Duanın Çeşitleri Nelerdir?

Duanın çeşitleri nelerdir?

Dua; söz ve kalple, fiil ve hâl ile yapılır. Dua, “hayır dua” ve “beddua” şeklinde olabilir. Dua, insanın kendisine veya başkasına yönelik olabilir. İçeriği açısından dua, maddî veya manevî isteklere, dünyevî ve uhrevî isteklere yönelik olabilir. Duanın farklı yönlerden çeşitlerini şöyle özetleyebiliriz:

1. SÖZLÜ DUA

Sözlü dua, sözle ve kalple yapılan duadır. Bu tür dua; kalp ve dil ile Allah’ı anmak, O’na saygı ifade eden cümleleri okumak, dünya ve ahiret ile ilgili isteklerde bulunmak, af ve mağfiret dilemek şeklinde yapılır. Sözlü duaya, genellikle “ey Rabbim” “ey Rabb’imiz”, “Allah’ım” ve benzeri hitap cümleleriyle başlanır. Meselâ Hz. Âdem ile eşi Havva validemizin;

Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz!” (A’râf, 7/23) Zekeriya Peygamberin;

Zekeriyyâ’yı da (an). O, Rabbine; ‘Rabbim! Beni yalnız başıma bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın (her şeyim sana kalacaktır)’ diye dua

etmişti.” (Enbiyâ, 21/89)

Peygamberimiz (s.a.s.)’in;

“Allah’ım! Saygı duymayan kalpten, kabul olmayan duadan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.” (Tirmizî, De’avât, 69)

Allah’ım! Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver, ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver ve bizi ateş azabından koru.” (Buhârî, De’avât, 55) şeklinde yaptığı dualar, sözle ve kalple yapılan dua örnekleridir.

Sözlü dualar; hayır dua veya beddua olarak iki kısma ayrılır:

a) Hayır Dua

Kur’ân’da “hayır dua kavramı” geçmektedir:

“İnsan hayır dua etmekten usanmaz.” (Fussilet, 41/49)

Peygamberimiz (s.a.s.), her şeyin hayırlısını isteyerek “hayır duayı” teşvik etmiştir:

Allah’ım! Senden istenen şeylerin hayırlısını, duanın hayırlısını, kurtuluşun hayırlısını, işlerin hayırlısını, sevabın hayırlısını, hayatın hayırlısını, ölümün hayırlısını istiyorum.” (Hâkim, De’avât, No: 1911)

İnsanın Allah’tan bir iyilik ve nimet istemeye, bir beladan ve sıkıntıdan kurtulmaya yönelik olarak yaptığı dualar hayır dualardır. Bu tür dualar iki kısma ayrılır:

  • aa) Kişinin Kendisi İçin Yaptığı Hayır Dua

En faziletli dua kişinin kendisi için yaptığı duadır. Hz. Âişe validemizin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (s.a.s.)’e,

Hangi dua daha fazîletlidir?” diye sorulmuş, Peygamberimiz (s.a.s.) de;

Kişinin kendi nefsi için yaptığı duadır” (Hâkim, De’avât, I, 543) buyurmuştur.

Onun için kişiler, öncelikle kendileri için dua ederler. Bu tür dualar, üç kısma ayrılır:

aa1. Allah’ı Övgü İle Anma

Allah’ın birliğini, yüceliğini ve kudretini ifade eden, O’nu öven ve noksan sıfatlardan tenzih eden cümleleri söylemek hem zikir hem de duadır. Meselâ Âl-i İmrân sûresinin 26. ayeti bunun en güzel örneğidir.

De ki: Allah’ım! (Ey) mülkün sahibi! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın; dilediğini yükseltirsin, dilediğini alçaltırsın. Her türlü hayır (mal-mülk), senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin!”

Ayette yüce Allah’ın nitelikleri zikredilerek övülmekte ve zımnen O’ndan hayır, mal-mülk ve nimet istenilmesine işaret edilmektedir. Kur’ân’da iman edip sâlih amel işleyenlerin, “sübhânellah” ve “el-hamdülillah” diye dua ettikleri bildirilmektedir:

Onların (iman edip salih amel işleyenlerin), orada (cennette) duası; ‘sübhâneke allâhümme (Allâh’ım! Sen her türlü eksiklikten uzaksın)’, orada selamlaşmaları, ‘selâm (üzerinize olsun)’, dualarının sonu ise, ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’ (âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun) sözleridir.” (Yûnus, 10/10)

Peygamberimiz (s.a.s.);

“En fazîletli zikir; ‘lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur) demek; en fazîletli dua ise, ‘Elhamdülillâh (her türlü övgü Allah’a mahsustur) demektir.” (Tirmizî, De’avât,9),

Balık sahibi (Yunus peygamberin), balığın karnında yaptığı dua; ‘lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn (Ya Rabbî! Senden başka ilâh yoktur, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, gerçekten ben zâlimlerden oldum)’ şeklinde idi. Bu sözlerle dua eden herhangi bir müslüman yoktur ki Allah onun duasını kabul etmiş olmasın” (Tirmizî, De’avât, 85) anlamındaki sözleri ile “Elhamdülillah” ve “lâ ilâhe illâ ente sübhâneke” demenin dua olduğunu bildirmiştir.

