İmam Malik’ten Hikmetli Sözler

İmam Mâlik ne demiştir? Mâlikî mezhebinin imamı Mâlik b. Enes’in hikmetli sözleri...

İmam Mâlik -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’nden hikmetli sözler...

İMAM MALİK’İN HİKMETLİ SÖZLERİ

“Sünnet-i Seniyye, Nûh -aleyhisselâm-’ın gemisi gibidir. Kim ona binerse kurtulur. Kim de onu terk ederse helâk olur.”

Zâhir ve Bâtın

Kim sadece fıkıhla (dînî ilimlerle kuru bir şekilde takvâsız olarak) meşgul olur da, tasavvufî terbiye görmezse (gaflet ve kibre kapılarak) fâsık olur.

Kim sadece tasavvufla (sır ve hikmetlere âşinâ olmadan câhilce) meşgul olur da dînî ilimleri bilmezse (şer’î ölçülerden uzağa düşerek) zındık olur.

Her kim de bu ikisini (dînin zâhir ve bâtınını / ilmini ve takvâsını) cem ederse, hakikate nâil olur. (Ahmed Zerrûk, Kavâidü’t-Tasavvuf, kaide: 4; Ali el-Kārî, Mirkātü’l-Mefâtîh, Beyrut, 1422, I, 335)

Fazîletli Baba

Ben her hadis ezberlediğimde, babam bir hediye verirdi.

Öyle bir zaman geldi ki babam hediye vermese bile, hadis ezberlemek, bende bir lezzet hâline geldi.

Yetiştirdiği Evlât

İmam Mâlik Hazretleri’nin bir kızı vardı. Babası ona Muvatta’ isimli hadis kitabını ezberletmişti. Talebeler babasına bu kitabı okurken o da kapının arkasından onları dinlerdi. Okuyan kişi hata yaptığında kapıyı tıklatır, babası da talebenin hata yaptığını anlar ve hadîsi tekrar ettirirdi. (İbn-i Ferhûn, Dîbâcü’l-Mezheb, s. 7)

O Günden Kork!

Zamanın halîfesine yazdığı bir mektubundan:

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- 10 defa hac yaptı. Benim bildiğime göre bir haccında ancak 12 dinar harcardı. Çadırda değil, ağaç gölgesinde konaklardı. Süt kırbasını boynunda taşırdı. Çarşı-pazar dolaşır, oradakilerin hâlini sorardı.

Mâlûm olduğu üzere, yaralandığı zaman ashâb-ı kiram yanına geldiler; onu methetmeye, övmeye başladılar. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- ise onlara şöyle mukabelede bulundu:

«–Böyle sözlere kapılan aldanmıştır. Eğer dünya dolusu altın olsa, mahşer gününün korkularından kurtulmak için onların hepsini fedâ ederdim!»

Hazret-i Ömer ki her işi doğru ve adâlet üzereydi. Her şeyde muvaffak olmuştu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu cennetle müjdelemişti. Bununla birlikte o; yine korku içinde, üzerine aldığı müslümanların işlerini daha iyi idare edebilme gayretinde idi. O, böyle düşünürse başkalarının hâli nice olur?

–Ey halîfe!

Sen, Allâh’a yaklaştıracak işler yap ki, o amellerin yarın seni kurtarsın. Seni ancak amelinin kurtaracağı o dehşetli günden kork! Geçmiş insanlardan iyiler sana örnek olsun.

Takvâya sarıl!

Her ne iş yapmak istersen, takvâ sana rehber olsun.

Sana yazdıklarımı her zaman göz önünde tut! Onlara uymayı, onları almayı ve onlara göre hareket etmeyi kendine vazife bil.

Allah’tan tevfîk, hidâyet ve irşad niyâz ederim.” (Kadı İyâz, Tertîbü’l-Medârik, Dâru Kütübi Mısrıyye, s. 271)

Kendine Hayrı Olmayan

İnsan kendisi için hayır işlemez, kendisine iyilik yapmazsa; insanlar da ona hayır ve iyilik yapmaz.

Kendisine hayrı olmayan kimsenin, başkasına hayrı olmaz.

Mescide girip de kalbinde nifak alâmeti olan kimse, kafesteki serçe kuşlarına benzer. Kafesin kapısı açılır açılmaz uçup kaçar.

Bir kimse kendini övmeye başlarsa değeri düşer.

Hürmetten

İmam Mâlik sararıyor ancak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadîs-i şeriflerini bırakmıyordu. Ders bitip de insanlar dağıldıklarında ona dedim ki:

«–Ey imam! Bugün sende bir gariplik gördüm?»

O da şöyle cevap verdi:

«–Evet, ders esnasında bir akrep gelip beni defalarca soktu, hepsine de sabrettim. Buna ancak Rasûlullâh’a olan tâzim ve hürmetimden dolayı dayandım.»” (Münâvî, III, 333; Süyûtî, Miftâhu’l-Cennet, s. 52)

Müstesnâ Edep

Muhabbet ve samimiyetten kaynaklanan büyük hürmeti ile İmâm-ı Mâlik;

«Allah Rasûlü’nün bastığı yeri bilemem.» diye Medine hudutları içinde binek üzerine binmezdi. Abdest tazeleme ihtiyacı olduğunda Medine’nin dışına çıkardı.

