Bir Dava Adamının Yaşadığı Zor Günler

 İslâm dâvâsının yaşayan üstadlarından Kadir Mısıroğlu’nun mücâhide eşi, dâvâ arkadaşı, Aynur Mısıroğlu, Kadir Bey'in gençlik yıllarında verdiği İslam mücadelesi sırasında yaşadıkları zorlukları anlattı.

Kadir Mısıroğlu Beyefendi ile evliliğiniz nasıl oldu?

Ben M. Hamidullah Bey’in derslerine devam ederken Kadir Bey beni orada görmüş. O zaman o derslere katılan tek kız bendim. Şimdi olsa genç kızlar doldururlar. Çok ilerleme oldu o günden bugüne… Ben o derse giderken, tek kız olmam hasebiyle çok çekingendim. Ne kadar dinle ilgimiz olmasa da, utanma duygusundan mahrum değildik. Derse sessizce girer, ön sırada oturur, ders biter bitmez erkekler yerinden kalkmadan hızla çıkardım. Bana bunu yaptıran, İslâm’a olan dayanılmaz hasretimdi. Ve sorularıma cevap bulacağım başka hiçbir yerim yoktu.

Katılanlar da hep dindar gençler olduğu için kimse benimle konuşmaz ve rahatsızlık vermezlerdi. Kadir Bey, aynı sınıflarda ders gördüğümüz zamanlar olmasına rağmen beni o derslerde fark etmiş ve tâlib oldu. Kadir Bey, o zamanlarda İslâm’ı müdâfaa eden birisi olduğu için annem, izdivaç teklifine şiddetle karşı çıktı.

DİNî NİKAHIM OLMADAN BİR HANIMLA YAN YANA GEZEMEM!

Kadir Bey de bu teklifin kabulünü kolaylaştırmak için şöyle bir taktik uyguladı: Bizim âileye en çok tesir edebilecek, sözünü dinletecek kimseyi araştırmış. Âile dostumuz olan bir avukat vardı, onu bulmuş. Onun babası da subaydı. Kadir Bey, onun tavassutu ile âilemle irtibat kurdu. Bu avukatın yardımıyla işler yoluna girdi. Yoksa bizim evlenmemiz kolay bir iş değildi.

Âilem, araya giren yakın ahbaplarımız sayesinde izdivacımıza izin verdi. Önce söz yapıldı. Annem nişanın kısa bir zamanda olmasına izin vermiyordu. Kadir Bey, okulda bana: “-Nişan yapalım.” dedi. Ben, annemin mezun olmadan izin vermediğini, ama sözlü olduğumuz için çıkıp beraber gezip dolaşabileceğimizi söyledim.

Kadir Bey: “-Kat’iyen olmaz!.. Ben dînî nikâhım olmadan, bir hanımla yan yana gezemem!..” dedi.

Böyle ufak tefek sıkıntılarımız oldu. Başı zordu, ama sonu güzel oldu. Annem, daha sonra Kadir Bey’i çok sevdi. Dîne ısındı; namaz kılmaya başladı, oruçlarını tuttu. Ablam da aynı şekilde… Tesettüre girmedi ama, karşı cepheden bu kadar gelebilmeleri bile çok iyi bir ilerleme oldu, elhamdülillah!.. Tabiî bu aşamalar, yıllar sürdü. Bu da hep bizlerin, yani o devir gençlerinin sabrı ile oldu. Yani bu gibi durumlarda gençlerin sabırlı olmaları, temkinli davranmaları çok mühim!..

Kaç yıllık evlisiniz?

Elli yıllık evliyiz, elhamdülillah…

Mâlumunuz, bugünlerde boşanmalar çok arttı. Sizce elli yıllık huzurlu bir evliliğin sırları nelerdir?

Elhamdülillâh, sevgi ve saygı dolu bir âile hayatım oldu. Kadir Bey’le çok isteyerek evlendim. Hâlâ da aynı huzurla devam ediyoruz. Kadir Bey’in âilesi çok iyi bir âile idi. Allah ölenlere rahmet, kalanlara selâmet ve uzun ömürler nasip etsin.

Allah, bana çok iyi, dirâyetli, aklı başında bir kayınvâlide nasip etti. Sâliha, irfan sahibi, akıllı bir hanım… Yetiştirdiği evlâtlar da öyle… Ama kayınvâlidem gerçekten firaset ehli bir hanımdı. Kadir Bey, evin tek erkek çocuğu…

EVLİLİĞİMİZDE EN ZOR İMTİHANIMIZ...

Bu yüzden annesi de, kardeşleri de bizim âile saadetimiz için çok yardımcı olmuşlardır. Allah hepsinden râzı olsun.

Evliliğimizde en zor imtihanımız, Kadir Bey’in İslâmî mücadeledeki gayretleri sebebi ile başımıza gelenler... Bu sebeple başımıza gelmedik şey kalmadı, diyebilirim. Bu sıkıntılar, daha nişanlıyken başladı. Balmumcu Hapishanesi’ne kondu, yakınları ile hiç görüştürülmedi; yaşayıp yaşamadığından bile emin değildik.

