İran’ın Füzeleri ile Verdiği Mesajlar

7 Ekim Aksa Tufanı’ndan sonra Filistin direnişi nasıl bir seyir aldı? İsrail-Gazze Savaşı’nda son durum nedir? İran nasıl bir strateji izliyor? Siyonist proje çöküyor mu? İsrail’in yaptığı soykırıma karşı Dünya nasıl bir tepki veriyor? Beytullah Demircioğlu, Dünya gündemini değerlendirdi.

Gazze’deki soykırımı Netenyahu’nun Siyonist kabinesi bir “beka savaşı” olarak görüyor… Yahudi tarihçi İlan Pappe ise Gazze’de yaşananları "Siyonist projenin sonunun başlangıcı" şeklinde yorumluyor. Siyaset biliminin ve uluslararası ilişkilerin nabzını tutan ABD merkezli Foreign Affairs dergisi de 7 Ekim Aksa Tufanı’nı Filistin direnişi açısından “dönüm noktası” olacağını öngörüyor.

Evet, Gazze’deki yıkım çok büyük. Yaşanan vahşeti tanımlamak neredeyse imkânsız ve insani dram her geçen gün derinleşiyor. İki milyarlık İslam dünyası vahşeti durdurmak şöyle dursun aç-susuz Gazze’ye yardım ulaştırmakta dahi aciz ne yazık ki. Olup biteni sadece izliyor. Ancak neredeyse ayakta kalan bina kalmamış, şehit sayısı 30 bine dayanmış olsa da direniş hâlâ devam ediyor. İşgal ordusu Gazze’de taş üstünü taş bırakmamanın ötesinde askeri anlamda bir başarı, bir zafer elde edebilmiş değil. Ne rehineleri kurtarabildiler ne de Hamas’ın direnişini kırabildiler. İsrail toplumunun içi kaynıyor. Netenyahu’ya öfke çok büyük. “İsrail ordusunun Gazze’de batağa saplandığını” bizzat Siyonistlerin medyası dillendiriyor. Dolayısıyla dördüncü ayına giren savaşın siyasi ve stratejik sonuçlarına ilişkin yapılan uluslararası analizlerde, yukarıda vurgulandığı gibi Gazze’de sahada görünenin aksine bambaşka şeyler söyleniyor.

-Gazze’de belirlediği hedeflerine ulaşamamış olsa da Netenyahu yönetimi kendi siyasi geleceği için provokasyonlarla savaşı uzatmaya, bölgeselleştirmeye çalışarak soykırımını sürdürme niyetinde. Gazze’de yaşananların Gazze’de kalmayacağı, savaşın bölgeselleşeceğine dair beklentiler daha yoğun bir şekilde dillendiriliyor artık. Nitekim bölgede artan askeri hareketlilik, Irak’ta, Suriye’de, Pakistan’da, Kızıldeniz’de havalarda uçuşan uzun menzilli balistik füzeler, İsrail’in ardı arkası kesilmeyen İran’ın vekil aktörlerine yönelik suikastları savaşın bölgeselleşeceği beklentisini artırdı. BM Genel Sekreteri’nin barut fıçısına benzettiği bölge gerçekten patlamanın eşiğinde mi? Yazımızı kaleme aldığımız günlerde tansiyonun yükseldiği noktalardaki tabloya bakarak bölge jeopolitiğini etkileyen süreçleri analiz etmeye çalışacağız.

Kızıldeniz’de Yükselen Tansiyon Kimin İşine Geliyor?

- Kızıldeniz bir müddettir bölgenin en önemli gerilim noktalarından biri haline geldi. Yemen'deki İran destekli Husiler, işgal devletinin Gazze’deki soykırımına tepki olarak önce İsrail ile ilişkili gemilere, ardından da Kızıldeniz'den geçen neredeyse tüm gemilere saldırmaya başladı. Çok geçmeden de ABD ve İngiltere öncülüğündeki koalisyonun Yemen’e yönelik saldırıları gözlerin Gazze’den Kızıldeniz’e çevrilmesine neden oldu.