İlmin Vakarı

İlim öğrenmek isteyen kimsenin, vakarlı ve Allah’tan korkar hâlde olması lâzımdır.

İlim tahsil edenlere ciddî olmak ve «selef-i sâlihîn»in yolundan gitmek gerekir.

İlim sahiplerinin, bilhassa ilmî müzâkereler sırasında kendilerini mizahtan uzak tutmaları gerekir.

Sesli bir şekilde gülmemek ve sadece tebessüm etmek, âlimin uyması gereken âdabdandır.

Bir talebesi şöyle der:

 “İmâm-ı Mâlik, bizimle oturduğu zaman sanki bizden biri gibi davranırdı. Konuşmalarımıza çok sade bir şekilde katılırdı. Fakat hadîs-i şerif okumaya ve anlatmaya başlayınca, onun sözleri bize heybet verirdi. Sanki o bizi, biz de onu tanımıyorduk.”

İlmin kalkanı; «Bilmiyorum.» diyebilmektir.

İmam ve Halîfe

Bir gün İmam Mâlik Hazretleri Mescid-i Nebevî’nin mihrâbında talebeye ilim tedrîsiyle meşgul iken, devrin halîfesi Ebû Câfer Mansur mescide geldi. Bazı sualler sordu. Aralarında ilmî bir müzâkere başladı.

Ancak Ebû Câfer Mansur, konuşmanın heyecanına kapılıp sesini yükseltince, İmam Mâlik Hazretleri şöyle dedi:

“–Ey mü’minlerin emîri! Burada sesini yükseltme! Zira Allah Teâlâ bu hususta bir topluluğa edep öğreterek şöyle buyurmuştur:

«Seslerinizi Nebî’nin sesinin üstüne yükseltmeyin!» (el-Hucurât, 2)

Başka bir topluluğu methederek şöyle buyurmuştur:

«Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında seslerini kısanlar...» (el-Hucurât, 3)

Diğer bir topluluğu da zemmederek şöyle buyurmuştur:

«(Rasûlüm) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir.» (el-Hucurât, 4)

Vefât ettikten sonra O’na hürmet göstermek, aynen hayattayken hürmet göstermek gibidir.”

Şâhit olduğu bu yüksek edep karşısında Halîfe;

“–Ey İmam! Duâ ederken kıbleye mi, yoksa Rasûlullâh’a mı döneyim?” diye sordu. İmam Mâlik Hazretleri şöyle buyurdu:

“–Yüzünü niye O’ndan çevireceksin ki? O, senin ve ceddin HAZRET-İ Âdem’in kıyâmete kadar Allâh’a mağfiret ve necat vesilesidir. Bilâkis sen;

Peygamber Efendimiz’e yönel ve O’nun şefaatini iste ki, Allah Teâlâ da O’nu sana şefaatçi kılsın!.. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

«...Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman (günah işledikleri zaman) Sana gelip de Allah’tan mağfiret dileseler ve Rasûl de onlar için mağfiret talebinde bulunsaydı, Allâh’ı çok affedici ve esirgeyici bulurlardı.»”
(en-Nisâ, 64) (Kadı İyâz, Şifâ, II, 41)

Sünnete Uy, Fitneye Düşme!

İmam Mâlik Hazretleri’ne bir kimse;

“–Nereden ihrâma gireyim (niyet edeyim)?” diye sormuştu. İmam Mâlik Hazretleri, Sünnet’e uygun olan mahalli, yani Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ihrâma girdiği Zülhuleyfe mevkiini tavsiye etti. Ancak o kimse;

“–Ben Mescid-i Nebevî’den ihrâma girmek istiyorum.” deyince İmam Mâlik Hazretleri bundan nehyetti. O kimse tekrar;

“–Kabr-i şerîfin yanından, mescidden ihrâma girmek istiyorum.” diye ısrar etti. İmam Mâlik Hazretleri;

“–Öyle yaparsan senin fitneye düşmenden korkarım.” dedi. Adam şaşırarak;

“–Ey İmam! Fitne bunun neresinde? Ben daha uzak mesafe ekliyorum.” deyince İmam Mâlik Hazretleri şu hikmetli cevabı verdi:

“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in eksik bıraktığı bir fazîlete ulaştığını düşünmenden daha büyük fitne mi olur? Allah Teâlâ;

«...O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.» (en-Nûr, 63) buyurdu.” (Şâtıbî, İ’tisâm, I, 97)

(İbâdetlerde ölçü Rasûlullah Efendimiz’in öğrettiğidir. O’nun önüne geçmeye kalkmak bid‘attir ve yasaktır.)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hidayet Rehberleri, Erkam Yayınları,

İslam ve İhsan

İMAM MALİK KİMDİR?

İmam Malik Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.