Emekleyerek De Olsa Camiye!

“Namaz mevzûunda en mühim noktalardan biri de, farz namazların cemâatle kılınmasıdır. Namazın cemaat ile kılınması vacip hükmünde müekked bir sünnettir. Şiâr-ı ümmettir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- vefatına yakın son günlerin dışında cemaati hiçbir zaman terk etmemiştir.”

Cemaatin zaruretini ifade eden şu hâdise, çok câlib-i dikkattir:

Âmâ bir sahâbî olan İbnu Ümmi Mektûm, cemâate devam husûsunda Hazret-i Peygamber’den izin alabilmek için:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Benim durumumu biliyorsun; evimle mescid arasında ağaçlar, hurmalar var! Her zaman rehber de bulamıyorum!” dedi.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

“–Ezânı işitiyor musun?” diye sordu.

“–Evet!” deyince:

“–Öyleyse cemâate gel; emekleyerek de olsa…” buyurdular. (İ. Cânân, Kütüb-i Sitte VIII, 256)

Bir başka hadîs-i şerîfte de “Karanlıklarda mescidlere giden”lerin hiçbir gölgenin bulunmadığı mahşer gününde Arş’ın gölgesi altında gölgeleneceği beyân buyurulur. (İbn-i Mâce)

Cemâatle ilgili sayısız hadîs-i şerîflerden birkaçı şöyledir:

“Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınandan 27 derece üstündür.” (Buhârî, Ezân, 30)

“...İki kişi ile kılınan namaz, tek başına kılınandan; üç kişi ile kılınan namaz da iki kişi ile kılınandan üstündür. Daha fazlası Allâh’a daha sevimlidir.” (Ebû Dâvûd, Nesâî, İmâmet, 45)

“Yatsıyı cemaatle kılan, yarı geceyi; sahah namazını da cemaatle kılan bütün geceyi ibâdetle geçirmiş olur.” (Müslim, Mesâcid, 260)

“Kim bu beş vakit namazı cemaatle kılmaya devam ederse, Sırat Köprüsü’nü şimşek gibi geçenlerin başında olur. Ayrıca Allâh, onu tabiûnun ilk zümresi içinde haşreder. Hergün, her gece ona (cemaate) devam eden Allâh yolunda öldürülen bin şehid gibi ecir alır.” (Cem‘u’l-Fevâid, I, 246)

 “Saflarınızı düzgün yapınız. Zîrâ saf düzgünlüğü, namazın kemâlindendir.” (Ebû Dâvûd, Salât, 93)

Cemaatle namaz, mü’minlerin îmân gücünü artırır. İslâm cemiyetinin aynasıdır. Cemaate devam ile îmân topluluğu muhâfaza edilir.

Hadîste buyurulur:

“Evinde abdest alarak mescide namaz kılmaya giden kişi evde ihrâm giyerek hacca giden kişi gibidir.” (Fezâil-i A’mâl, 275)

O kişinin mescide giderken attığı her adım başına bir sevap verilir ve bir günâhı da bağışlanır.

“Kim ilk tekbire ulaşarak kırk gün cemâatle namaz kılarsa, ona iki berât verilir. Biri cehennemden kurtuluş berâtı, öteki de münâfıklıktan uzak kalış berâtı.” (Müslim, Tirmizî)

Kıyâmet günü Allâh Teâlâ:

“Benim komşularım nerede?” diye soracak.

Melekler:

“–Senin komşuların kimler yâ Rabb?” diyecekler.

Allâh Teâlâ da:

“Devamlı mescidlere (cemâatle namaza) gidenler.” buyuracak.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

“Mescid, her muttakînin evidir. Evi mescid olan kimseye Allâh, rahatlığı, rahmeti, sırat köprüsünü geçip cennete ve Allâh’ın rızâsına gitmesini garanti etmiştir.” (Taberânî)

Cemâate devam o derece mühimdir ki, bu husus üzerinde hadîs-i şerîflerde gayet ciddî tenbîh ve îkâzlar, yâni terkindeki zarâr ve ziyânı ifâde eden beyânlarda bulunulmuştur. Bu hadîs-i şerîflerden birini Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

“Ezân sesini duyduğu ve bir özrü de bulunmadığı hâlde cemâate gelmeyip olduğu yerde namaz kılan kimsenin namazı geçersizdir.” şeklinde serdetmiş, sahâbe-i kirâm:

“–Özür nedir yâ Rasûlallâh?” diye sorunca:

“Hastalık veya tehlike korkusudur.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce)

Bir başka hadîs-i şerîfte de:

“Allâh’ın nidâcısı, yâni müezzinin sesini duyduğu hâlde namaza gelmeyen kişinin hareketi, baştan başa zulümdür, küfürdür, münâfıklıktır (yâni o kişi kendisini büyük bir zarara sokmuştur).” (Ahmed, Taberânî) buyurmuştur.

