"iman Ettik, Kalbimiz Temiz" Demek Yeterli mi?

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, dünya hayatının bir kereye mahsus olduğunu ve ahireti kazanmak için "iman ettim, kalbim temiz" demenin yeterli olmadığını anlatıyor.

HAYATIMIZ, BİZE BİR SEFERE MAHSUS OLARAK VERİLMİŞTİR

Cenâb-ı Hak bizi lûtfen, bir insan olarak halketti. Bir bedel ödemedik. Fakat dünyaya bir bedel için geldik. Dünyada bir bedel ödenecek. Ondan sonra iki yoldan biri, ya saâdet veyahut da -Allah korusun- sefâlet…

Cenâb-ı Hak insana Cennet’e girecek vasıflar ihsân etti:

“Benî Âdem’i mükerrem kıldık...” (el-İsrâ, 70) buyuruyor.

Kendinden husûsiyetler verdiğini bildiriyor:

وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyuruyor.

Câsiye Sûresi’nin 13. âyetinde, ilâhî ikramlar bildiriliyor:

“Göklerde ve yerde ne varsa insana âmâde kıldık (hizmetine verdik) düşünen bir toplum için.”

Yani bu dünyayı Cenâb-ı Hak, insan gelmeden insan için hazırladı. Ve insana ait bütün ikramları da sundu, ikram etti. Kendi ilâhî azamet tecellîleri, ilâhî kudret akışları, ilâhî nakışlarla bu dershâneyi tezyîn etti, müzeyyen kıldı. Cenâb-ı Hak muhtelif âyetlerde ikramlarını bildiriyor. “Sayamazsınız” buyuruyor. (Bkz. İbrahim, 34) Mukâbilinde dostluk istiyor bizden.

Dostluk olması için de nefsânî arzular bertaraf edilecek, rûhânî istîdatlar inkişâf edecek, kendimizi ilâhî kameranın altında…

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4])

Nereye gitseniz, her zaman ve mekânda O sizinle beraberdir. Bunun idrâki içinde yaşamamız arzu ediliyor. Bu şekilde bir dostluk meydana gelecek.

Cenâb-ı Hak buyuruyor, hadîs-i kudsî olarak, Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Ben gizli bir hazineydim, mârifetime muhabbet ettim (yani gönüllerde sevilmeye muhabbet ettim. Mârifetime muhabbet ettim) ve yarattım.” buyuruyor. (Bkz. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 132)

Yine âyet-i kerîmede; لِيَعْبُدُونِ (“…Bana (Allâhʼa) kulluk etsinler diye.” [ez-Zâriyât, 56])

لِيَعْرِفُونِ (Ben’i (Allâhʼı) bilsinler diye) Dünyaya geliş sebebi, Allâh’a kul olmak. “لِيَعْرِفُونِ” ârif olmak, olgun olmak. Cenâb-ı Hakk’ı kalpte tanıyabilmek. Bu şekilde bir insanda ince düşünüş olacak, tefekkür olacak.

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ

Allah Rasûlü’nün izinde gidecek. “Allah Rasûlü’ne itaat, Allâh’a itaattir…” (en-Nisâ, 80) buyruluyor. O’nu bir üsve-i hasene, örnek karakter, örnek şahsiyet olarak Cenâb-ı Hak asırlara ikram ediyor.

Kur’ân-ı Kerîm ile yardım ediyor:

هُدًى لِلْمُتَّقِينَ

(“…Takvâ sahipleri için bir hidâyet rehberidir.” [el-Bakara, 2]) buyruluyor. İnsan ne kadar takvâ sahibi olursa o kadar Kur’ân-ı Kerîm onun rûhunda bir derinlik ihsan ediyor.

Cenâb-ı Hak’tan yardım. O da;

وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ

(“…Siz takva sahibi olursanız, Allah size öğretir…” [el-Bakara, 282]) Kul ne kadar takvâ sahibi olursa, Cenâb-ı Hak ona yardımcı olmuş oluyor.

Velhâsıl dünya bir imtihan dershânesi. Toprağın sînesine tevzî edilmek ise imtihanın sona erdiğinin en bâriz göstergesi.

Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de 80 küsur yerde; “Ey îmân edenler!” şeklinde hitâb ediyor. En mühimi:

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

Cenâb-ı Hak:

“Ey îmân edenler! Allah’tan (O’na, Allâh’ın azametine) yaraşır şekilde korkun (ittikā, takvâ sahibi olun) ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyruluyor.

