasını sağlar.

AKIL ALMAZ BİR HIZ

Bütün bu anlattıklarımız, akıl almaz bir hızla ve mükemmel bir şekilde gerçekleştirilir. Bizim ise, konuşurken yaptığımız bu işlerden haberimiz olmadığı gibi, bir müdâhalemiz de yoktur. Sanki konuşmaya karar veririz ve o anda kelimeleri art arda sıralarız. İstesek saatlerce konuşabilir, karmaşık cümleler kurabiliriz. Bildiğimiz farklı lisanlar varsa, ânında konuşmalarımızı o lisanda yapabiliriz. Ancak her bir harfin çıkışı, yukarıda anlattığımız kompleks hâdiseler dizisine bağlıdır.

Şayet karşılıklı konuşuyorsak, bu sefer muhatabımızın dediklerini dinleyip, değerlendirmemiz ve ona göre cevap vermemiz gereklidir. Bu sefer devreye işitme fonksiyonu girer. Eğer bir şeye bakarak ve onu yorumlayarak konuşuyorsak, bu defa da görme fonksiyonu işe dâhil olur. Biz konuşmayı basit bir işlemmiş gibi yaparız. Aslında o, oldukça karmaşık ve sistemli bir çalışmanın ürünüdür. Nasip olursa, konuşma-işitme, konuşma-görme konularıyla ilgili değerlendirmeleri başka bir yazıya bırakalım.

İşin câlib-i dikkat olan yanı, âciz insan, bu kadar karmaşık bir işlemler dizisinden sonra konuşabildiğinin farkında olmadığı gibi; tefekkür etmekten de çoğu kez gaflete düşer.

“-Ben nasıl konuşabiliyorum? Art arda kelimeler zincirini nasıl bir araya getirip duygu ve düşüncelerimi ifade edebiliyorum? Bu işlem için vücudum hangi cihazlarla donatılmış, bunlardan biri eksik olsa hâlim nice olurdu?...” diye bir an durup düşünse, aslında kendisini bir konuşturan olduğunu fark edecek!..

Zira hiçbirimiz konuşurken bu cihazları kullandığımızı bilmeyiz. Hangi işlem, hangi sırayla yapılacak, haberimiz olmaz. Ama bize konuşmayı öğreten Rabbimiz, her birinin vazifesini ve sırasını o kadar iyi bilir ve sırasıyla bu âzâları o kadar kusursuz ve mükemmel işletir ki, hayret etmemek mümkün değildir.

BİR HÜCRENİN FAALİYETLERİ ÜZERİNE KİTAPLAR YAZILABİLİR

İnsan öylesine mükemmel bir varlık ki, bir hücresinin faaliyetleri üzerine kitaplar yazılabilir. O, bir sanat harikası!.. Kâinatın gözbebeği... İlâhî esmâ tecellîsinin mâkesi... O kıymet verilerek yaratılmış, muhteşem cihazlarla donatılmış, varlıklar emrine âmâde kılınmış.

Yüce kitabımızda, mükerrer âyet-i kerîmelerle defalarca îkaz edilir insanoğlu; “Hiç düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz? Ey akıl sahipleri? Rabbinizin hangi nîmetini yalanlıyorsunuz?” buyrularak... (Bkz: el-Bakara, 269; er-Rahmân, 13, 16, 18; Âl-i İmrân, 65,el-En’âm, 50, Yâsîn, 62)

Bu kadar sinir hücresi, beynimizi ve vücudumuzu bir ağ gibi ören bağlantıları ne için kurdular? Felsefenin çıkmaz sokaklarında kaybolmak için mi? Elbette hayır. İnsan düşünmeli; O -celle celâlühû- konuşturmasaydı biz konuşamazdık, göstermese göremez, duyurmasa işitemez, yaptırmasa hiçbir işi becerip yapamazdık. Bizleri en mükemmel sûrette yaratan Rabbimiz, verdiği nimetleri fark etmemizi, şükrünü edâ etmemizi ve emânetleri kendi rızâsı doğrultusunda kullanmamızı istiyor.

Rabbimiz, Sen Sübhânsın!.. Üzerimizdeki hangi nimetini saymaya gücümüz yeter ki?! Onlar sayamayacağımız kadar çoktur. Verdiğin nîmetlerin şükrünü edâ etmekten âciziz, lâkin Senin sonsuz rahmetine sığınıyoruz. Bizi Sen yarattın, bize beyânı Sen öğrettin, çok merhametli olduğunu Sen bildirdin. (Bkz: er-Rahmân, 1-4)

Bizi affet, bize merhamet et! Eğer bizi bağışlamazsan muhakkak ziyân edenlerden oluruz. Âmin.

Kaynak: Dr. Betül Nefise İnal, Şebnem Dergisi, 146. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.