ABD ve İngiltere’nin Husilere yönelik gerçekleştirdiği hava saldırılarına rağmen Husiler Kızıldeniz’de eylemlerine devam etti. Husilerin eylemlerinin getirisi-götürüsü, Kızıldeniz’de yükselen tansiyonun başta Gazze olmak üzere bölge jeopolitiği üzerindeki etkisinin ne olacağı birtakım tartışmaları da beraberinde getirdi. Kimi değerlendirmelere göre Yemen’e yönelik saldırılar, Siyonistlerin Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırıma devam etmelerini sağlamak için Amerika'nın tüm Arap ve İslam dünyasını katletmeye hazır olduğunun deliliydi. Kimi değerlendirmelere göre ise İran’ın vekil aktörü Ensarullah’ın Kızıldeniz’deki bu saldırıları ABD ve müttefiklerine bölgeye çöreklenme fırsatı vermekten öte bir işe yaramayacağı yönündeydi.

İran’ın “Stratejik Sabır” Stratejisi İkilemi

-Kızıldeniz’de tırmanan tansiyonun nereye evrileceği, İran’ın ABD ve İngiltere’nin saldırılarına hedef olan Yemen’deki vekil aktörlerine nasıl yardımcı olacağı konuşulup tartışıldığı günlerde İran, aynı anda Irak'ın Erbil şehrine, Suriye'de İdlib bölgesine, Pakistan’da ise Belucistan bölgesindeki hedeflere balistik füzelerle saldırı düzenledi. İran’ın Pakistan’a yönelik saldırılarına Pakistan’da çok geçmeden karşılık verdi. Saldırıların zamanlaması çokça tartışıldı, Tahran yönetiminin bu saldırılarla neyi amaçladığı, özellikle iki nükleer ve Müslüman ülkenin karşı karşıya gelmesinin muhtemel sonuçları ve bu gerilimin kimin işine yarayacağı soruları gündeme geldi.  “Stratejik sabır stratejisini” İsrail ve ABD’ye karşı sonuna kadar sürdüren İran’ın, söz konusu sabrını Müslüman komşularına neden göstermediği, neden hep Siyonist rejimin ve Batı emperyalizmin işine yarayacak hamleler yaptığı soruları haklı olarak gündeme getirildi.

“İran Füzeleri Müslümanlara Sloganları İsrail'e”

İsrail uzunca bir zamandır İran’ın, “direniş hattındaki” vekil aktörlerine yönelik suikastlar düzenliyor. Son dönemde İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nün komutanlarından Said Razi Musavi, aralık ayı sonunda Suriye’de İsrail’in düzenlediği saldırıda öldü. 3 Ocak’ta Kudüs Gücü’nün eski komutanı Kasım Süleymani’nin dördüncü ölüm yıldönümünde memleketi Kirman’da düzenlenen saldırıda 94 İran vatandaşı hayatını kaybetti. Saldırıyı DAİŞ üstlense de Tahran, eylemin arkasında İsrail ve ABD’nin olduğunu söyledi. 19 Ocak’ta gerçekleştirilen yine bir İsrail saldırısında ise İran Devrim Muhafızları Ordusu'nun 4 üst düzey yetkilisi öldürüldü.

Devrim Muhafızları Ordusu'nun askeri liderliğini hedef alan saldırılar, Tahran'ı küçük düşürmekle kalmayıp ülkenin hem içerideki hem de dışarıdaki kırılganlığını tüm dünyaya faş etmesi olarak değerlendirildi. Tüm bu saldırılara Tahran yönetimi genellikle 'uygun yer ve zamanda karşılık verme hakkını saklı tutuyoruz” açıklamalarıyla cevap verdi. “Stratejik Sabır” diye tanımladıkları stratejisini sürdürdü.

İsrail’in İran hedeflerine yönelik suikastlarının cevapsız kalması hem içeride hem de dışarıda uzun zamandır tepkilere neden oluyor. Tahran yönetiminin aynı anda Irak, Suriye ve Pakistan’daki hedeflere, vekil güçlerini kullanmaksızın bizzat kendisinin gerçekleştirdiği balistik füze saldırılarıyla cevap vermesinin birkaç mesajı vardı. Öncelikle içerideki rahatsızlığı giderme çabası olarak okundu füze saldırıları. Gerek Erbil gerekse Pakistan’a yönelik uzun menzilli balistik füzeler kullanarak, bölgedeki ABD üslerinin yanı sıra Tel Aviv ve Hayfa'daki İsrail üslerinin de aynı titizlikle vurabileceği gösterilmiş oldu. ABD ve İsrail’i rahatsız etmeyen ama İran iç kamuoyunun tabir caizse gazını almaya yarayan bu saldırıların başka mesajları da vardı.

