Lokma Var Erdirir Lokma Var Öldürür

Lokma vardır, alır bizi mânâ semalarında dolaştırır; lokma vardır, sefilliğin çukurlarına yuvarlar. Zahirde aynı görünen iki lokmayı bu kadar farklılaştıran, lokmanın elde edilmesinden hazmına kadar geçirdiği muameledir. Bu muamele maddi ve kalbi hayatımızın kalitesini belirler. Lokmasının nereden, nasıl ve ne şekilde geldiğini önemseyen kendisine en büyük iyiliği etmiş, bunu önemsemeyen nefsine zulmetmiştir.

Lokma meselesi, maddi hayat ile manevi hayatın tam kesişme noktasında yer alır. Gıdanın özellik ve nitelikleri hem bedenin hem de gönlün sağlığına doğrudan tesir eder. Bedenin ihtiyaç duyduğu protein, karbonhidrat ya da yağları alması kâfi değildir; alınan gıda helâl ve temiz olmalıdır ki girdiği vücudu ebediyete hazırlasın. Bu nokta, temininden, hazırlanışı ve takdimine kadar beslenme mevzusunda birçok ilave unsurun dikkate alınmasını gerektirir. Lokma vardır, alır bizi mânâ semalarında dolaştırır; lokma vardır, sefilliğin çukurlarına yuvarlar. Zahirde aynı görünen iki lokmayı bu kadar farklılaştıran, lokmanın elde edilmesinden hazmına kadar geçirdiği muameledir. Bu muamele maddi ve kalbi hayatımızın kalitesini belirler. Lokmasının nereden, nasıl ve ne şekilde geldiğini önemseyen kendisine en büyük iyiliği etmiş, bunu önemsemeyen nefsine zulmetmiştir.

Yemek işi o kadar mühimdir ki insanın cennetten dünyaya indirilişi ile başlayan imtihanın kapısı buna ilişkin bir yasağın ihlali ile açılmıştır. Rabbimizin, yaklaşılmamasını istediği ağaçtaki (şeceretü’l-huld) meyveden tadan Âdem babamız ve Havva annemiz, hepimizin kıyamete kadar sürecek imtihanını “yemek” ile ifade edilen bir fiille başlatmışlardır: “Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı.” (Taha, 121) Yasaklanmış gıdadan yemek edep ve hayâyı zedelemiş, isyana götürmüştür. Helâl ve temiz lokma arayışı bu yüzden insana biçilen ilahi rolün baş vazifelerindendir. Rabbine asi olmamak ve yolunu şaşırmamak isteyen lokmasına dikkat etmek mecburiyetindedir.

GÜNÜMÜZDE GIDA ENDÜSTRİSİ

Günümüzde gıda endüstrisinin tohuma, toprağa ve tabiata müdahalesi ile lokma hassasiyeti çok daha nazik bir mahiyete bürünmüştür. Ekmek kirlenmiş, su kirlenmiş, ekmeğin ve suyun elde ediliş yolları kirlenmiştir. İnsanoğlunun yapıp ettikleri ile karada ve denizde ortaya çıkan fesat sadece gıda kalitesini düşürmekle kalmamış, insanı nevzuhur sıkıntılarla baş başa bırakmıştır. Helâllik ve temizlik şartlarını sağlayamayan gıdanın insanın fıtrî dengesini kaybetmesine ve iki dünyasını tahrip edecek bir bozulmaya yol açacağı açıktır. Kur’ân-ı Kerim, yeryüzünde fesat çıkarmak için çalışan kişinin ilk işinin ekin ve nesil ile oynamak olduğunu bildirir: “İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, hasımların en yamanıdır. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 204-205) 

Ayette “hars” kelimesi ile ifade edilen ekin; üretim dengesi ya da ekonomik şartlar anlamına gelebileceği gibi tarla, kültür ve yeme-içme alışkanlıkları da olabilir. 1950’lerde daha çok insana gıda temin etme amacı ile ortaya konan tohum ıslahı, makineleşme, sulama, ilaç kullanımı gibi uygulamalar tahıl üretiminde ciddi artışlara yol açmış, ancak kısa vadede elde edilen bu artışlar yerini orta ve uzun vadede tecrübe edilen vahim maliyetlere bırakmıştır. Toprak kalitesizleşmiş, su kirlenmiş, yüksek oranda kimyasal ürün kullanımı üretimi olumsuz etkilemiştir. Tarımın suni gübre ve kimyasallara dayalı hale gelmesi fakir ülkeleri gelişmiş ülkelere bağımlı kılmış, bol ürün veren ama toprağı kısırlaştırıp üreticiyi bağımlı kılan ebter tohumlar klasik tarımı helâk etmiştir.