Enes ibn Malik’in rivayet ettiği şu hadis de tekbir, tehlil, tahmîd ve tesbihin dua olduğunu ve bu vesile ile kulun günahlarının bağışlandığını ifade etmektedir:

Peygamberimiz (s.a.s.), yaprakları kurumuş bir ağacın yanına gitmiş, âsâsı ile ağaca vurmuş ve yapraklar dökülmüş, bunun üzerine şöyle buyurmuştur: “Elhamdülillâh (her türlü övgü Allah’a mahsustur), sübhânellah (Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim), lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur), Allâhü ekber (Allah en büyüktür) cümleleri, şu ağacın yaprakları döküldüğü gibi kulun günahlarını döker.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua,

No:1155)

Bu cümleleri söyleyen kimse, zımnen Allah’a dua etmiş, O’ndan mükâfat ve sevap talep etmiş olur. Sahabeden Enes (r.a.);

“Allah’ın Elçisi, ‘Yâ Hayyü yâ Kayyûm (Ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî, ebedî ve zatı ile kaim olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması olmayan, varlıkları yöneten, koruyan ve ihtiyaçlarını üstlenen Allah’ım!)’ diye dua ederdi” demiştir. (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No:

1118)

aa2. Allah’tan Manevî İsteklerde Bulunma

İnsanın yaptığı duaların bir kısmı; hidâyet, takva, iffet ve günahların affı gibi manevî istekler; tembellik, iki yüzlülük ve kötü ahlâktan Allah’ın korumasını isteme gibi taleplerdir. Peygamberimizin yaptığı şu duaları örnek olarak zikredebiliriz:

“Allah’ım! Bizi iman zîneti ile zînetlendir.” (Abdürrazzak, Dua, No: 19646)

Allah’ım! Ayrılıktan, iki yüzlülükten ve kötü ahlâktan sana sığınırım.” (Ebû Davud, Salât, 367)

Allah’ım! Beni bağışla, bana merhamet et, beni doğru yola ilet ve bana rızık ver.” (Ebû Davud, Salât, 145)

aa3. Allah’tan Maddî İsteklerde Bulunma

İnsanın yaptığı duaların bir kısmı, bir nimete kavuşma ve maddî bir sıkıntıdan korunmaya yöneliktir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in yaptığı şu duaları örnek olarak verebiliriz:

Allah’ım! Fakirlikten, yokluktan, zilletten Sana sığınırım. Zulmetmekten ve zulme uğramaktan Sana sığınırım.” (Ebû Davud, Salât, 367)

Allah’ım! Nimetinin yok olmasından, sağlık ve âfiyetin bozulmasından, ansızın belaya uğramaktan ve her türlü gazabından Sana sığınırım.” (Ebû

Davud, Salât, 367)

  • ab) Kişinin Başkaları İçin Yaptığı Hayır Dua

Kişiler, kendileri için dua ettikleri gibi, çocukları, sağ veya ölü anne-babaları, diğer yakınları, Peygamberimiz ve bütün mü’minler için de dua ederler. Ayet ve hadislerde de bu tür duaların örnekleri vardır. Mü’minler, bencil değillerdir. Kendileri için istedikleri şeyleri mü’min kardeşleri için de isterler, “ben” yerine “biz” diyerek dua etmeyi tercih ederler. Yüce Allah da Kur’ân’ın ilk sûresinde bize bu hususu açıkça bildirmekte ve “biz” diyerek dua etmemizi istemektedir:

“(Ey Rabbimiz!) Biz ancak sana ibadet eder, ancak Senden yardım isteriz! Bizi doğru yola ilet.” (Fâtiha, 1/5–6)

Kur’ân’da hem dünyayı hem ahireti isteyen mü’minlerin dualarının;

Onlardan kimi; Rabbimiz! Bize dünyada da nimet, iyilik ve güzellik ver, ahirette de nimet, iyilik ve güzellik ver, bizi ateş azâbından koru! der.”

(Bakara, 2/201) şeklinde “biz” hitabıyla olduğu bildirilmektedir.

Akıllı insanların dualarında;

“(Onlar derler ki); Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize katından bir rahmet ver, kuşkusuz sen çok bağış yapansın.” (Âl-i İmrân, 3/8)

Allah’ın Peygamber ve mü’minlerden yapmalarını istediği dualarında;

Rabbimiz! Unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmız (sâhibimiz, efendimiz)sin! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!” (Bakara, 2/286)

Rahman’ın kullarının yaptığı dualarında;

“Rabbimiz! Bizim günâhlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al” (Âl-i İmrân, 3/193) şeklinde hep “Rabbimiz” çoğul siygası kullanılmıştır.

