İbadetlerde Huşu İle İlgili Örnekler

Huşu ne demek? İbadetlerde huşu nasıl sağlanır? Namazda huşu nasıl yakalanır? Huşu ile ibadet etmenin önemi ve fazileti nedir? İbadetlerde huşu ile ilgili en güzel örnekler.

Huşû, kalbin Allâh muhabbeti ve korkusuyla dolu olması, uzuvların da bu duygularla huzur ve sükûn bulmasıdır.

Huşû, aslı kalpte, tezâhürleri bedende olmak üzere iki taraflıdır. Kalbe âit tarafı; Rabbin azamet ve celâli karşısında kendi hiçliğini idrâk ederek, nefsi, Hakk’ın emrine boyun eğdirmek, son derece yüksek bir edep, tâzîm ve saygı hissi duymaktır. Dış görünüşle alâkalı yönü de, bedenin uzuvlarında bu duygunun tesiriyle bir vakar ve sükûnetin meydana gelmesidir. Meselâ namazda gözlerin etrâfa değil, önüne ve secde mahalline bakması gibi…

Hayâtın ve ibâdetlerin huşû içinde nasıl yaşanacağının en güzel misallerini Peygamber Efendimiz’in ve ashâb-ı kirâmın örnek hayâtında müşâhede etmekteyiz. Hayâtının hiçbir safhasını âhiret gerçeğinden ayrı mütâlaa etmeyen Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ibâdetlerde de son nefesteki hâlet-i rûhiyeye bürünmenin lüzûmuna dikkat çekmiştir.

Nitekim bir sahâbî, Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:

“–Yâ Resûlâllah! Bana öğüt ver, ancak kısa ve öz olsun!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Namazını, (hayâta) vedâ eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Özür dilemen gereken bir sözü söyleme! İnsanların elindekilere tamah etme!” buyurdular. (İbn-i Mâce, Zühd, 15; Ahmed, V, 412)

İbâdetler ancak mânevî teyakkuz, huşû ve tefekkür ile îfâ edildiğinde kıymet kazanır. Ashâb-ı kirâmın ve onları güzelce tâkip eden sâlih mü’minlerin en mühim hasleti de bu kalbî kıvâma sâhip olmalarıdır. Nitekim Abdullâh bin Mesut -radıyallâhu anh- dostlarına şöyle derdi:

“–Siz, ashâbdan daha çok namaz kılıyor ve daha çok gayret gösteriyorsunuz. Lâkin onlar sizden daha fazîletliydiler.”

“–Ne ile bizden daha fazîletli oldular?” denilince de:

“–Onlar dünyâya karşı sizden daha zâhid, âhirete karşı sizden daha rağbetli idi.” derdi.[1]

Namazdaki huşû hâli o derece mühimdir ki, kulun kurtuluşa giden yolu bu kapıdan geçer. Zîrâ Mü’minûn Sûresi’nde:

“Muhakkak ki (şu) mü’minler felâh bulmuştur: Onlar, namazlarında huşû içindedirler.” (el-Mü’minûn, 1-2) buyrulmaktadır.

Peygamber Efendimiz de, kulun, namaza riâyeti nisbetinde muâmele göreceğini şöyle haber vermektedir:

“Kul namaz kılar fakat namazının ancak onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı kendisi için yazılır.” (Ebû Dâvûd, Salât, 123-124/796)

Yâni kul için ancak huşû ve huzûr ile kıldığı namazın sevâbı vardır.

NAMAZDA HUŞU NASIL SAĞLANIR?

Yine Rabbimiz, namazı huşû ile kılmanın nasıl mümkün olabileceğini şöyle îzâh etmektedir:

“Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz ki o, huşû sâhibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Huşû sâhipleri kendilerinin hakîkaten Rab’lerine kavuşacaklarına ve O’na rücû edeceklerine inanırlar.” (el-Bakara, 45-46)

Yâni namazı, bir gün muhakkak Rabbinin huzûruna çıkacağı, eninde sonunda O’na dönüp hesap vereceği şuuruyla kılan bir kimse, gerçek huşû hâline ulaşmış olur.

Namazdaki bu huşû hâli devâm ettikçe, zamanla mü’minin bütün hayâtını kuşatır. Bunun içindir ki, Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, «Onlar, namazlarında dâimdirler.» (el-Meâric, 23) âyet-i kerîmesini işârî olarak:

“Namazdan sonraki hâlin de aynen namazdaki gibi olmasıdır.” şeklinde tefsîr eder.