Bir sefere mahsus. Tekrarı mümkün değil. Artık imtihan devresi bitiyor. O zaman kabir devresi başlayacak, kıyâmet devresi başlayacak. İki yolculuktan biriyle devam edilecek.

"İMAN ETTİK, KALBİMİZ TEMİZ" DEMEK YETERLİ Mİ?

Sırf “îmân ettik” demek kâfî değil. “Ben îmân ediyorum, îmânım var, kalbim temiz…” bu kâfî değil. Cenâb-ı Hak Ankebut Sûresi’nin başında:

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden sadece «îmân ettik» demekle bırakılacaklarını mı zannediyorlar?” (el-Ankebût, 2) buyuruyor.

Cenâb-ı Hak… Helâl ve haram, nefsin arzuları bertaraf edilecek, Allâh’ın emirleri bir huşû ile îfâ edilecek.

Kurtuluşun çâresi, yine Cenâb-ı Hak Muhammed Sûresi’nde:

“Ey îmân edenler! Eğer siz Allâh’a (Allâh’ın dînine) yardım ederseniz (yani dîni yaşarsanız, dîni yaşatırsanız) O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyuruyor.

Demek ki insanın daima ayakları kayabilir. Cenâb-ı Hak ayakları kayanları bildiriyor Kur’ân-ı Kerîm’de; Kârun’u bildiriyor, Bel’am bin Baura’yı bildiriyor. Bunlar zirvedeyken ayakları kaydı.

Demek ki çok hassas, titiz bir yolculuk bu dünya yolculuğu.

Yine Cenâb-ı Hak:

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun, herkes yarına ne hazırladığına baksın!..” (el-Haşr, 18)

Yarın ne zaman? Kıyâmet günü. Bir sonsuzluk karşısında; yarın…

“…Allah’tan korkun. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 18)

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4]) Nereye gitseniz, hangi mekânda bulunursanız bulunun, Allah sizinle beraberdir.

Yine Cenâb-ı Hakk’ın çok mühim bir îkâzı:

“Allâh’ı unutan, bu yüzden de Allâh’ın kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkanların ta kendileridir.” (el-Haşr, 19)

Demek ki kul Allâh’ı unuttuğu zaman, yanlış yollara gittiği zaman, helâl-haramı birbirine karıştırdığı zaman… Bu zaman nasıl oluyor; Cenâb-ı Hak kendini unutturuyor o zaman. O şekilde yoldan çıkıyor.

Cenâb-ı Hak kulların kendisini, iç âlemini temizlemesini istiyor.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى

((Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lâ, 14])

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. [eş-Şems, 9])

Yani dostluk bu. “Lâ ilâhe”; kalpten bütün menfîlikler çıkacak. “İllâllâh”; kalpte cemâlî sıfatlar tecellî edecek. Öyle bir kâmil mü’min olacak mü’min.

Yine âyet-i kerîmede:

“İşte böylece sizin insanlığa şahit olmanız…” (el-Bakara, 143)

Yani bütün dünyaya İslâm’ı temsil etmeniz, yaşamanız, yaşatmanız.

“…Rasûl de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık…” (el-Bakara, 143) İstîdatlı, hayırhah bir millet kıldık buyuruyor.

Demek ki mü’min temsil edecek. İbadetiyle temsil edecek, ahlâkıyla, muâşeretiyle, hak-hukukuyla, her şeyiyle bir İslâm’ı temsil edecek.

Ve Cenâb-ı Hak kuluna verdiği tâkat neticesinde sorumlu tutuyor. Peygamberler dahil, peygamberlere verdiği tâkat (nisbetinde) peygamberleri de sorumlu tutuyor.

“Biz peygamber gönderdiğimiz toplumları da, gönderdiğimiz peygamberleri de hesaba çekeceğiz.” (el-A‘râf, 6) buyuruyor.

Yani peygamberler dahî, onlar da tebliğ etmekten… Onlar da Cennetlik hepsi. Fakat onlar da tebliğ etmekten dolayı, onlar da bir hesaba dûçâr olacaklar. Onun için Efendimiz Vedâ Haccı’nda üç sefer -elini kaldırdı-:

“–Tebliğ ettim mi?” dedi. Cevap:

“–Tebliğ ettin.” deyince:

“–Yâ Rabbi şâhid ol!” buyurdu. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56; İbn-i Mâce, Menâsik, 76, 84; Ahmed, V, 30; İbn-i Hişâm, IV, 275-276)

Yani nelerin hesabını vereceğiz? Zerrelerin…

Gözün hesabını vereceksin. Göz konuşacak orada. Bu gözü Allah sana niye verdi, bu gözü nerede kullandın?