İnsanların, dua yaptıkları kişileri şöyle özetleyebiliriz: ab1. Anne-Babaya Dua

Kur’ân’da İbrahim (a.s.)’in anne-babası için şöyle dua ettiği bildirilmektedir:

Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı ve mü’minleri bağışla!” (İbrâhim, 14/41) İsrâ sûresinde anne-babaya şöyle dua edilmesi tavsiye edilmiştir:

“Onlara acımadan dolayı, tevazu kanadını indir, (onlara karşı alçak gönüllü ol) ve: ‘Ey (her varlığı terbiye edip yetiştiren) Rabbim! Bunlar, beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse sen de bunlara (öyle) acı!’ de.” (İsrâ, 17/24)

Ahkâf sûresinin 15. ayetinde çocukların anne-babaları için şöyle dua etmeleri öğretilmektedir:

Ey Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın sâlih amel işlememi ilham et. Benim neslimden gelenleri de sâlih kimseler kıl. Doğrusu ben tövbe edip sana yöneldim. Ve ben gerçekten Müslümanlardanım.” (Ahkâf, 46/15) Anne-baba için hayır dua etmek, çocukların temel görevlerinden biri olup bu dua onlar için minnet ve vefa borcudur.

Çocukların yaptığı dua ile anne-babaların, cennetteki manevî dereceleri artar. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

Mü’minin cennetteki derecesi yükseltilir. Bu kimse, ‘Ya Rabbi! Bu derece nereden kaynaklandı’ diye sorar. ‘Çocuğunun senin için af dilemesi sebebiyle’ diye cevap verilir.” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 111, No: 29731) ab2. Çocuklara Dua

İbrahim (s.a.s.), çocukları ve gelecek nesilleri için şöyle dua etmiştir:

Rabbimiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar…” (Bakara, 2/128) İmrân, kızı Meryem ve onun nesli için şöyle dua etmiştir:

Onu (Meryem’i) ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana havale ediyorum / korumanı diliyorum.” (Âl-i İmrân, 3/36)

Anne-babanın, çocukları için yaptığı duanın kabul olacağını Peygamberimiz bize haber vermiştir. (Ebû Davûd, Salât, 364; Tirmizî, De’avât, 48)

ab3. Mü’minin, Mü’minlere Duası

Mü’minler; kendileri, çocukları ve anne-babaları için dua ettiği gibi mü’minler için de dua ederler. Şu ayette yüce Allah, bize bu konuda nasıl dua edeceğimizi öğretmektedir:

Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı ve bütün mü’minleri bağışla!” (İbrâhim, 14/41)

Müslümanın, Müslüman kardeşine dua etmesi kendisi için sadaka olur. Konu ile ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmaktadır:

Sadaka verme imkânı olmayan Müslüman, ‘Kulun ve Peygamberin Muhammed’e rahmet eyle, mü’min erkek ve mü’min kadınlara, Müslüman

erkek ve kadınlara da rahmet eyle’ diye dua etsin, bu onun için sadaka olur.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 903)

Bu hadis, hem mü’minin mü’mine dua etmesi gerektiğini, hem de mü’min için yapılan duanın sadaka olduğunu ifade etmektedir.

Bir mü’minin aksırdığı zaman, “Elhamdülillâh” demesi, onu duyan kimsenin “yerhamükellâh (Allah sana merhamet etsin)” diye karşılık vermesi, aksıran kimsenin de ona “yehdîkümüllâhü ve yuslih bâleküm (Allah size hidayet versin ve işlerinizi ıslah etsin)” diye mukabelede bulunması da mü’minin mü’mine yaptığı duadır. Konu ile ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

Biriniz aksırdığı zaman, her durumda ‘Elhamdülillâh’ (Allah’a hamd olsun) desin. Aksıran kimse buna ‘yerhamü-kellâh’ (Allah sana merhamet etsin) karşılığını versin. Diğeri de buna, ‘Allah size hidayet etsin ve işinizi ıslah eylesin’ diye mukabelede bulunsun.” (Tirmizî, De’avât, 37)

Mü’minlerin birbirleriyle karşılaştıkları zaman selâmlaşmaları da birbirleri için bir duadır. Yüce Allah’ın;

“Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin; yahut verilen selâmı aynen iâde edin” (Nisa, 4/86) emrine uyarak bir Müslümana “selâmün aleyküm (Allah’ın rahmeti, mağfireti, güvenlik ve esenliği üzerinize olsun)” diye selam veren kimse de “ve aleyküm selam (Allah’ın rahmeti, mağfireti, güvenlik ve esenliği sizin de üzerinize olsun)” diye karşılık veren kimse de mü’min kardeşi için dua etmiş olur.

ab4. Ölüler İçin Dua

İslâm bilginleri, ölüler için yapılan duanın önemli olduğu, bağışlanan sevabın onlara yarar sağlayacağı konusunda görüş birliği içindedir.