Bu hâle erebilmek için de, samîmî ve derûnî bir gönül râbıtası ile Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ulvî ahlâkından nasîb alarak O’nunla aynîleşmek zarûreti vardır. Zîrâ Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- şöyle buyurmuştur:

“…Allah Teâlâ, huşû dolu, hüzünlü, merhametli, insanlara hayrı öğretip Allâh’a itaat etmeye çağıran her kalbi sever. Katı, boş şeylerle meşgul olan, rûhunun tekrar kendisine iâde edilip edilmeyeceğini bilmediği hâlde bütün geceyi uykuyla geçiren ve Allâh’ı çok az zikreden her kalbe de buğzeder.” (Deylemî, I, 158)

İBADETLERDE HUŞU HAKKINDA ÖRNEKLER

Abdullâh bin Şıhhîr -radıyallâhu anh-, Efendimiz’in huşûunu şöyle anlatmaktadır:

“Bir keresinde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Ahmed, IV, 25, 26)

Namazın fıkhî cihetine dikkat edilmesi zarûrîdir. Lâkin hadîs-i şerîfte de buyrulduğu vechile, onun rûhânî tarafına da bilhassa îtinâ göstermemiz îcâb etmektedir. Fıkıh; tahâret, abdest ve temizlik ile kulu namaza hazırlar iken, kalbî temizlik, yâni huşû ise; mü’mini huzûra, kalbî duyuşlara ve “ilâhî vuslat”a nâil eyler.

  • Namazda Huşu Duymak

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, namazın büyük bir huşû içerisinde ve Cenâb-ı Hakk’a yalvarırcasına bir hâlet-i rûhiye ile kılınması gerektiğini şöyle ifâde buyurmuştur:

“Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rekâtta bir teşehhüd vardır. Namaz, huşû duymak, tevâzû ve tezellül izhâr etmektir. (Bitirince de) ellerini, içleri yüzüne dönük olarak Yüce Rabbine kaldırırsın ve; «Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!» diye yalvarırsın. Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir.” (Tirmizî, Salât, 166/385)

  • Namazda Huzuru Kaçırdı

Âişe -radıyallâhu anhâ- anlatıyor:

Ebû Cehm -radıyallâhu anh-, Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, işlemeli, zarif bir elbise hediye etmişti. Resûl-i Ekrem, o elbise ile namaz kıldı. Namazı bitirince:

“–Bu elbiseyi Ebû Cehm’e geri ver, namazda gözüm nakışlarına takıldı. Neredeyse namazda huzûrumu kaçıracaktı.” buyurdu. (Muvatta, Salât, 67; Buhârî, Salât, 14)

  • İbadetlerde Acele Etmeyin

Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Vedâ Haccı’nda ümmetine haccın rükünlerini bizzat tatbîk ederek öğretmiştir. Diğer ibâdetlerde olduğu gibi hacda da bilhassa huşû üzere bulunmak gerektiğini anlatmıştır:

Nitekim Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, Arefe günü (Arafat’tan Müzdelife’ye) dönüyordu. Arka tarafta bâzı kimselerin bağırıp çağırdığını, devesine vurduğunu ve develerin böğürdüğünü duyunca, onlara asâsıyla işâret ederek şöyle buyurdu:

“–İnsanlar! Yavaş olun! Acelecilik yapmakla sevap kazanılamaz.” (Buhârî, Hac, 94; Müslim, Hac, 268)

  • Kalpte Huşu

Tâbiîn neslinin büyük imamlarından Saîd bin Müseyyeb -rahmetullâhi aleyh- namazda sakalı ile oynayan birini gördüğünde;

“Bunun kalbi huşû duysaydı, âzâları da huşû içinde olurdu.”  demiştir. (Abdurrazzak, Musannef, II, 266-267)

  • Hz. Süleyman’ın (a.s.) Allah’a Duyduğu Huşu

Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-, kendisine o kadar büyük bir zenginlik ve saltanat lûtfedilmiş olmasına rağmen, dâimâ huşû, tevâzû ve vecd içinde bir kulluk hayâtı yaşayıp kalbini dünyâdan müstağnî kılmayı bilmiştir. Nitekim onun bu fazîletini beyan sadedinde:

“Süleyman -aleyhisselâm- kendisine bahşedilen mülke rağmen Allâh’a duyduğu huşû sebebiyle, ölünceye kadar başını semâya kaldırmamıştır.” buyrulmuştur.[2]

  • Kuşun Tatlı Sesine Daldı

Abdullâh bin Ebûbekir -radıyallâhu anhümâ- nakleder:

“Ebû Talha kendi bahçesinde namaz kılıyordu. Dübsi denilen bir kuş, bahçeden dışarı çıkmak için uçtu, çıkacak yer arayarak sağa sola gitti. Bu, Ebû Talha’nın hoşuna gitti ve bir an gözleriyle onu izledi. Sonra namazına döndü, fakat kaç rekât kıldığını şaşırdı. Bunun üzerine bu malım fitneye sebep oldu, huşû hâlimi bozdu diye düşünerek Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelip bahçede başına gelen durumu anlattı:

«–Ey Allâh’ın Resûlü! Bu malım Allâh için sadakadır, istediğin gibi kullanır, istediğin yere verebilirsin.» dedi.” (Muvatta, Salât, 69)

  • Sahabenin Namazdaki Huşusu

Ashâb-ı kirâmın namazdaki huşûunu gösteren şu hâdise ne müthiştir:

Peygamber Efendimiz bir seferden Medîne’ye dönerken bir yerde konaklamıştı. Ashâbına dönerek:

“–Bu gece bizi kim bekleyecek?” diye sordu.