Annem: “-Ben kime kız verdim?!” diye panik oldu.

O zamanlar avukat ağabeyin çok yardımları oldu. Beraber ziyaretine gidiyorduk. Nişanlısı olduğum hâlde, “Sorgusu yapılmadı!” diye görüştürmüyorlardı.

İçeride lâzım olur diye para gönderelim, dedik. Maksat para göndermek değil, tabiî… “Parayı aldım” diye içeride imza atacak, biz de imzasından onun yaşayıp yaşamadığından emin olacağız. Hayatta olup olmadığının endişesini taşımak çok zor bir şey!.. Askerî idârelerden çok sıkıntı çektik. Evlendiğimizde bütün hayatımız boyunca bu sıkıntılarla mücadelemiz oldu.

ONUN GAYRETİNİ GÖRDÜKÇE İÇİMDEN HEP "HELAL OLSUN!" DEDİM

Hiç, “Yeter! Bizim de normal bir hayatımız olsun!..” demediniz mi?

Hayır, hiç demedim. Çünkü ben onun niyetini de, dâvâsının büyüklüğünü ve haklılığını da biliyordum. Bu mânâda onu hep destekledim. Bir sinema artisti olsaydı veya şan-şöhret için yapsaydı, derdim. Dilimle böyle bir şey söylemediğim gibi, -Allâh’ın izni ile- gönlümden bile hiç böyle bir şey geçirmedim.

Benim canım çok yandı; İslâm’ı yaşamamış olmanın acısını çok çektiğim için herkesin İslâm’ı öğrenmesini, İslâm dâvâsının büyüklüğünü bilmesini istedim. Bütün hayatı Anadolu’ya Avrupa’ya giderek konferanslar vermekle geçti. Ara sıra da eve uğrardı tabiî…

Biz ne kadar sabretsek de asıl yük onun omuzlarındaydı. Onun dâvâsı için gayretini gördükçe hep içimden “Helâl olsun!” dedim; yüzüne söylemesem de içimden hep söyledim.

Tabiî, bu arada bütün ömrüm tedirginlikle geçti. Çünkü çeşitli düşmanları vardı ve her an kötü bir şey olabilirdi. Hâlen yatakta şöyle rahat rahat uzanıp yatamam; omuzlarım kalkık, hemen kalkacakmış vaziyette…

Bu mânâda Kadir Bey, sizin gibi dâvâ heyecânı taşıyan bir hanımla evli olduğu için çok şanslı…

Asıl ben şanslıyım. El yordamıyla öğrenip yaşadığım dîni, onun sayesinde öğrenip yaşama imkânına sahip oldum. Bu mânâda dindar bir çevreye sahip oldum. Güzel insanlarla tanıştım. Bunların en başında Fevziye Nuroğlu gelir. O, benim için bambaşka, harika bir insandır. İslâm dâvâsı için onun kadar gayretli başka bir hanım görmedim diyebilirim. O zamanlar biz Kur’ân bilmiyorduk. Tabiî etrafta bu mânâda Kur’ân kursu da yok!

Fevziyeciğim, bizim için Beyazıt Câmii’nde Kur’ân Kursu açtı. Oraya başladım, ama benim için çok zor oldu. İki küçük çocuğum vardı. Gidip gelmek çok külfetli oluyordu. Bu esnada pek kıymetli Gül Hocahanım’la tanıştım. Kadir Bey’in isteğiyle Gül Hocahanım, ben kursa gidemeyince her gün evime gelerek bana Kur’ân öğretmiştir. Allah kendisinden râzı olsun!.. Buna mukabil de beş kuruş para almamıştır. Ben alması için ısrar edince ağladı ve:

“-Ben kırk yaşından sonra İslâm’a kavuştum. Allah bana bu sebeple sevap yazıp günahlarımı silerse, daha ne isterim!..” dedi.

Zorlu ve uzun bir gurbet hayatınız oldu. Avrupa’daki hayatınız ve oradaki hizmetlerden de biraz bahsedebilir misiniz?

NE KADİR BEY NE BEN AVRUPA'DA YAŞAMAYA HAZIR DEĞİLDİK!

Evet, çok zor bir dönemdi. Avrupa’ya önceden de gitmiştim. Ama orada yaşamayı hiç düşünmemiştim. Hâlâ da düşünmüyorum tabiî… Allah bir daha göstermesin. Ne Kadir Bey, ne de ben Avrupa’da yaşamaya hazır değildik. Birden bire “12 Eylül İhtilâli” olunca Kadir Bey yurdu terk etmek zorunda kaldı. Eğer Askerî Mahkemelerin adâletine güvenebilseydi, böyle olmazdı. Söylediği sözlerin arkasındaydı; suçluysa cezasını da çekerdi.