Ayet ve hadisler, ölüler için dua, istiğfar ve bağışta bulunulabileceğine açıkça işaret etmektedir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” (Haşr, 59/10)

Bu ayette yüce Allah, kendilerinden önce gelip geçmiş, mü’minlerin bağışlanmasını isteyen mü’minleri övmektedir. Ölülerin bağışlanmasını dilemek yararsız bir iş olsaydı, Allah onları övmezdi.

Kur’ân’da Nuh Peygamberin; kendisi, anne-babası ve mü’minler için şöyle dua ettiği bildirilmektedir:

Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.” (Nûh, 71/28)

Peygamberimiz (s.a.s.); ölenler için cenaze namazı kılmış ve Müslümanlara da kılmalarını emretmiştir. Dinimizde farz-ı kifâye olan cenaze namazı, esas itibariyle ölüler için yapılan dua ve istiğfardan ibarettir. Müslümanların ölen kişi hakkındaki dua ve şahadetinin Allah katında değeri olduğu ve ölülerin bağışlanmasına vesile olabileceği unutulmamalıdır.

Hz. Peygamber, cenazeyi defnettikten sonra kabri başında durmuş ve kabir sualinin kolay geçmesi hususunda dua etmiştir. (Ebû Davûd, Cenâiz,

73)

Ölenlerden sadece mü’minler için dua edilir, af ve mağfiret dilenir, kâfirler için dua edilmez. (bk. Tevbe, 9/113; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 981)

Kabir ziyaretleri yapıldığında, orada yatanlar için Kur’ân okunup sevabı bağışlanır, onlara hayır dua edilir, ancak ölülerden yardım istenmez, bir dilekte bulunulmaz. Aksi takdirde ibadete şirk karıştırılmış olur. Çünkü Allah’tan başkasına dua/ibadet etmek Allah’a başkalarını ortak koşmaktır. Putlar ve ölüler, yapılan yardım talebine cevap da veremezler. Bu hususu yüce Allah, Kur’ân’da şöyle ifade etmektedir:

Allah’ı bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yalvardıklarından habersizdirler.” (Ahkâf, 46/5)

ab5. Peygamberimize Dua / Salât ü Selâm

Ahzâb sûresinin 56. ayetinde, Allah’ın ve meleklerin Peygambere “salât” ettikleri bildirilmekte, müminlerin de Peygambere “salât” ve “selâm” etmeleri emredilmektedir:

Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey mü’minler! Siz de ona salât edin ve selâm edin.”

Allah’ın Peygamberine salâtı; ona merhamet ve ihsan etmesi, onu övmesi, ondan razı olması, şan ve şerefini yüceltmesi, itibar ve değerini artırmasıdır. Meleklerin ve mü’minlerin salâtı ise; onun şan ve şerefinin yüceltilmesi, itibar ve değerinin artması için dua etmeleridir. Sahabeden Ka’b bin Ucre,

Ey Allah’ın Peygamberi! Sana salât ve selâm getirmekle emrolunduk. Selâmı nasıl vereceğimizi biliyoruz. Sana nasıl salât edeceğiz?” diye sorduk. (Ebû Davud, Salât, 183; Nesâî, Sehv, 49) Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.);

Allah’ım! İbrahim Peygambere (ve ailesine) (Ebû Davud, Salât, 183) merhamet ettiğin gibi Muhammed (ve ailesine) (Ebû Davud, Salât, 183; Nesâî, Sehv, 49) de merhamet et, şan ve şerefini yücelt, itibar ve değerini arttır. Sen çok övülen, çok şerefli olansın. İbrahim’i (ve âilesini) mübârek ve şerefli kıldığın gibi Muhammed’i (ve âilesini de) mübarek ve şerefli kıl. Sen çok övülen, çok şerefli olansın” duasını okuyun buyurdu, demiştir. (Buhârî, Dua, 32; Nesâî,

Sehv, 49; Müslim, Salât, 66)

Peygamberimiz (s.a.s.), mealini verdiğimiz Ahzab suresinin 56. ayetinin açıklanması sadedinde şöyle buyurmuştur:

Kim bana bir defa salât ederse, Allah da ona on defa salât eder ve onun on hatasını bağışlar ve onun derecesini on kat yükseltir.” (Nesâî, Sehv, 55)

Kim bana bir defa salât ederse, bu sebeple ona on hasene (sevabı) yazılır.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 905)

Hadislerde Peygamberimize salât etmemiz teşvik edilmekte, salât edene mükâfat vaat edilmekte, buna mukabil salât etmeyenler kınanmak-

tadır. (Ahmed, II, 254)

“Yanında ismim geçtiğinde bana salât getirmeyen kimsenin burnu yerde sürünsün.” (Tirmizî, De’avât, 101; Hâkim, Dua, I, 549; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 908) anlamındaki hadis, Peygambere salât etmeyi terk etmenin vebal olduğunu ifade etmektedir.

