Milletlerin Hafızası: Tarih

Gençlik, insan ömrünün hazinesidir. Bu hazineyi değerlendirme şekline göre insan, ya büyük bir zenginliğe nâil olur, ya da fecî bir iflâs ve hüsrâna dûçâr olur. O hâlde, hâlimizi ve istikbâlimizi sık sık düşünmemiz, kundak ile tabut arasındaki, inişli çıkışlı, değişen şartlar ve sürprizlerle dolu hayat mâceramızı ciddiyetle tefekkür etmemiz îcâb eder.

Unutmamak gerekir ki, gâfilâne bir hayat; çocuklukta oyun, delikanlılıkta şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret ve binbir türlü nedâmetten ibârettir.

Milletlerin istikbâli hakkında önceden fikir sahibi olmak, kerâmet veya kehânet değildir. Bunun için o milletin gençlerinin enerjilerini nerelerde tükettiğine bakmak kâfîdir.

Her devrin gençliği, aldığı terbiye istikâmetinde enerjisini harcayacak bir hayat tarzını tercih eder. Gençliğin hayat tarzı ise o milletin istikbâlini gösteren bir aynadır. Eğer bir millette gençler güçlerini hayır, mâneviyat ve fazîlet yolunda hizmet ve gayrete sarf ediyorsa o millet istikbâl vaad ediyor demektir.

Bu durumun en bâriz misâli, Çanakkale ve Millî Müdâfaa Harpleri’dir ki, mânevî güç karşısında maddî gücün nasıl hezimete uğradığına en bâriz bir misal teşkil etmiştir. Bütün dünya şâhittir ki, sîneleri îman dolu o şanlı neslin sahip olduğu mânevî güç, düşmanın kat kat fazla olan maddî gücünü bertarâf etmiştir.

MİLLETİN AKIBETİNİ MİLLETİN GENÇLERİ BELİRLER

Bunun aksine, bir milletin gençleri, güç ve kâbiliyetlerini nefsâniyetin hoyratlığı içinde zâyî ediyorsa, onların mensup oldukları milletin âkıbeti, hüsrandan başka bir şey olamaz. Bugünkü Batı âlemi, maddî îcap ve ihtiyaçları tahrik neticesi olarak ulaştığı refâha rağmen, rûhî buhranlara sürüklenmekten kurtulamamıştır. Fuhuş, alkol ve uyuşturucu iptilâsı ile intihar nisbetinin insanlık tarihinde görülmemiş bir dereceye ulaşması, bu rûhî sefâletin apaçık bir göstergesidir. Her türlü maddî tatmine rağmen, rûhî açlık, ahlâkî ve insânî değerleri zaafa uğratmakta ve korkunç bir hâl alan silâh sanâyii ile materyalist dünya, sonunda kendi kendini sokup öldüren bir akrep gibi fecî bir âkıbete doğru sürüklenmektedir.

Bu sebeple gönlü îman dolu müslüman gençlerin, onların maddî refâhına aldanarak rûhî buhran içindeki hayat tarzlarına hayran olmaları son derece tehlikelidir. Bu durum, sıhhatli bir kişinin hastaya özenip onu taklit etmesinden farksızdır.

MİLLETLERİN HAFIZASI: TARİH

Dolayısıyla gençlerimiz, yanlış his, fikir ve fiillerin girdabına kapıldıktan sonra kurtulmaya çalışmak yerine, daha en başından itibâren, maddeyi mânâ ile mezceden kendi medeniyetimizin asil prensiplerine sarılmalı; dînî ve millî kimliklerini yeniden keşfetmeye çalışmalıdırlar. Bunun için de firâset ve basîretle hareket edip bilhassa târihî tecrübelerden istifâde etmelidirler.

Unutmamak gerekir ki târih, milletlerin hâfızası demektir. Millî tecrübeler manzûmesidir. Bu yüzden mâzinin bittiği yerde, millet biter, insan biter, iz’an biter. Çünkü millet, bir bakıma târihinden ibârettir. Onu mânevî değerlerinden ve târih şuurundan uzaklaştırırsanız, geriye insan sürüsü kalır.

KIYMETLİ GENÇ!

Unutma ki sen, Mâverâünnehrʼin bembeyaz çadırlarında ilk metafizik ihtilâçlarını bertaraf ederek îmanla şereflenen, sonra da bir süper güç olarak dünyaya en az bin yıl hak ve adâlet tevzî eden, nizâm-ı âlem endişesiyle yaşayan, asil ve necip bir milletin evlâdısın!

Yine unutma ki, yeni eserler ve genç nesiller, mâziden devraldığı unsurların zenginliği nisbetinde canlı, güçlü ve devamlı olur. Milletlerin bekâsı; hassas, duygulu ve seviye kazanmış bir kalbe sahip olan fedâkâr nesiller yetiştirmekle mümkündür. Çocuklarına, Çanakkale destânını ninni yapan nesil, dînine, lisânına, târihine, bayrağına, vatan ve milletine, velhâsıl bütün maddî-mânevî değerlerine sahip çıkacaktır.

Dolayısıyla genç nesillerin gönülleri; millî ve mânevî değerlerine sahip çıkacak hayırlı bir evlât olarak yetişmenin gayret ve heyecanıyla dolu olmalıdır. Şâir, bu mesʼûliyeti ne güzel hulâsa eder:

Sahipsiz olan memleketin batması haktır, Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır…  (M. Âkif Ersoy) Nasıl ki Alparslan’ın Allah yolundaki gayretleri bereketiyle Anadolu’nun kapılarını açtığı bir Malazgirt, Kılıçarslan’ın Anadolu ovalarındaki binbir gazâ ile yazdığı destanlar, ecdâdın kemikleri ile vatan hudutlarının çizildiği Çanakkale, inkâr ve imhâ edilemezse, bu zaferleri bahşeden ve onlarla hayat bulan millî ve mânevî değerler de yok edilemez. Millî vicdan, imhâ edilemez!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.