Muhâcirlerden Ammâr bin Yâsir ve Ensâr’dan Abbâd bin Bişr hemen:

“–Biz bekleriz yâ Rasûlâllah!” dediler.

Abbâd -radıyallâhu anh-, Ammâr’a:

“–Sen gecenin hangi kısmında; başında mı yoksa sonunda mı nöbet tutmak istersin?” diye sordu. Ammâr -radıyallâhu anh-:

“–Son kısmında beklemek isterim!” dedi ve yanı üzerine uzanıp uyuyuverdi. Abbâd da namaz kılmaya başladı. O sırada bir müşrik geldi. Ayakta duran bir karaltı görünce gözcü olduğunu anladı ve hemen bir ok attı. Ok, Abbâd’a isâbet etti. Abbâd oku çıkardı ve namazına devâm etti. Adam ikinci ve üçüncü kez ok atıp isâbet ettirdi. Her defâsında da Abbâd -radıyallâhu anh- ayakta sâbit durarak okları çekip çıkarıyor ve namazına devâm ediyordu. Derken rükû ve secdeye vardı. Selâm verdikten sonra arkadaşını uyandırarak:

“–Kalk! Ben yaralandım!” dedi.

Ammâr sıçrayıp kalktı. Müşrik, onları görünce kendisini fark ettiklerini anladı ve kaçtı. Ammâr, Abbâd’ın kanlar içinde olduğunu görünce:

“–Sübhânallâh! İlk ok atıldığında beni neden uyandırmadın?!” dedi. Abbâd namaza olan aşk ve şevkini, ibadetteki huşûunu gösteren şu muhteşem cevâbı verdi:

“–Bir sûre okuyordum, onu bitirmeden namazımı bozmak istemedim. Ama oklar peş peşe gelince, okumayı kesip rükûya vardım. Allâh’a yemin ederim ki, Allah Rasûlü’nün korunmasını emrettiği bu mevkiyi kaybetme endişem olmasaydı, sûreyi yarıda bırakıp namazı kesmektense ölmeyi tercîh ederdim.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 78/198; Ahmed, III, 344; İbn-i Hişâm, III, 219; Vâkıdî, I, 397)

  • Huşu ile Kuran Okumak ve Dinlemek

Hazret-i Ebûbekir’in kızı Esmâ’ya, torunu Abdullâh:

“–Nineciğim! Hazret-i Peygamber’in ashâbı, Kur’ân dinledikleri zaman ne yaparlardı?” diye sordu.

Esmâ -radıyallâhu anhâ- şu cevâbı verdi:

“–Aynen Kur’ân-ı Kerîm’in bahsettiği gibi, gözlerinden yaşlar dökülür, vücutları ürperirdi.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, II, 365)

Cenâb-ı Hak, huşû ile Kur’ân okuyan kullarını şöyle tasvîr eder:

(Kur’ân okunduğu zaman) ağlayarak yüzüstü secdeye kapanırlar. Kur’ân onların huşûunu artırır.” (el-İsrâ, 109)

“...Rab’lerinden korkanların, bu Kitâb’ın tesirinden tüyleri ürperir. Derken hem bedenleri hem de gönülleri Allâh’ın zikrine ısınıp yumuşar...” (ez-Zümer, 23)

  • Namazda Ameliyat Oldu

Bir muhârebede Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın ayağına ok saplanmıştı. Iztırâbından dolayı çıkaramadılar. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:

“–Ben namaza durayım da öyle çıkarın!” dedi.

Dediği gibi yaptılar. Hiçbir zorluk çekilmeden, kolayca çıkarıldı. Herhangi bir acı hissetmeyen Hazret-i Ali selâm verince:

“–Ne yaptınız?” diye sordu.

Onlar da:

“–Oku çıkardık!..” dediler.

  • Bütün Gece İbadet

Annesi, Veysel Kârânî Hazretleri’ne sordu:

“–Oğlum bütün bir gece sabaha kadar nasıl ibâdet edebiliyorsun? Buna nasıl dayanabiliyorsun?”