Şimdi o yıllarda konuşulmayan, konuşulmadan yapılanlar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Görüyorum ki, o zaman yapılanlar bir fecaatmiş. İyi ki yurt dışına sığınmış. Yoksa belâ ve cefâdan kurtulması mümkün değildi.

DAVAMIZ AÇISINDAN GİTMEMİZ İYİ OLDU

Dâvâmız açısından gitmemiz iyi oldu. Avrupa’ya gidip dînî yaşantıyı terk edenlere; Müslüman, fakat İslâm’ı hiç öğrenmeyenlere, yeni hidâyete erenlere faydalı olmaya çalıştık. İslâm’ın aslını, rûhunu anlatma imkânımız oldu. Giden Türkler’in çoğunluğu, “Katkı Maddeleri”nden habersiz, olur olmaz her şeyi yiyorlardı. Bu konuda bilinçlendirmek bize nasip oldu, elhamdülillah! Bizim alışveriş esnasında uzun uzun muhtevâya baktığımızı gören birisi:

“-Neden bu kadar muhtevâsına titizleniyorsunuz?” diye sorduğunda:

“-Biz Müslümanların buna dikkat etmemiz gerekir!” dedik. O da:

“-İşiniz bir hayli zor!” dedi.

Oradaki en büyük hasretliğimiz, memleket hasreti idi. Memleketimizden haber alacak gazetemiz bile bir gün sonra gelirdi. Kadir Bey, bana iyi bir radyo aldı. Türk kanalı buldum, şarkı-türkü her şey çıkıyordu, ama haberlere sıra gelince hemen bağlantı kesilirdi, parazit yapardı. Şimdi internet var; herkes her şeyden her an haber alabiliyor, elhamdülillah!

LONDRA'DA ÇOK ZORLUK ÇEKTİK

Biz Türkiye’den ayrıldığımızda önce Almanya’ya gitmiştik. Orada Türk düşmanlığı vardı. Benim isteğimle Londra’ya taşındık, orada Müslümanlar çok rahattı. Bir yıl elimizdeki para ile idare ettik. Tabiî, hazıra dağ dayanmaz. Bizim de elimizdeki avucumuzdaki bitti. Kadir Bey, Almanya’ya iş için sürekli gidiyordu ve yol parası çok pahalıydı.

Ben iki çocukla yalnız başıma Londra’da kalıyordum. Gerçekten Kadir Bey’in dediği gibi, “Gurbet İçinde Gurbet”i yaşadık. Tabiî, dostlarımız vardı, ama yine de çok zor oldu. Parasız kaldığımız çok zamanlar oldu. Kadir Bey’in Almanya’dan gönderdiği, gönderemediği zamanlar oldu. Alacakları oluyordu, alamıyordu.

SABAH, ÖĞLE, AKŞAM PATATES YİYORDUK

Bir keresinde Kadir Bey hacca gitmişti. Üç yerden alacağı vardı. Giderken o alacaklıların parayı eve bırakacaklarını söylemişti. Ama sözleşmiş gibi hiçbiri borcunu ödemedi. Kadir Bey’in hacca giderken bıraktığı az miktardaki para da bitti. Evde erzak kalmadı. Hacca gitmeden evvel bir çuval patates almış, ben de söylenmiştim; “Ne yapacağım bu kadar patatesi!..” diye… Kadir Bey de:

“-Patates satan Pakistanlının hâline acıdım, aldım işte… İstersen kullan, istersen at. Ben bir Müslüman’ın sıkıntısını gidermek için aldım.” dedi.

Meğer o bir çuval patatesi, Cenâb-ı Allah bizim erzaksız kalacağımız bu günler için göndermiş... Evde yiyecek hiçbir şey kalmayınca, biz o patatesi haşlayıp yedik. Sabah, öğle, akşam; sürekli patates yedik!.. Gün geldi, patates de bitti. Küçük oğlanı, açlığını hissetmesin diye sürekli uyutuyordum. Bu arada Kadir Bey, hacdan telefon açtı. Şimdiki gibi değil, kesik kesik ses geliyor.

“-Nasılsınız, iyi misiniz?” dedi.

“-İyiyiz, elhamdülillah!” dedim.

“-Borçlular parayı getirdi mi?” diye sordu.

“-Hayır, hiçbiri getirmedi!..” dedim.

“-Ne!! Siz ne yiyip ne içiyorsunuz? Hemen telefonu kapatın!” dedi.

Londra’da tanıdığı lokantacı bir arkadaşı varmış, onları aramış. Durumu anlatmış. Sağ olsun, onlar da iki saat sonra hanımıyla geldiler. Bize bir miktar para bıraktılar, hemen markete gittik. Şaşkınım, ne alacağımı bilemiyorum. Ev o kadar boş ki, hangisini alacağımı bilemedim. En sonunda her şeye ihtiyacımız olduğu için her şeyden az az aldık. Sevinçle evimize geldik, hemen yemek pişirip sofra kurduk.

Kaynak: Şebnem Dergisi / Sayı: 106

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.