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR

Dünya üzerinde büyük gıda kartellerinin doğmasına yol açan “ekine müdahale”, bugün “genetiği değiştirilmiş organizmalar” (GDO) ile yeni bir safhaya intikal etmiştir. Yeni safha, bitkilerin genlerinin doğrudan değiştirilmesini esas almaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan yeni ürünlerin daha az gübreye ihtiyaç göstereceği, kuraklık, ısı, don, haşarat ve hastalığa daha dayanıklı olacağı iddia edilmektedir. Halen dünya çapında yetiştirilen soya fasulyesinin dörtte üçü, pamuğun yarısı, mısırın dörtte biri GDO’lu ürünlerdir. Ne var ki çoğu bilim adamı tarafından insanlığın umudu olarak takdim edilen bu ürünlerin masumiyeti henüz meçhuldür. Tesirlerini gözleyemediğimiz bir müdahale alanı olarak GDO’lu ürünler, şeytanın insana açtığı savaşın cephelerinden birisi bile olabilir. Şeytan Allah’ın lanetine uğradığında şöyle demişti: “Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Nisa 119) Hayvanların kulaklarını yarmak, koyun Dolly örneğinde olduğu gibi kulak hücresi vasıtası ile yapılan kopyalamaya işaret olabilecekken, GDO ile tahrif edilen gıda da Allah’ın yarattığını değiştirmek olarak anlaşılabilir. Hâsılı lokma mevzusu yeni dönemde daha hassas olunması gereken bir mahiyet kazanmıştır. 

HELÂL VE TEMİZ GIDA DERDİNE DÜŞENİN DİKKAT ETMESİ GEREKEN NOKTALAR

Helâl ve temiz gıda derdine düşenin dikkat etmesi gereken noktalar nelerdir peki?

İlk nokta temine ilişkindir. Bu konudaki ölçü helâlliktir. Helâli Allah belirlemiştir: “Kendileri için neyin helâl kılındığını sana soruyorlar. De ki: tayyib/temiz ve güzel olan her şey size helâl kılındı…” (Maide, 4) Helâl kazanç ile alâkalı bu nokta şu hadiste menfi tarafından ifade edilir: “Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir halde ellerini semaya uzatarak: Ya Rabbi, ya Rabb, diye dua eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram (hâsılı) kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle bir kimsenin duası nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 19) Helâlin karşıtı haramdır. Helâl de haram da bellidir. Aradaki şüphelilere yönelik teyakkuz kişinin imanının güzelliğindendir. İşveren çalıştırdıklarının hakkına, çalışan mesaisine, esnaf muamelesine dikkat etmelidir ki rızkın helâlliği temin edilebilsin.

İkinci nokta temizliktir. Kur’an’ımız bunu “tayyip” kelimesi ile ifade eder. Türkçe’ye genellikle temiz olarak çevrilen bu kelime hoş, kaliteli, duru ve mükemmel gibi anlamlara da gelir. Tayyip olan gıda hem temiz, hem hoşa giden, hem besleyici, hem de kalbi hayatın inkişafına vesile olan gıdadır. Tayyib’in karşıtı habistir. Temiz olan gıda Hakk’ın razı olduğu amellere muvaffak kılar, habis olan gıda ise Hakk’ın yasakladığı işlere düşürür. İnsanın şerefi ile gıdanın tayyib olması arasında bir irtibat vardır. Tayyib gıda ile beslenen insan izzetini muhafaza eder, Allah’ın kendisine vaat ettiği makamlara liyakat kesbeder. Aksi durum ise zillete duçar olmakla neticelenir.