İran’ın Mesajı KDP Üzerinden Türkiye’ye mi?

-Tahran, Suriye, Irak ve Pakistan’da gerçekleştirdiği füze saldırılarında olduğu gibi, meseleyi bir şekilde İsrail ile ilişkilendirmeye dikkat ediyor. İran Devrim Muhafızları’nın Erbil’de vurduğu Kürt iş insanı Peşrew Dizayi’nin evi de “Mossad üssü” iddiasıyla vuruldu. Bu iddia IKBY ve Iraklı yetkililer tarafından şiddetle reddedildi. Pakistan’ın Belucistan bölgesinde faaliyet gösteren ve sünni Ceyş’ul Adl örgütü benzer gerekçelerle vuruldu.

-Tahran’ın en güçlü mesajı aslında tüm baskılara rağmen İran’ın çıkarları hilafına Türkiye ile ilişkilerini geliştirmekte ısrar eden KDP yönetimine verdiği belirtiliyor. İran, uzun zamandır Erbil’de Barzani yönetimini istikrarsızlaştırıcı bir yaklaşım içinde tıpkı ABD gibi. Tahran da terör örgütü PKK/PYD’nin himaye eden Süleymaniye merkezli KYP yönetimi ile oldukça yakın ilişki içerisinde.

- Batı medyası İran’ın üç ülkeyi hedef alan saldırılarını; “Tahran, Batı koalisyonunun ve İsrail’in karşısına açıkça çıkmayıp, intikamını daha zayıf olan ve fazla sert tepkiler veremeyen taraflardan almaya çalışıyor” şeklinde yorumluyor. Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin ise  İran’ın füzelerini Müslüman coğrafyalara, sloganları ise İsrail ve ABD’ye atmasının gerekçesini ise “İran, İsrail'le yüzleşmek istemediği veya karşı karşıya gelemeyeceği için Erbil'e saldırıyor” ifadeleriyle açıklıyor!

"Siyonist Projenin Sonunun Başlangıcı"

İşgal devletinin medyasına yansıyan değerlendirmeler İsrail toplumunun Aksa Tufanı sonrası yaşadığı halet-i ruhiyeye ilişkin önemli ipuçları veriyor. Mesela onlardan birinde Haaretz gazetesi İsrail’de yeni bir siyasi hareket kurulduğunu, hareketin adının “Haydin Ülkeyi Birlikte Terk edelim” olduğunu yazıyor. Hareket ilk etapta 10 bin Yahudi’yi Amerika’da Yahudilere tahsis edilmiş yerlere göç etmeye çalışacağını söylüyor. Amerika’da yaşayan Modi Kahana isimli Yahudi iş adamı ABD’deki arazilerini göç etmek isteyenlere vermeye hazır olduğunu belirtiyor. Gazetenin haberinde, İsrail’in aşırı sağcıların hakim olduğu biri yapıya dönüştüğünü bunun İsrail toplumunun huzurunu tehdit eden bir risk haline geldiğine işaret ediliyor. Bir diğer tehdit olarak ise İsrail’in İran’ın füzelerinin menzilinde olması gösteriliyor.

-Yahudi tarihçi Profesör Ilan Pappe de İsrail toplumundaki endişelere dikkat çekiyor "Siyonist projenin sonunun başlangıcı" başlığıyla yaptığı sunumda, Siyonist projenin sonunun başlangıcına dair beş göstergeye dikkat çeken Pappe’ye göre:

  1. Aksa Tufanı öncesi zirveye çıkan liberal ve seküler Yahudiler ile aşırı sağcı dindar Yahudiler arasındaki toplumsal ayrışma Gazze’deki savaşın sona ermesiyle yeniden zirve yapacak.
  2. Filistin davasına dünyada benzeri görülmemiş bir destek var. İsrail'in bir apartheid devleti olarak çerçevelenmesi sürecinin Haley’deki soykırım davası ile ivmelenmesi bekleniyor.
  3. 7 Ekim'den sonra savaşa yapılan büyük harcamalara ve ABD desteğine rağmen İsrail'in gelecekteki ekonomik dayanıklılığına dair kasvetli bir görünüm var.
  4. Ordunun güney ve kuzeydeki Yahudileri koruyamamıştır.
  5. ABD de dahil olmak üzere, önceki nesillerin aksine, yeni nesil Yahudilerin tutumudur. İsrail'i eleştirirken bile, bu ülkenin başka bir Holokost'a veya Yahudi düşmanlığı dalgalarına karşı sigorta olduğuna inanıyorlardı. Bu varsayım artık genç nesil Yahudilerin çoğu tarafından desteklenmiyor.

