Atanmış Değil Adanmış İmamlar

Din görevliliği, bir an önce atanayım da maaşa bağlanayım diyerek seçilecek basit bir meslek değildir. Bu niyette olanlar başka meslekler seçsinler. Bu mesleği, Ümmet-i Muhammed’in gidişatı için dertlenebilen, mesai mefhumu gözetmeden insanlık ve nesil için kendisini adayabilen, uykusuzluğa, yorgunluğa talip olabilen, gençlere ve çocuklara sabredebilenler seçmelidir. Zira vazifenin mes’uliyetini kaldıracak olanlar da ancak bunlardır.

Şu dünya yaratıldı yaratılalı insanları hayra davet eden, hayırlı ortamlara çağıran, Kur’an ve Hadisle öğüt veren ve ben Müslümanlardanım diyen davetçiler daima olmuştur. Bu davetçilerin başında Peygamberler daha sonra Peygamberlerden aldıkları ilim mirası ile Hakk’a davet eden âlimler gelmektedirler. Ayet-i Kerimelerde ve Hadis-i Şeriflerde bu davetçilerden olmaya teşvik edilmiş ve bu kişiler övülmüştür. Çünkü insanın unutmaması gereken, unuttuğu takdirde hem dünyasını hem ahiretini perişan eden önemli noktalar vardır. Örneğin; İnsan Yaratıcısını, dünyaya gönderiliş gayesini, kimin ümmeti olduğunu, kendisine yüklenilen büyük mes’uliyeti, gördüğü iyiliği, yaptığı kötülüğü, işlediği hataları, dünyanın faniliğini, ölümü, ölüm sonrası hayatı velhasıl imanını ve ibadetlere olan aşk ve heyecanını diri tutacak birçok şeyi unutmaması gerekir. Ancak nisyan özelliğine sahip olan insan bazen hayatın getirdiği yoğunluklardan dolayı bu hakikatleri unutuverir de karanlık ve çıkmaz sokaklarda buluverir kendisini. İşte insanın unuttuklarını hatırlamaya, uyarılmaya, nasihate her zaman ihtiyacı vardır. Günümüzde bu hatırlatma ve hayra çağırma vazifesini birçok kardeşimiz yapmaya gayret göstermektedir. Resmî anlamda devlet eli ile Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından camilerimizde ve Kur’an Kurslarımızda vazifelendirilen Din Gönüllüsü Hocalarımıza da bu şerefli vazife yüklenmiştir.

Toplum olarak kadını erkeği ile genci yaşlısı ile manevi anlamdaki eksikliklerimiz ne kadar fazla olursa, din gönüllüsü hocalarımıza o anlamda fazla sorumluluk düşmektedir. Her müslüman tabi ki dini tebliğ ile sorumludur ama bizzat bu şerefli işi yapması için devlet tarafından maaş bağlanıp vazife verilen din gönüllüsü hocalarımızın Allah katındaki mesuliyetleri daha ağır ve fazladır. Din gönüllüsü hocalarımızın ideal bir davetçi, kabul edilir bir rehber, örnek alınması gereken bir önder olmaları için olmazsa olmaz hususlar vardır. Bu hususların başlıcaları şunlardır:

Atanmış Değil Adanmış İnsan

Din görevlisi yerine din gönüllüsü dememizdeki maksat bu başlıktır. Zira Hakk’a davet vazifesine kendisini adamayan kişiler, atandıkları zaman normal bir memur zihniyeti ile bu vazifeyi layıkıyla yürütemezler. Adanmışlık mesâi mefhumu gözetmemektir. Adanmışlık kırıcı sözlere aldırış etmemektir. Adanmışlık gönül kazanmak için kafa yormak plan yapmaktır. Adanmışlık nefsi bastırarak adam kaybetmemek için çaba göstermektir. Adanmışlık maaş için değil maaş alsa bile bu şerefli ve aziz vazifeyi Allah için yapabilmektir. Kendisini bu vazifeye adayamayan sadece iş kaygısıyla atanan din görevlileri mesai mefhumu gözeterek şahsî işlerine öncelik verir, söylenen kırıcı sözlere karşılık vererek insan kaybetmeyi önemsemez, maaşını alır keyfine bakar. Üretken, çaba gösteren, uykusundan ve istirahatinden fedakârlık gösteren, ümmetin gidişatından, ümmetin evlatlarından kendisini sorumlu tutanlar ancak adanmış din gönüllüsü hocalarımızdır. Maaş almak bunu değiştirmez. Ailesinin rızkını temin için tabi ki maaşını alacaktır. Ancak maaşını helal kılmak için vazifesinin şerefine ve yüceliğine yakışır şekilde azimle çalışacaktır.

Söz İle Değil Hâl İle Nasihat

Sevgili Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem‘in cehaletle dolu bir toplumdan 23 yıl gibi kısa bir sürede “Asr-ı Saadet Devri” olacak faziletler medeniyeti inşa etmesindeki ve her biri örnek ve önder şahsiyetler yetiştirmesindeki en önemli sebep “söylediğini önce kendisi yapan Peygamber” olmasıdır. Her davetçi, her din gönüllüsü bu noktayı asla kaçırmamalıdır. Zira insanlar mihraptaki Kur’an tilavetlerimize, kürsüdeki ve minberdeki haykırışlarımıza bakmazlar. Özellikle kürsüden anlattıklarımıza kendileri ile olan ilişkilerimizde ne kadar tâbî oluyoruz ona bakarlar. Anlattıklarımıza başta kendimizin uyması insanlar tarafından örnekliğimizin kabulünü sağlayacak, sözlerimizi daha tesirli kılacaktır.