Kıyamet günü insanların bana en evlâ olanı bana en çok salâvat getiren/dua edenidir” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 911) şeklinde kendisine salât ve selâm getireni öven Peygamberimiz (s.a.s.); ismi anıldığında salât getirmeyen kimseyi “cimri” olarak nitelendirmektedir:

Yanında ismim anıldığı hâlde bana salât etmeyen kimse cimridir.” (Tirmizî, De’avât, 101; Ebû Davud, Vitr, 23; Hâkim, Dua, I, 549)

  • b) Beddua

İnsanlar; bazen kendileri, çocukları, yakınları ve diğer insanların aleyhine dua ederler. Türkçe’de buna “beddua” denilmektedir. Yüce Allah, insanın beddua ettiğini Kur’ân’da şöyle beyan etmektedir:

İnsan, hayra dua eder gibi, şerre de dua eder (hayrı ister gibi şerri de ister.) İnsan pek acelecidir.” (İsrâ, 17/11)

Ayette insanın beddua etmesinin gerekçesi olarak “aceleci” oluşu zikredilmiştir. İnsan, acele edip istediği şeyin hakkında hayır mı şer mi olduğunu bilmeden dua veya beddua etmemelidir. Duanın bilerek, düşünerek ve teenni ile yapılması gerekir. İnsan daima Allah’tan hakkında hayırlı olanı istemelidir. Çünkü neyin hayır neyin şer olduğunu en iyi bilen Allah’tır. İnsanın hayır zannettiği şer, şer zannettiği hayır olabilir.

(bk. Bakara, 2/216) Yüce Allah, kâfirlerin kendileri için azap, bela ve kötülüğü istediklerini Kur’ân’da bize haber vermektedir. Şu ayetleri örnek olarak zikredebiliriz:

Senden azabı acele bekliyorlar.” (Ankebût, 29/53-54),

Senden, iyilikten önce kötülüğü acele istiyorlar.” (Ra’d, 13/6)

“(Mekke müşrikleri); hani, ‘Allâh’ım! Eğer bu (Kur’ân), senin yanından gelmiş gerçekse başımıza gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap getir!’ demişlerdi.” (Enfâl, 8/32)

Dolayısıyla bir Müslüman kendisi, yakınları ve diğer Müslümanlar, hatta bütün insanlar için hayır dua etmeli, beddua etmemelidir. “Allah, belanı versin”, “canın cehenneme”, “gözün kör olsun”, “canın çıksın”, “gün yüzü görme”, “boyun devrilsin”, “Allah, canımı alsın”, “Allah’ım, canımı al” gibi yapılan beddualar, İslâmî adaba uygun değildir. Peygamberimiz (s.a.s.), bir sıkıntıdan dolayı bile olsa ölmek için dua etmeyi yasaklamış

(Buhârî, De’avât, 29) ve

Sizden biri başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü temenni etmesin.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No. 968; Buhârî, De’avât, 29)

Kendinize beddua etmeyin, çocuklarınıza beddua etmeyin, mallarınız için de beddua etmeyin.” (Müslim, Zühd, 74)

Allah, ana-babasına lanet edene / beddua edene lanet eder” (Müslim, Edâhî, 43) buyurmuştur.

İnsan kendisi, çocukları, ana-babası ve malı mülkü için ancak öfkeli olduğu zaman beddua eder, bedduası kabul oluverdiğinde ise zararını kendisi çeker, neticede kendisine, ana-babasına ve çocuklarına zulmetmiş olur. Peygamberimiz özünde, sözünde ve davranışlarında dürüst olan mü’minin lanetçi olamayacağını ve lanetçilerin kıyamet günü şefaat ve tanıklık edemeyeceklerini bildirerek mü’minleri bedduadan sakındırmıştır:

Sadık mü’mine lanetçi olmak yakışmaz.” (Müslim, Birr, 84)

Lanetçiler, kıyamet gününde şefaatçi ve tanık olamayacaklardır.” (Müslim, Birr, 84)

İnsanlara örnek olarak gönderilen peygamberler, insanlara hep hayır dua etmişler, mecbur kalmadıkça beddua etmemişlerdir. Bedduayı da mü’minler için değil sadece imana yanaşmayan ve inkârda ısrar eden kâfirler için yapmışlardır. Şu örnekleri zikredebiliriz:

Israrla hak dine davet ettiği, ancak bir türlü imana yanaştıramadığı kavmi için Nuh (a.s.) şöyle beddua etmiştir:

“(Rabbim!) Onlar, çok kimseyi yoldan çıkardılar. Sen de o zâlimlere şaşkınlıktan başka bir şey arttırma.” (Nûh, 71/24)

Nûh, dedi ki: Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden tek kişi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını şaşırtırlar ve sadece ahlâksız, nankör

