Ashâb-ı Kirâmın Kur’ân’ı Yaşaması

Ashabı Kiram Kuran'ı nasıl okur ve nasıl yaşardı? Sahabenin hayatından Kuran'a ve sünnete olan itaat ve teslimiyetlerine örnek hadiseler...

Ashâb-ı kirâm Kur’ân’ı Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in fem-i saâdetlerinden taze taze alıp hemen hayatlarına yansıtıyorlardı. O ne yaparsa onlar da peşinden aynısını yapıyorlardı. “Yâ Rasûlallah! Nefsimi elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, siz bize atlarımızı denize sürmemizi emretseniz hiç tereddüt etmeden onlarla denize dalarız. Atlarımızı Berkü’l-Ğımâd’a[1] sürmemi­zi emretseniz bunu da yaparız» diyorlardı.[2]

Allah Teâlâ, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e gece kalkıp namaz kılmasını ve Kur’ân okumasını emretmişti:

“Ey örtünüp bürünen (Rasûlüm)! Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’ân’ı tane tane oku.” (el-Müzzemmil 73/1-4)

PEYGAMBERİMİZİN (S.A.V) AYAK İZLERİNİ TAKİP ETTİLER

Rasûlullah (s.a.v) bu emri hakkıyla yerine getirdi. Ayakları şişip çatlayıncaya kadar namaz kıldı. Ashâb-ı kirâm da onun peşinden koştular. Onlar da geceleri uzun uzun namaz kıldılar, ayakta Kur’ân okudular. Her birinin evinden arı vızıltısı gibi sesler geliyordu. Bir sene böyle geçti. Sonra şu âyet-i kerime nâzil oldu:

“(Rasûlüm!) Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, (bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibadetle) geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüzü (içinde olup bitenleri iyiden iyiye) ölçüp biçen ancak Allah’tır. O sizin, bunu sayamayacağınızı bildiği için, sizi bağışladı. Artık, Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki, içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah’ın lütfundan (rızık) aramak üzere yeryüzünde yol yürüyecekler, diğer bir kısmınız da Allah yolunda çarpışacaklardır. O halde Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah’tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (el-Müzzemmil 73/20)

Âyet-i kerimeden anlaşıldığına göre sahâbe-i kirâm hasta ve yolcu da olsa, cihâd ediyor da olsa yine de Kur’ân’dan kolayına gelen bir kısmı okuyorlardı. Develerinin üzerinde Kur’ân okuyarak yolculuk yapıyor, mola verince hemen nâfile namaza koşarak uzun uzun Kur’ân okuyorlardı.[3]

ASHÂB-I KİRAMIN KUR’ÂN AHKÂMINA UYMADAKİ HASSÂSİYETİ ÖRNEKLER

Ashâb-ı kiramın Kur’ân ahkâmına uymadaki hassâsiyetini gösteren bunun gibi daha pek çok misal mevcuttur. Bunların bir kaçını burada zikredelim:

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlar(dan başlayarak yakından uzağa doğru) savaşın ve onlar sizde sert bir kuvvet bulsunlar…”[4] İbn Kesîr bu âyetin tefsirinde özetle şöyle der: “Rasûlullah (s.a.v) yakından uzağa doğru Arap kabileleriyle savaşmış, onlar İslâm’a girince Ehl-i Kitâp ile savaşmak için hazırlanmış, Rumlar üzerine Tebük seferini yaptıktan sonra vefat etmiştir. Ondan sonra vazifeyi veziri, arkadaşı ve halifesi Ebû Bekir (r.a) devam ettirmiştir. (Allah Rasûlü vefat edince insanların çoğu gerisin geri dönmüş,) din iyice zayıflamaya ve yok olmaya yaklaşmıştı. Allah Teâlâ onu Ebû Bekir’le sabitleştirdi, temellerini sağlamlaştırdı ve payandalarını kuvvetlendirdi. O, dinden kaçanları, burnu yere sürtülmüş vaziyette geri çevirdi, mürtedleri İslâm’a geri getirdi. Zekât vermek istemeyenlerden zekâtı aldı. Bilmeyenlere hakkı beyan etti, Rasûlullah’tan ezberlediği hadisleri insanlara nakletti. Sonra haça tapan Rumlara ve ateşe tapan Farslara karşı İslâm orduları hazırlamaya başladı. Onun seferlerinin bereketiyle Allah Teâlâ nice beldelerin fethini müyesser kıldı, (o zaman dünyanın süper gücü olan) Kisrâ, Kayser ve onlara tâbi olanların burnunu yere sürtüp hazinelerini Allah Rasûlü’nün önceden haber verdiği şekilde Allah yolunda harcadı.”[5] Rasûlullah (s.a.v) ve halifeleri, âyetteki İslâm’ın yakından uzağa doğru tebliğ edilmesi emrini tatbik etmiş, bu uğurda nice meşakkatlere katlanmışlardır.