Hayatlara Etki Gönle Girmekten Geçer

Din gönüllüsü hocamız özellikle sıkça görüştüğü, dersine gelen, arkasında saf tutan kimselere hâl hatır sormayı, bir ihtiyacının olup olmadığını sormayı eksik etmemelidir. Esnaf ise işyerlerinde, ihtiyar ise evlerinde, genç ise okullarında onları ziyaret etmeyi ihmal etmemelidir.

Bu kimseler evlilik sürecinde, çocuğu dünyaya geldiğinde, sıkıntılı zamanlarında, hastalandığında, cenazesinde velhasıl sevinçli ve acılı günlerinde camisinin görevlisini yanlarında görmek isterler. Bu günlerinde yanlarında olmayan hatta davet edildiği halde gitmeyen din görevlileri tabiri caiz ise ağızlarıyla kuş tutsalar, üst düzey Kur’an tilavetleri olsa, müthiş vaazlar verseler yine de o kimselere bir faydaları dokunmaz. Çünkü hakikat şudur ki gönle girmeden hayatlara etki edilemez.

Zamanın ve Çevrenin İhtiyacını Bilmek

İslâmî değerlerin baş tacı yapıldığı zaman ile İslâmî değerlerin ayaklar altına alındığı zamanda vazife yapmak farklıdır. Maalesef günümüzde bırak evlatlarını yetiştirmeyi, aile büyükleri kendileri bile İslâmî hassasiyetten uzaktır. O yüzden din gönüllüsü hocalarımıza büyük vazifeler düşmektedir. Aile fertlerinin hepsinin İslâmî noktada gayrete gelmeleri için din gönüllüsü hocamız büyük çaba göstermelidir. Aile ziyaretlerinde ailenin, dînî değerlerin, namazın, helalin, haramın önemi vurgulanmalıdır. Aileyi kazandığımız kadar toplum İslâmlaşacaktır.

 Ümmetin Umudu da Geleceği de Gençliktir

Zamanın en büyük ihtiyacı gençlik faaliyetleridir. Bir din gönüllüsünün alamet-i fârikası ise gençlik çalışmalarındaki başarısıdır. Maalesef oluk oluk ateşe doğru giden büyük bir genç nüfus bulunmaktadır. Bu kadar vatan evladı, ümmetin çocuğu batının ve modanın etkisi altında kalarak, sapkın düşüncelere ve gayr-i ahlâkî tutum ve davranışlara kapılmışken hiçbir gençlik faaliyeti yapmamak, en azından haftada bir sohbette gençleri toplayıp ikramda bulunup nasihat etmemek en hafif ifade ile akıl tutulmasıdır. Ümmetin gençlerinde “Elimizden tutacak kimse yok mu?” diye sessiz bir çığlık var. Ahlâk, iyilik ve merhamet mahrumu bu gençliğin elinden din gönüllüsü hocalarımız tutmaz ise kim tutacak? Din gönüllüsü hocalarımızın ihmalkârlığından dolayı sapkın düşüncelere ve akımlara kapılan gençliğin vebalini Allah Teâlâ mahşerde kimden soracak? “Annesi babası ilgilenseydi canım!” dememiz acaba mazeret olarak ne kadar kabul edilecek? Zamanın en büyük ihtiyacı gençlik faaliyetleridir. Her din gönüllüsü hocamızın plan çerçevesinde mutlaka ilgilendiği bir gençlik grubu olmalı, camide, gençlik merkezinde onlara mekân ve imkânlar sunacak ortamlar hazırlamalıdır. 30 sene bir camide görev yapıp arkasından üç-beş genç yetiştirip bu vatana, millete ve ümmete hizmetkâr olarak bırakamayan hocalarımız oturup bunun vebalini nasıl yükleneceklerini düşünmelidirler.

Sözün özü, din görevliliği, bir an önce atanayım da maaşa bağlanayım diyerek seçilecek basit bir meslek değildir. Bu niyette olanlar başka meslekler seçsinler. Bu mesleği, Ümmet-i Muhammed’in gidişatı için dertlenebilen, mesai mefhumu gözetmeden insanlık ve nesil için kendisini adayabilen, uykusuzluğa, yorgunluğa talip olabilen, gençlere ve çocuklara sabredebilenler seçmelidir. Zira vazifenin mes’uliyetini kaldıracak olanlar da ancak bunlardır. Vesselâm…

Üsküdar Hacı Nuri Topbaş Camii Uzman İmam Hatibi

Kaynak: Bilal Aydemir, Altınoluk Dergisi, 2022-Ekim, Sayı:440

İslam ve İhsan

OSMAN NÛRİ TOPBAŞ HOCAEFENDİ İLE YAYGIN EĞİTİM VE NESİL ENDİŞESİ ÜZERİNE MÜLÂKAT

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ile Yaygın Eğitim ve Nesil Endişesi Üzerine  Mülâkat

MÜMİNİN NESİL ENDİŞESİ

Müminin Nesil Endişesi

İMAM KİME DENİR?

İmam Kime Denir?

İMAMLARIN ASLİ GÖREVİ NEDİR?

İmamların Asli Görevi Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.