CAMİDE CEMAAT KILINAN NAMAZIN ÖNEMİ

Namaz vakti girdiğinde mescide gidebilmek husûsunda farklı şartlar altında bulunanların da, birkaç kişi de olsa namazlarını aralarında cemâatle kılmaları îcâb eder. Bu husustaki beyân-ı Peygamberî şöyledir:

“Bir köyde veya kırda üç kişi olup da cemâatle namaz kılmıyorlarsa, onlara şeytan musallat olur. Cemâate dikkat edin ve mutlaka katılın; çünkü kurt, yalnız olan koyunu yer.” (Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesâî)

Yatsı ve sabah namazının cemâatle edâsı ise, ayrı bir husûsiyet taşır:

“Yatsı namazını (cemâat ile) kılan, yarı geceye kadar ibâdet etmiş, sabah namazını (da) cemâat ile kılan ise, gecenin tamamını ibâdet ile geçirmiş sayılır.” (Müslim)

“İnsanlar, ezân okumanın ve birinci safta namaz kılmanın fazîletini bir bilselerdi ve bunlara nâil olmak için de kur’a çekmekten başka çâre bulamasalardı, mutlaka kur’a çekerlerdi. Namaza erken gitmenin fazîletini bilselerdi, onun için aralarında yarış yaparlardı. Yatsı ve sabah namazının sevâbını bir bilselerdi, onlara sürünerek dahî olsa giderlerdi.” (Buhârî, Müslim)

Demek ki mü’minin, namazın sırrına erebilmek için gönlü namazda, kulağı ezânda olmalıdır. Namaza dâvet ezânla başladığından cemâate iştirâk, ezâna iştirâkle başlar. Ashâb-ı kirâm, ezân okunurken bütün dünyevî meşgalelerden sıyrılır, hemen namaz iklîmine girerlerdi. Çekiç sallayan eller durur, konuşan diller susar ve yollar sadece mescide uzanırdı. Allâh ile beraberliğin aşkıyla dolu gönüller, şu hadîs-i şerîfi edâ hâlinde olurlardı:

“Ezânı duyduğunuz zaman siz de aynen (müezzinin) söylediklerini tekrar edin! Sonra bana salât ü selâm getirin! Çünkü her kim bana bir kere salevât getirirse, Allâh buna karşılık on salevât (rahmet) eder. Bunu tâkiben benim için vesîle isteyin. O (vesîle), cennette öyle bir derecedir ki, ancak Allâh’ın kullarından birine verilir. İşte ben, o kul olmayı temennî ederim. Kim de benim için vesîle dilerse, ona artık şefâatim helâl olur.” (Müslim, Salât, 11)

Bu hadîs-i şerîf mûcibince okunması îcâb eden ezân duâsı şöyledir:

Bu hadîs-i şerîfin ulvî ve derûnî gâyesinden nasîb alamayarak şuûrsuz bir şekilde mescide gidiş geliş ise, kulu asıl maksada nâil eylemez. Bu meyânda:

“Kişi mescide ne maksadla gelirse, nasîbi odur.” (Ebû Dâvud) gerçeği unutulmamalıdır.

Diğer taraftan cemâat, meşguliyet açısından çok dağınık ve karmaşık sahnelerle dolu hayatı, disiplin altına almayı öğretir ve kula bir intizâm vererek onu muvâzene sahibi kılar. Dolayısıyla bu hususta vârid olan:

“İmâmdan evvel başını kaldıran kimse, Allâh Teâlâ’nın, onun başını merkep başına çevireceğinden1 korkmaz mı?” (Buhârî, Müslim) beyânı da, en sıradan ve tertipsiz kimseleri dahî ciddî ve belli bir terbiye altına alarak huzûrullâhta lâyık-ı vechile ibâdete sevkeder. Aksi hâlde cemâatle namazda muvâzene ve intizâm mümkün olmaz.

Cemâatle namaz husûsunda söylenecek son söz, her mü’minin kalbinin âdetâ mescidlere asılı bir vaziyette olmasıdır. Zîrâ kıyâmet gününde hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli mekânda ilâhî bir gölge ile taltîf edilecek yedi sınıf kimseden biri de «kalbi mescidlere asılı olan» mü’mindir.

Kaynak: İslam İman İbadet, Osman Nuri Topbaş

İslam ve İhsan

NAMAZ NASIL KILINIR?

Namaz Nasıl Kılınır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.