“İsrail, Batı’nın Buldog Köpeği”

Yahudi tarihçi Ilan Pappe Filistin davasına dünyada benzeri görülmemiş bir destek olduğunu vurguluyor. Gerçekten Batı dünyasında Yahudi lobisinin en güçlü olduğu ülkelerinden dahi son derece şaşırtıcı tepkiler geliyor. Mesela Fransa muhalefet lideri Jean-Luc Mélenchon:

▪️"Netanyahu diyor ki; "biz kendimizi savunuyoruz." Siz Gazze’de zaten işgalcisiniz, işgalcinin kendini savunması mı olur?"

▪️"Size işgalci nedir? Bir örnekle anlatayım, mesela Irak savaşına müdahil olanlar, yani biz Irak’ta işgalciydik hem işgal edip hem de kendimi savunuyorum diyemezsiniz."

İrlandalı AP üyesi Clare Daly ise çok daha sert ifadelerle gerçeği haykırdı Avrupalı parlamenterlere: "Batı'nın buldog köpeği İsrail, Lahey'de soykırımla yargılanırken, onun iş birlikçisi AB ülkeleri ve sözde aynı düşüncede olduğumuz ortaklarımız ABD ve İngiltere, Birleşmiş Milletler anlaşmasını çiğneyerek Yemen'e yönelik yasadışı, sebepsiz ve haksız saldırı suçu işliyor."

Dünyayı Çalkantılı Bir Dönem Bekliyor

- Gerilim ve yüksek tansiyon sadece Ortadoğu ile sınırlı değil. “Savaş öncesi dönemini yaşıyoruz” diyor İngiltere savunma bakanı Grant Shapps. Almanya Savunma Bakanlığı gizli belgelerine ise NATO, bu yılın sonunda Rusya’yla muhtemel bir savaşa hazırlanıyor. Almanlara göre savaş Baltık bölgesinde Rus kışkırtması ile çıkacak.

ABD merkezli düşünce kuruluşu Atlantic Council’in, geleneksel Yıllık Küresel Öngörü anketinde de bu beklentiler doğrultusunda bir sonuç çıkmış. Konsey’in anketinde, küresel stratejistlerin önümüzdeki on yıl içinde öngördüğü gelecek, dünya ülkelerini bir araya getirme konusunda zorluklarla dolu. Ankete katılan 300 stratejistin yüzde 60’ı, gelecekte dünyanın daha kötü durumda olacağını düşünüyor. Ortadoğu’daki mevcut çalkantılar önümüzdeki on yılda büyük dönüşümlerin habercisi olabilir. Anket katılımcılarının çoğu, İsrail’in Suudi Arabistan ile diplomatik ilişkilerini 2034’e kadar normalleştirmesini bekliyor (%60). Ayrıca, her beş katılımcıdan biri, İsrail’in 2034’e kadar bağımsız ve egemen bir Filistin devleti ile diplomatik ilişkilerini normalleştireceğine inanıyor. Buna rağmen, bölgede genel barışın gerçekleşmesine dair iyimser bir beklenti yok.

ABD’nin Askerî Hakimiyeti Sürecek mi?

Katılımcılara göre, 2034’e gelindiğinde dünya, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra ABD’nin tek süper güç olarak kaldığı tek kutuplu dönemin aksine, birden fazla güç merkezinin bulunduğu çok kutuplu bir yapıya evrilecek (%73). Ancak çoğu uzman, ABD’nin askerî üstünlüğünü sürdüreceğini öngörüyor; katılımcıların yüzde 81’i ABD’nin 2034’te hâlâ hakim askerî güç olacağını düşünüyor.

Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 456

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.