(insanlar) doğururlar.” (Nûh, 71/26–27)

Nuh (a.s.), imana yanaşmayan kavmine beddua etmesinin gerekçesi olarak; insanları hak yoldan saptırmalarını zikretmiştir. Nuh Peygamberin bedduası kabul olmuş; Allah, kâfirleri helâk etmiştir. (bk. Enbiyâ, 21/76-77) Yüce Allah, mü’minlere kin tutan münafıklar için;

“De ki: Kininizle ölünüz” (Âl-i İmrân, 3/119) diye beddua edilmesine müsaade etmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s.), mecbur kalmadıkça kimseye beddua etmemiştir. Meselâ;

Ey Allah’ın elçisi! Müşriklere beddua et” denildiğinde, “Ben lanetçi olarak gönderilmedim, rahmet olarak gönderildim” buyurmuştur. (Müslim,

Birr, 87)

Uhut savaşında yüzü yaralandığında;

Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar, bilmiyorlar” diye dua etmiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 973) Ancak mecbur kalınca kendilerini yok etmek için Medine’ye saldıran Mekke müşriklerine Uhut savaşında şöyle beddua etmiştir:

Allah’ım! Peygamberlerini yalanlayan ve insanları Senin yolundan alıkoyan şu kâfirleri helâk et, onlara rezillik ve azap ver. (Sen) gerçek ilahsın

Allah’ım!” (Hâkim, De’avât, No:1868)

Hendek savaşı esnasında müşriklere şöyle beddua etmiştir:

Ey kitabı indiren, hesabı süratli olan, güçlü toplulukları helâk edebilen Allah’ım! Müşriklerin kökünü kes ve onları darmadağın et.” (Buhârî, De’avât,

58; Müslim, Cihad, 20–21)

“(Müşrikler) bizi orta (fazîletli) namazdan (yani) ikindi namazından alıkoydular. Allah, onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun.” (Müslim,

Mesâcid, 205; bk. Buhârî, Cihâd, 98)

Zulme uğrayan insan, zalimin zulmüne meşru yollarla mani olamazsa, zalime beddua edebilir.

Allah, kendisine haksızlık edilen dışında (hiç kimse tarafından) açıkça kötü söz söylenmesini sevmez.” (Nisa, 4/148) anlamındaki ayet, buna işaret etmektedir.

Peygamberimiz;

Zalime beddua eden kimseye Allah yardım eder” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 68, No: 29567) buyurmuş, bu sebeple mazlumun bedduasından sakınılmasını tavsiye etmiştir:

Mazlumun bedduasından sakının, çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında perde yoktur (duası kabul olur.)” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 37, No: 29361;

Abdürrazzâk, Dua, V, 216)

Mazlumun duası bulutların üzerine taşınır, sema kapıları onun için açılır, şanı yüce Allah şöyle buyurur: Belli bir zaman sonra da olsa mutlaka sana yardım edeceğim.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, 874)

Mazlum, fâcir/günahkâr bile olsa bedduası makbuldür, günahı kendi boynunadır.” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 37, No: 29365)

Bu hadislerden, mazlumun, kendisine zulmeden kimseye beddua edebileceğini ve bedduasının kabul olacağını anlıyoruz. “Alma mazlumun âhını çıkar âheste âheste” atasözümüz de bu gerçeğin ifadesidir. Ebû Ya’lâ, son hadisi el-Müsned’inde şu şekilde rivayet etmiştir:

Kâfir bile olsa mazlumun bedduasından sakının, çünkü Allah ile onun duası arasında bir perde yoktur (duası kabul olur.)” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 1092) İbadet olması hasebiyle kâfir, duası ile Allah’a kulluk etmiş olmaz ve sevap alamaz, ancak kendisine zulmedene -Müslüman bile olsa- beddua ettiği zaman, duası kabul olur. Hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.

Zarar veren ve zulmeden insana beddua edilebileceği gibi zarar veren başka bir canlıya da onun zararından korunmak için beddua edilebilir. Sahabeden Enes b. Malik’in bildirdiğine göre Peygamberimiz (s.a.s.), Medine’yi istila eden çekirge sürüsüne karşı şöyle beddua etmiştir:

Allah’ım! Çekirgeleri helâk et, büyüklerini öldür, küçüklerini yok et, yumurtalarını işe yaramaz hâle getir, köklerini kes, ağızlarından ekinlerimizi, ürünlerimizi ve rızıklarımızı al, Sen duaları işitensin.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, 1127)

Peygamberimiz (s.a.s.)’in, görevlerinde kusurlu davranan Müslümanlara beddua ettiği olmuştur. Meselâ anne-babasının hizmetinde bulunmayan kimse için şöyle beddua etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.) bir gün;

Burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün” demiş, sahabe, “Kimin burnu yerde sürtünsün ey Allah’ın elçisi?” diye sormuş,