Üçüncü nokta infaktır. Rızık bize takdir edilen lokma ise, bunu paylaşmak gayba iman ve namazı ikameden sonra üçüncü şart olarak önümüze konulan vazifedir. Kimisinin rızkı daha çoktur. Çok verilen, az verilen ile paylaşmalıdır. İnfak, bollukta da darlıkta da yapılmalı, paylaşırken ne fazla kısmalı, ne de sorumsuzca saçmalıdır. Verilene karşılık bir teşekkür beklenmemeli, yapılan başa kakılmamalı, tam tersi, infak etmeye muvaffak kılan Rabbimize bir kulluk nişanesi olarak şükredilmelidir: “Allah’ın size rızık olarak verdiği helâl ve temiz olan şeyden yiyiniz ve eğer O’na kulluk ediyorsanız Allah’ın nimetlerine şükrediniz.”  (Nahl, 114)

Dördüncü nokta gıdanın temininden kursağa girinceye kadar bütün safhalarında ehil elleri tercih etmektir. Abdülhâlık Gücdüvâni kuddise sirruh’un ikram ettiği yemeği yemeyen Hızır aleyhisselam, “helâldir, yiyebilirsiniz” diyen muhatabına “helâldir, lakin bunu pişiren öfke ile pişirmiş” demişti. Buna aklı yatmayanların anne yemeğinin neden en tatlı yemek olduğunu düşünmeleri kâfidir. Yemek, sadece malzemesinden ve malzemenin maharetle işlenmesinden ibaret değildir; malzemeyi alan, hazırlayan, pişiren, ikram eden ve ikramı kabul eden kim varsa, hepsinin niyeti, duası ya da nazarı o yemeğin terkibine girer, lokmanın kaderine ortak olur. Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin çok zaman talebelerinin yemeklerini bizzat kendisinin hazırlaması muhtemelen bu mânâ ile yoğrulmuş merhametindendi.

Beşinci nokta sadeliktir. Validemiz Hz. Ayşe radıyallahu anha’nın ifade ettiğine göre Ehl-i Beyt’in ateş yakıp üzerine tencere koyarak sıcak yemek pişirmeden haftalar geçirdiği olurdu. Art arda iki gün kâfi miktarda arpa ek­meğine sahip olamamış bu mesut aile daha çok hurma ve sudan ibaret bir yemeği dahi doyasıya yiyememişti. Şüphesiz kimse Allah’ın helâl kıldığını haram kılamaz. Ama yemek için yaşamak ile yaşamak için yemek arasındaki farkında iyi anlaşılması gerekir. Sade hayat, imanın bir gereğidir. Modern insanın yaptığı gibi ya leziz yemekler tüketmek ya da diyet yapmak suretiyle lokma mevzusunu hayatın ana gündemi haline getirmek mahzurludur. Makul olanla yetinmek, yemede içmede aşırıya gitmemek, israftan kaçınmak mü’minin şiarı olmalıdır.

Tavrımız Canımız Efendimiz’in tavrıdır; bulduğunda yer ve şükreder, bulamadığında şikâyet etmez ve sabrederdi. Hiçbir yiyeceği reddetmez, arzu ederse yer, hoşlanmazsa bırakırdı. Asla yaslanarak yemez, yemeğin başında ve sonunda ellerin yıkanmasını tavsiye ederdi. Yemeğe başlarken besmele çeker, sağ eliyle ve önünden yerdi. Yemek hazırsa namazı sonraya erteler, yemekte herkesin önünden yemesine dikkat ederdi. Yiyeceğe ve içeceğe üflemez, kabın içine solumaz, suyu üç yudumda içerdi. Yemek tabağının sıyrılmasını ister, kendi yemediğini başkasına vermezdi. Lüks kapların kullanıldığı, kibirli kimselerin sofrasında yemek yemez, yemeğin kalabalık yenmesinden hoşlanırdı. Sofradan doymadan kalkar, yemeğini yediği kişiye dua ederdi. O’nun ümmetinden olmakla şereflenen bizler sadeliği ile öne çıkmış bu hayat tarzını benimsemeye çalışmalı, lokmalarımızı helâl, temiz ve erdirici yapma gayreti içinde bulunmalıyız. 

Lokma mühimdir; ya erdirir, ya öldürür.

Kaynak: M. Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi Şuabt 2020, Sayı:408

BENZER YAZILAR

 

İslam ve İhsan

HELAL LOKMA

Helal Lokma

HELAL LOKMANIN ÖNEMİ NEDİR?

Helal Lokmanın Önemi Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.