Lokman Suresi 34. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Lokman Suresi 34. ayeti ne anlatıyor? Lokman Suresi 34. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Lokman Suresi 34. Ayetinin Arapçası:

اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ

Lokman Suresi 34. Ayetinin Meali (Anlamı):

Kıyâmetin ne zaman kopacağının bilgisi yalnız Allah’ın katındadır. Yağmuru O indirir. Rahîmlerde olanı da O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz, her şeyi hakkiyle bilen, her şeyden hakkiyle haberdâr olan yalnız Allah’tır.

Lokman Suresi 34. Ayetinin Tefsiri:

İnsan için son derece mühim ve kritik olan bu zamanları Cenâb-ı Hakk’ın gizli tutması ve peygamberlerine dahi bildirmemesinin şüphesiz pek çok hikmeti vardır. Bizim anlayabildiğimiz en mühim hikmet, kulun hiçbir an gaflete düşmeksizin ihsan şuuruyla bir kulluk hayatı sürdürmesi ve son nefesinde imanla âhiret âlemine intikâl edip edememe endîşesi içinde olmasıdır. Yağmuru yağdıran ve onu ne zaman, nereye, ne miktar ve ne şekilde yağdıracağını bilen; bütün rahimlerdekini, onların erkek mi dişi mi, beyaz mı kırmızı mı, tam mı noksan mı olduğunu ve her birinin sahip olduğu tüm özellikleri bilen Allah, kıyâmetin de ne zaman kopacağını bilir ve vakti gelince onu koparır. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.s.) bile, kıyâmet ne zaman kopacak sorusuna: “Sorulan sorandan daha âlim değildir” diye cevap vermiştir. (bk. Buhârî, İman 37; Müslim, İman 1, 5)

İnsana gelince, ondaki hâkim vasıf cehâlettir. (bk. Ahzâb 33/72) Bilgisi azdır. Onun bilemeyeceği şeyler, bileceklerinden çok fazladır. Zâten ilâhî ferman ona ilimden çok az şey verildiğini beyân eder. (bk. İsrâ 17/85) Yalnız burada sözün akışına uygun olarak ehemmiyetine binâen, kıyâmetin vaktine ilâve olarak hususiyle şu iki hususu da hiç bilmediği belirtilir:

  Hiçbir nefis yarın kazanacağını bilemez. Başına nelerin geleceğini, eline ne geçeceğini, hayır mı yoksa şer mi elde edeceğini bilemez. Bu sebeple kul rızık konusunda başka şeye değil Allah’a güvenmek, O’na tevekkül etmek ve O’ndan istemek mecburiyetindedir. Yani kul Rabbi karşısında her an fakir, muhtaç ve çâresiz bir durumdadır. Bu onun ayrılmaz bir vasfı olduğundan Rabbi’nin huzurunda nihâyetsiz acziyet ve hiçliğinin derin bir idrâki içinde olmalıdır.

  Gerek iyi gerek kötü kim olursa olsun hiçbir nefis nerede öleceğini bilemez. Dolayısıyla hangi iş üzere olursa olsun ölümden emin olamaz ve onu hep aklında tutmak durumunda kalır. Üstelik, kendini daha yakından ilgilendiren küçük kıyâmetin vaktini bilemeyen zavallı insan, büyük kıyâmeti nereden bilecektir?

Allah Teâlâ ise bütün kemâl sıfatlarıyla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzehtir. O’nun alîm ve habîr vasıfları da böyledir. O (c.c), olmuşu olacağı, zâhiri bâtını, açığı gizliyi hepsini en iyi bilir. Hepsinden tam olarak haberdârdır. Dolayısıyla tüm insanlığa düşen, kendiliklerinden ürettikleri yanlış inanç bataklıklarından, nefsânî temâyül girdaplarından, kendilerini hapsettikleri daracık fikir ve anlayış kalıplarından, hâsılı her türlü küfür, şirk, günah ve isyân karanlıklarından kurtulmak, Yüce Rabbimizin davet buyurduğu geniş, aydınlık, dosdoğru İslâm caddesine çıkıp, oradan huzur içinde Allah Teâlâ’nın cennet, rızâ ve muhabbetine doğru ebedî bir yolculuğa devam etmektir. İşte şimdi de, Allah’a şükrederek O’na yakınlaşmanın en güzel yolu olan “secde”yi dikkat nazaralarına sunan Secde sûresi, buradaki irşat ve daveti daha da derinleştirmektedir:

Lokman Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Lokman Suresi 34. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.