Peygamberimiz (s.a.s.); “Yaşlılıklarında anne-babası veya ikisinden biri yanında olup onlara hizmet ederek cennete girmeyi hak edemeyen kimsenin burnu yerde sürtünsün” buyurmuştur. (Müslim, Zikir ve Dua, 9-10)

Bu hadisin, İbn Hıbbân’ın rivayetinde; Peygamberimiz (s.a.s.)’in “burnu yerde sürtünsün” şeklindeki bedduasını Ramazan ayına yetişip de bağışlanamayan, yanında ismi geçince kendisine salât ü selâm getirmeyen kimse için de yaptığı vardır. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 908)

2. FİİLÎ DUA

Fiilî dua; insanın sözlü olarak Allah’tan istediği şeyin zeminini hazırlaması ve Allah’ın koyduğu kanunlara (dine ve sünnetüllâha) uyması demektir. Söz gelimi, çocuk sahibi olmak isteyen bir kimsenin evlenmesi; sağlık ve âfiyet isteyen bir kimsenin yemesine içmesine, sıcağa, soğuğa ve sağlık kurallarına dikkat etmesi; zengin olmak isteyen kimsenin çok çalışması, bir sınavda başarılı olmak isteyen kimsenin sınava iyi hazırlanması, tarlasından, bağından ve bahçesinden bol ürün almak isteyen kimsenin bağına, bahçesine ve tarlasına iyi bakması, gerektiğinde sulaması ve gübrelemesi gerekir. Evlenmeden çocuk sahibi olmayı, sağlık kurallarına uymadan sağlıklı kalmayı, çalışmadan zengin olmayı, iyi hazırlanmadan bir sınavda başarılı olmayı, gerekli emeği harcamadan bol ürün almayı istemek sünnetüllâha aykırıdır.

Yüce Allah, A’râf sûresinin 56. ayetinde umarak ve korkarak dua edilmesini istedikten sonra rahmetinin işlerini en güzel biçimde yapanlara yakın olduğunu bildirerek şöyle buyurmaktadır:

Korkarak ve umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, işlerini en güzel biçimde yapanlara yakındır.” (A’râf, 7/56)

Ayette, Allah’ın rahmetinin “muhsin” olanlara yakın olduğu açıkça beyan edilmektedir. “Muhsin”; iman edip sâlih amelleri Allah’ı görüyormuş gibi en güzel biçimde yapan kimseye denir. Dolayısıyla bir insan, elinden gelen bütün gayretleri gösterdikten, istediği şeyin zeminini hazırladıktan sonra neticeyi dua ederek Allah’tan istemelidir. Bunun Kur’ân’da açık örneği, Eyyûb (a.s.)’ın hastalığından kurtulması için yaptığı dua ve Allah’ın iyileşmesi için ona gösterdiği çözümdür.

Uzun yıllar hastalık çeken Eyyûb (a.s.), hastalığının iyileşmesi ve sıkıntısının giderilmesi için Allah’a şöyle dua eder:

“(Ey Peygamberim!) Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvar-

mıştı.” (Enbiya, 21/83; bk. Sâd, 38/41)

Yüce Allah, Eyyûb Peygamberin duası üzerine hastalığının iyileşmesi için;

Ayağını (yere) vur, işte yıkanacak ve içilecek serin (bir su)” (Sâd, 38/42) buyurur.

Bunun üzerine Eyyûb (a.s.) ayağını yere vurur, çıkan sudan içer ve bu su ile yıkanır, neticede iç ve dış bütün hastalıkları iyileşir. (Enbiya, 21/84) Yüce Allah, bu örneği, ibadet/dua eden kulları için bir öğüt olduğunu bildirmektedir:

“(Bu), ibadet eden / dua eden bütün kullar için bir öğüttür.” (Enbiya, 21/84)

Derdinden kurtulmak isteyen bir hasta düşünelim; hasta hem iyileşmesi, şifa vermesi için Allah’a dua etmeli, hem de hastalığı için gerekli olan tıbbî çarelere başvurmalı, doktorların tavsiyesine uymalı, ilaç kullanmalı, gerektiğinde ameliyat olmalıdır. Birinci yapılan, sözlü dua; ikinci yapılan ise fiilî duadır. Tıbbî çarelere başvurmak ile de yetinilmemeli, “derdi veren Allah dermanı da verir” inancı ile dua edilmelidir. Eyyûb (a.s.), hem sözlü hem de fiilî dua yapmıştır.