Kulak konuşacak. Kulakta da bir dil olacak. Allah sana bu kulağı niye verdi, neleri işittin?

Beden gücünü Allah sana niye verdi? Sen beden gücünü nerede kullandın? Ağzını, dilini nerede kullandın?

Yani orada bütün uzuvlar bir dil hâline gelecek. Mekânlar bir dil hâline gelecek.

Velhâsıl o gün çok zor bir gün. Unuttuğumuz birçok şeylerle o gün karşılaşacağız.

Kendimizden mes’ûlüz -âyet-i kerîmede- kendimizin dışındakilerden de mes’ûlüz. İşte sahâbe bunun için Medîne-i Münevvere’den Çin’e gitti, Semerkand’a gitti, Endülüs’e gitti, Kayrevan’a gitti. Velhâsıl bu, Allâh’ın verdiği nîmetin bedelini ödemek üzere…

Okunan ilk âyet-i kerîmede, Fussilet Sûresi’nin 30. âyetinde, Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, Hak dostlarının durumunu bildiriyor, dostluğun bir nişânesini bildiriyor:

“Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır deyip, «ثُمَّ اسْتَقَامُو» sonra (Allah Rasûlü’nün izinde gidenler) için melekler iner, onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan Cennetlerle sevinin.» derler.”

Bu, -tefsirlerde- üç şekilde olacak, ölüm esnâsında o Allâh’a dost olan kula melekler gelecek; «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan Cennetlerle sevinin.» diyecekler. En mühim tesellî orada, son nefeste, en zor ânı insanın.

İkincisi; yalnız bir yolculuk, kabir yolculuğu. Dehşet bir gurbet yolculuğu. Bütün antenler kesilecek dünyadan, bütün bağlar kopacak. Orada da melekler; «Korkmayın, üzülmeyin, Allâh’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» diyecekler.

Üçüncüsü; kıyâmet büyük infilâk. O büyük infilâkta da yine melekler diyecekler; «Korkmayın, üzülmeyin, Allâh’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» diyecekler.

Bu (şekilde) hep, Cenâb-ı Hak’la dostluğun nişânesi görülecek.

Yine buyruluyor; yine dünyadayken de olan iptilâlar, sıkıntılar, problemlerde de o zaman melekler gönüllere ferahlık verecek o kulun.

İlk okunan Yunus Sûresi’ndeki âyetlerde de Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Bilesiniz, Allâh’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62)

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

Yani kulun Cenâb-ı Hakk’a duyduğu muhabbet, Cenâb-ı Hakk’ın da kula duyduğu muhabbet, onun için bu zor geçitler, zor anlar:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Kimler onlar? Âyetin devamında:

“Onlar, îman edip takvâya ermiş olanlar.” (Yûnus, 63)

Yani îmân edecek. Îman bir tâviz vermez. Îman, her şeye katlanacak, bir tâviz vermez îman. Ve o îmanla takvâ, kul olgun bir, kâmil bir kul hâline gelecek.

Cenâb-ı Hak’la beraberliğe…

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28]) Cenâb-ı Hak’la huzur bulacak o kalp. Rabbiyle beraber olacak.

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Dünya hayatında da âhirette de onlara müjdeler vardır. Allâh’ın sözlerinde aslâ değişme yoktur. İşte bu büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (Yûnus, 64)

Demek ki Kur’ân-ı Kerîm’de müjdeler, okunan âyet-i kerîme. Rasûlullah Efendimiz’in bildirdiği hadîs-i kudsîde müjdesi var, onlara da “gören gözü, işiten kulağı, akleden kalbi olurum” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. Buhârî, Rikāk, 38)

Velhâsıl böyle bir dost olmanın getirdiği büyük nîmetler. Fakat tabi dost olmak da; kalp dost olacak, ibadetlerle dost olacak, muâşeretle dost olacak…

İslam ve İhsan

İMAN ETTİK DEMEK YETERLİ Mİ?

İman Ettik Demek Yeterli mi?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.