O büyük Allâh dostu şöyle cevap verdi:

“–Ey güzel annem! İbâdetimi özene bezene yapıyorum. Kalbim huşû ile öyle genişliyor ki, yorulmak nedir bilmediğim gibi, yeryüzü ve her türlü bedenî hislerle alâkam kesiliyor. Bir de bakıyorum, sabah oluvermiş!..”

“–Nedir bu huşû hâli ey Üveys?”

“–Huşû; bir bedene mızrak saplansa, canın ondan haberdâr olmamasıdır.”

  • Kimin Huzûruna Çıkacağımdan Haberiniz Yok Mu?

Rivâyete göre Zeynelâbidîn Hazretleri, abdest için kalktığında sararıp solar, namaza başlayacağı zaman ayakları titrerdi. Sebebini soranlara:

“–Kimin huzûruna çıkacağımdan haberiniz yok mu?” diye cevap verirdi. (Ebû Nuaym, Hilye, III, 133)

Bir defasında o namaz kılmaktayken evinde yangın çıkmıştı. Fakat onun bundan haberi olmadı. Selâm verince hâdiseyi kendisine haber verdiler ve:

“–Evin yandığı hâlde sana bunu fark ettirmeyen şey nedir?” diye sordular.

Zeynelâbidîn Hazretleri:

“–İnsanları bekleyen âhiret yangını, bana dünyâdaki bu küçük yangını hissettirmedi.” dedi.

  • Mescit Çöktü O Kıpırdamadı Bile

Müslim bin Yesâr’ın namazı da böyleydi. O, Basra’da bir mescidde namaz kılıyordu. Bu sırada mâbed büyük bir gürültüyle yıkıldı. Ancak Müslim bin Yesâr, bu durumdan habersiz bir hâlde namazına devâm etmekteydi. Selâm verince:

“–Mescit çöktü gitti, kılını bile kıpırdatmadın? Nedir bu hâl?” dediler.

O ise hayretle:

“–Mescit mi çöktü?” diyerek namaz esnâsında hiçbir şey hissetmediğini ifâde etti.

  • Allâhu ekber

Bir Hak dostu şöyle anlatıyor:

“Zünnûn-ı Mısrî Hazretleri’nin arkasında bir ikindi namazı kıldım. O mübârek velî, «Allâhu ekber» dediği zaman «Allâh» zikrinin onun üzerinde öyle büyük bir tesiri oldu ki, sanki bedeninde can kalmadı. Öylece dondu kaldı. «Ekber» dediği zaman da onun aldığı tekbirin heybetinden benim kalbim âdeta parça parça oldu.”

  • Namazda Huşu

Âmir bin Abdullâh, namaza durduğunda dış dünyâ ile bütün alâkası kesilir ve mâsivâ ile alâkalı hiçbir şey onun namazdaki huşûunu bozamazdı.

“Namazda başkalarının söz ve hareketlerinin farkına varmaktansa, vücûduma ok saplanmasını tercîh ederim.” derdi.

  • Namazda Huşu Nasıl Yakalanır?

Bahâüddîn Nakşibend -kuddise sirruh-’a sordular:

“–Bir kul, namazda nasıl huşûa erer?”

O da cevâben:

“–Dört şeyle!” buyurup şunları beyân etti:

“1. Helâl lokma,

2. Abdest sırasında gafletten uzak durmak,

3. İlk tekbîri alırken kendini huzurda bilmek,

4. Namaz dışında da Hakk’ı aslâ unutmamak, yâni namazdaki huzur, sükûn ve mâsiyetten uzakta durma hâlini namazdan sonra da devâm ettirebilmek.”

HUŞU NE DEMEK?

Velhâsıl huşû, Allâh’ın emirlerini vecd içinde îfâ etmek, nehiylerinden de büyük bir titizlikle sakınmaktır. Huşû, takvâ, ihlâs ve ihsân, mânâları birbirine çok yakın hâllerdir. Bu hâllerin menbaı, Allâh muhabbetidir. Allâh muhabbeti, mü’minlerin kalbî seviyesinin göstergesidir. Bu mânevî seviye ise, huşû ile edâ edilen ibâdetler ve davranış mükemmelliği sûretinde tezâhür eder.

Huşû, başta namaz olmak üzere bütün ibâdetlerimizde ve hayâtımızın her ânında kalbimizi doldurmalı, âzâlarımızdan da etrâfımıza huzur ve sükûn hâlinde yansımalıdır.

Dipnotlar:

[1] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, I, 420, Beyrut 1979.

[2] İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, Beyrut, Dâru’l-Fikr 1989, VIII, 118.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

İBADETLERİ HUŞU İLE EDA ETMENİN FAZİLETİ

İbadetleri Huşu ile Eda Etmenin Fazileti

HUŞU İÇİNDE NASIL NAMAZ KILABİLİRİM?

Huşu İçinde Nasıl Namaz Kılabilirim?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.