Asla Kendinde Hata Görmeyenlerin Hastalığı

Hiçbir zaman kendinde hatâ görmeyen, bütün kusur ve hataları karşısındakinden bilen, kimseden özür dileyemeyen insanların yakalandığı hastalık nedir? Bu hastalıktan, illetten nasıl kurtulabilirler?

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Hatâdır müznibe[7] ısrâr etmek,
Gerektir zenbe[8] istiğfâr etmek…

Mağrur ve kibirli insan, hiçbir zaman kendinde hatâ görmez. Onun nazarında bütün kusurlar başkalarına aittir. Bu nefsânî illete yakalanmış olanlar, kimseden özür dileyemezler. Zira hatâlarını kabul edip özür dilemeye, gurur ve kibirleri mânî olur.

Bunun içindir ki İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- şöyle der:

“Bir adamın hatası kibir sebebiyle ise ondan ümit beslemeyin. (O iflâh olmaz.) Bunun dışındaki bir günah sebebiyle ise ondan ümit besleyebilirsiniz. Hazret-i Âdem’in hatası günah, İblis’inki ise kibir sebebiyle idi.”[9]

Hakîkaten Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-, şeytana uyarak yasak meyveyi yedi. Fakat hatâsını anlar anlamaz derhâl pişman oldu, kulluk edebi içinde tevbe ve istiğfâra sarılarak Cenâb-ı Hakʼtan af diledi.

Buna mukâbil iblis ise, Cenâb-ı Hakkʼın secde emrini dinlemeyip bir günah işledi. Fakat hatâsını bildiği hâlde, bunu kabule yanaşmadı. Af dilemek yerine, isyânına bahâne aradı. Gurur, kibir, haset ve öfke girdabına kapılarak hatâyı kendine değil -hâşâ- Cenâb-ı Hakkʼa izâfe edecek kadar ahmaklaştı. Âyet-i kerîmede haber verildiği üzere:

(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (insanlara günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!” (el-Hicr, 39)

Yani kendine toz kondurmayıp hatâsında inat etmesi ve suçuna kılıf uydurması, şeytanı ilâhî gazaba dûçâr etti.

BU HASTALIKTAN NASIL KURTULABİLİRLER?

Demek ki mü’min, beşeriyet îcâbı herhangi bir günah işlediğinde, şeytanı değil, insanlığın atası olan Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ı örnek almalıdır. Zira bir kusur işlediğinde hemen nedâmet göstermek, yanlışta ısrar etmeyip derhâl af dileyebilmek, ilâhî azaptan kurtuluş için elzemdir.

Nitekim Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde şöyle buyuruyor:

“Yine onlar ki bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allâhʼı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allahʼtan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.

İşte onların mükâfâtı, Rabʼleri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları Cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfâtı ne güzeldir!” (Âl-i İmrân, 135-136)

Samimiyetle yapılan tevbe ve istiğfârı Cenâb-ı Hakkʼın nasıl karşıladığı, bir hadîs-i şerîfte şöyle tasvîr edilmektedir:

“Herhangi birinizin tevbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları netice vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı sevincinden ne söylediğinin farkında olmayarak şaşkınlıkla:

«–Allâh’ım! Sen benim kulumsun; ben de Sen’in Rabbinim.» diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.” (Müslim, Tevbe, 7; Tirmizî, Kıyâmet, 49)

Yani Rabbimiz, kullarına karşı o kadar merhametli ki:

‒Hatâ ve kusurlarını affetmekten hoşlanıyor, onları affetmek için âdeta vesîle arıyor.

‒Kötülüklere ancak misli kadar cezâ vereceğini, iyiliklere ise on katından yedi yüz katına kadar ecir bahşedeceğini müjdeliyor.

‒Bu dünyada azâbı hak edenleri hemen cezalandırmıyor, onlara hâllerini ıslah edebilmeleri için sabırla mühlet veriyor.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak kullarına azâb etmek istemiyor. Fakat insan, sayısız ilâhî îkazlara rağmen, yine de zulüm, haksızlık ve isyanda inat eder ve tevbeden uzak kalmayı tercih ederse, artık kendi eliyle kendini ebedî azâba müstahak kılmış oluyor.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2023 – Kasım, Sayı: 453

İslam ve İhsan

GURUR VE KİBİR HAKKINDA AYET VE HADİSLER

Gurur ve Kibir Hakkında Ayet ve Hadisler

TEVAZU VE KİBİR İLE İLGİLİ HADİSLER

Tevazu ve Kibir ile İlgili Hadisler

KİBİR VE GURURUN ZARARLARI

Kibir ve Gururun Zararları

KİBİR NASIL BİR ZEHİR?

Kibir Nasıl Bir Zehir?

KİBİR VE UCUB NEDİR?

Kibir ve Ucub Nedir?

KİBİR KALBİN KİRİDİR

Kibir Kalbin Kiridir

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.