Peygamber Efendimizin; Hendek savaşında sadece sözlü olarak Allah’tan yardım istemekle kalmayıp şehrin etrafına hendek kazması da fiilî duadır. Peygamberimiz (s.a.s.); “hendek kazdık, düşman şehre giremez, kendimizi garantiye aldık” demedi, düşman ordusunun bozguna uğraması için yüce Allah’a dua etti, yalvardı. Yüce Allah duasını kabul etti. Düşmanın bulunduğu tarafta çok şiddetli bir fırtına çıktı, düşmanın neyi varsa alt üst oldu, daha fazla dayanamadı, büyük bir korkuya kapıldı ve Medine’yi terk etmek zorunda kaldı. Yüce Allah, peygamberimizin sözlü ve fiilî duasını kabul etmiş, Müslümanları düşmandan korumuştu. Peygamberimiz (s.a.s.), Bedir savaşında da gerekli bütün askerî tedbirleri aldıktan sonra yardım etmesi için Allah’a dua etmiş, Allah da bin melekle yardım etmiştir. (Enfâl, 8/9-11)

Aynı şeyleri, manevî ve uhrevî nimetler için de söyleyebiliriz. Meselâ, işlediği günahlarının affını isteyen bir kimsenin, “ey Rabbim! Beni affet, bağışla” diye yalvarması sözlü dua, günahları terk edip Allah’ın emrine yönelmesi, işlediği günahlara bir daha dönmemesi ve sâlih ameller işlemesi, fiilî duadır. Mü’minin, “Allah’ım! Cennetini bana nasip et” demesi sözlü dua, iman edip sâlih ameller işlemesi, Allah’ın emir ve yasaklarına uyması fiilî duadır. Sadece sözlü dua ile yetinmek, fiilî duayı terk etmek, insanı istediğine kavuşturmaz.

Mü’min istediği şeyin zeminini hazırlamalı, fiil öncesinde de sonrasında da dua etmelidir. Fiil öncesinde yapılan sözlü dua, başarılı olmak için bir hazırlık ve ruhî bir arınmadır. Fiil sonrasında yapılan sözlü dua ise; o fiilin başarı ile sonuçlanmasını ve harcanan emeğin ve çabanın boşa gitmemesini yüce Allah’tan istemek, fiilini O’nun takdir, irade ve yardımına havale etmektir. Sadece sözlü dua edip fiilî duayı terk etmek de, yalnızca fiilî dua yani eylemle yetinip, sözlü olarak ilâhî yardımı dilemekten uzak durmak da hatalı bir davranıştır.

Öte yandan insan, iradesi dışında kalan ve gücünü aşan konularda da Allah’ın yardımını, lütfunu ve ihsanını ister. Allah için her şey mümkündür, O’nun her şeye gücü yeter. Ayet ve hadislerde bunun örnekleri vardır. Meselâ Zekeriya (a.s.), yüce Allah’tan bir evlat istemiş, eşi çocuk yapacak çağı geçtiği hâlde Allah, ona çocuk yapma imkânı vermiş ve Yahya’yı dünyaya getirmiştir. Kur’ân’da bu husus şöyle ifade edilmektedir:

Biz onun (Zekeriyya’nın) duasını kabul ile icabet ettik de kendisine Yahya’yı ihsan ettik ve eşini (doğum yapmaya) elverişli hâle getirdik…

(Enbiya, 21/90)

Ayetin devamında Zekeriya (a.s.) ve eşinin umarak ve korkarak Allah’a dua ettiği bildirilmektedir.

Peygamberimizin bildirdiğine göre yağan yağmur sebebiyle bir mağaraya sığınan, yuvarlanan bir taşın mağaranın ağzını kapatması ile içeride kalan üç mü’min, yaptıkları en güzel amellerini dile getirerek Allah’a dua etmişler, mağaranın ağzındaki taş, dua ile oradan yuvarlanmış ve kurtulmuşlardır. (bk. duada vesile bölümü) Dolayısıyla mü’minler, yaptıkları işlerde başarıya ulaşmaları, işlerinin akim kalmaması için iş öncesinde ve sonrasında dua ettikleri gibi aciz oldukları konularda ve beklenmedik âfet ve musibetlere karşı koruması için de Allah’a dua ederler.

Sonuç olarak dua; biri fiil ve hâl ile diğeri söz ve kalp ile yapılmak üzere iki kısma ayrılır. Fiil ve hâl ile yapılan dua, kişinin ulaşmasını arzu ettiği şeyin oluşmasını gerekli kılan sebeplere başvurmasıdır. Çiftçinin tarlasını sürüp tohumunu ekmesi, bakımını yapıp onu sulaması fiille yapılan bir duadır. Ürünün elde edilmesi için gerekli olan bu sebeplere başvuran çiftçi, “Allah’ım! Üzerime düşen gerekli sebeplere başvurdum. Senden rızık istiyorum” diye dua etmiş demektir. Lisan ve kalp ile yapılan dua ise, kişinin gücünün yetmediği şeyleri, bela ve musibetlerden korumasını, işlerinde kolaylıklar ihsan etmesini Allah’tan istemesi demektir.

İslam ve İhsan

DUA İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Dua ile İlgili Ayet ve Hadisler

DUANIN ÖNEMİ VE FAZİLETİ NEDİR?

Duanın Önemi ve Fazileti Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.