Hz. Ebubekir'e (r.a) Gelen Bedevi

Bir bedevî Hz. Ebû Bekir’e gelerek;

“–İhramlıyken bir hayvan avladım. Ceza olarak ne ödemem gerekir?” diye sordu. Ebû Bekir (r.a) yanında oturan Übeyy b. Kaʻb’a;

“–Bu hususta görüşün nedir?” diye sordu. Bu duruma şaşıran, biraz da öfkelenen bedevi;

“–Rasûlullah’ın halifesisin diye sana gelip soru soruyorum, sen de başkasına soruyorsun!” dedi. Ebû Bekir (r.a) ona şu muazzam cevabı verdi:

“–Sen Allah Teâlâ’nın «Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin! İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın misli bir ceza vardır. (Buna) Kâbe’ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder)…”[6] sözünü hatırlamıyor musun? Arkadaşımla istişare ediyorum. Bir şey üzerinde ittifak ettiğimizde onu sana söyleriz.”[7] Hz. Ebû Bekir âyette iki kişinin hükmetmesi emredildiği için Übeyy (r.a)’e sormuştur.

Namaz'da Huşûya Riayet Ederlerdi

Kaynaklarımızda “Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler”[8] âyeti tefsir edilirken Hz. Ebû Bekir’in namaz esnasındaki huşû halinden bahsedilir ve onun sanki bir direk gibi dümdüz ve hareketsiz durduğu nakledilir.[9] Ondan ilim ve amel öğrenen talebelerinin namazları da bu şekilde takdirle yâd edilmiştir.[10] Yani Hz. Ebû Bekir (r.a) yukarıdaki âyeti en güzel şekilde yaşayıp hayatına tatbik etmiş ki talebeleri de namazlarını herkesin gıpta edeceği şekilde kılabilmişlerdir.

O Vakte Ulaşamam Diye Korkuyorum

Hz. Ömer (r.a) Ebû Ümeyye diye künyelenen bir kölesiyle mükâtebe yapmıştı. Köle, vakti gelince ilk taksidini getirdi. Hz. Ömer (r.a):

“‒Ey Ebû Ümeyye! Git bu parayla hürriyet bedelini kazan!” buyurdu. Kendisine:

“‒Ey Mü’minlerin Emîri! Son taksidi ödeyince serbest bıraksaydınız!” denildi. Hz. Ömer (r.a):

“‒O vakte ulaşamam diye korkuyorum. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: «…Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve güvenilirlik) görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın! Allah’ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin…» (en-Nûr 24/33)”[11]

Burada Hz. Ömer’in, âyet-i kerimedeki emri yerine getirmek için ne kadar hassas davrandığını görüyoruz. Yine buna benzer bir hâdiseyi Abdullah bin Abbâs (r.a) şöyle anlatır: Uyeyne bin Hısn, Medîne’ye geldi ve yeğeni Hur bin Kays’a misâfir oldu. Hur bin Kays, Hz. Ömer’in istişâre heyetinden idi. Zâten genç olsun yaşlı olsun bütün âlimler (Kurrâ) Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne, yeğeni Hur bin Kays’a:

“–Yeğenim, senin devlet başkanı yanında îtibârın yüksektir. Beni kendisiyle görüştür” dedi. Hur (r.a), Hz. Ömer’den izin aldı. Uyeyne, Hz. Ömer’in yanına girince:

“–Ey Hattâb oğlu! Allah’a yemin ederim ki, bize fazla bir şey vermiyorsun. Aramızda adâletle de hükmetmiyorsun” dedi. Hz. Ömer hiddetlendi. Uyeyne’ye cezâ vermek istedi. Bunu sezen Hur:

“–Ey mü’minlerin emîri! Allah, peygamberine, “Af yolunu tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir!”[12] buyurdu. Benim amcam da câhillerdendir” dedi. Allah’a yemin ederim ki, Hur bu âyeti okuyunca Ömer (r.a), âyetin sınırını kesinlikle aşmadı. (Uyeyne’yi cezâlandırmaktan derhâl vazgeçti.) Zâten Ömer (r.a), Allah’ın kitâbına son derece bağlı idi.[13]

Bu rivayetin son cümlesinde İbn Abbâs (r.a) “وَكَانَ وَقَّافًا عِنْدَ كِتَابِ اللهِ” ifadesini kullanmıştır. Mübâlağa sîgasında gelen “vakkâf” kelimesi, Hz. Ömer’in ve diğer sahabenin Kur’ân’ın hükümleri karşısındaki durumunu çok güzel tasvîr etmektedir. Yani onlar Allah’ın bir âyetini işittiklerinde hemen onun hükmüne boyun eğer, onun çizdiği sınırda durur, kesinlikle ileri geçmezlerdi. Bu konuda çok hassas davranırlardı.

Enes (r.a) şöyle anlatır: Ebû Talha’nın evinde insanlara sâkîlik yaptığım, yâni kadehlerini doldurduğum bir esnâda içki haram kılınmıştı. Allah Rasûlü (s.a.v) bir münâdîye emretmiş, o da insanlara bu yasağı duyurmuştu. Biz evdeyken münâdînin sesini işittik. Ebû Talha:

“–Çık da bir bakıver, şu ses neyin nesidir?” dedi. Çıkıp baktım ve:

“–Bir münâdî: «Dikkat, dikkat; içki haram kılınmıştır!» diye nidâ ediyor” dedim. Bana:

“–Öyleyse git ve bütün içkileri dök!” dedi. O andan itibâren Medîne sokaklarından içki aktı.[14]

“Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin!..”[15] âyeti nâzil olunca Sâbit bin Kays (r.a) evinde oturup ağlamaya başlamıştı. Rasûlullah (s.a.v) Sâbit’i bir müddet göremeyince nerede olduğunu sordular. Orada bulunanlardan biri:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Ben onun yerini biliyorum!” dedi ve hemen gidip onu evinde oturmuş, başı önünde ağlıyor vaziyette buldu.

“–Neyin var, (niye ağlıyorsun)?” diye sordu. O da:

“–(Sorma), şer var! Sesim, Rasûlullah (s.a.v)’in sesinin üstüne çıkıyordu, bütün amellerim boşa gitti, cehennemlik oldum” cevâbını verdi. Sahâbî, Sâbit’in bu sözlerini Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e haber verdi. Efendimiz (s.a.v):

“–Ona git ve söyle, sen cehennemlik değil, bilâkis cennetliksin!” buyurdular.[16]

Bu âyetin nüzûlünden sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (r.a), Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in huzûrunda konuştukları zaman seslerini o kadar kısarlardı ki, Rasûlullah (s.a.v) ne söylediklerini işitemez, sözlerini tekrar ettirmek durumunda kalırlardı.[17]

“Mü’minlerden oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz…”[18] âyeti nâzil olmuş, Allah Rasûlü (s.a.v) onu Zeyd ibn-i Sâbit’e yazdırıyorlardı. Âmâ sahâbî İbn Ümmi Mektûm çıkageldi. “Yâ Rasûlallah, eğer cihada güç yetirebilseydim mutlaka cihâd ederdim!” dedi. Bunun üzerine âyetin “özür sahibi olanlar dışında” kısmı nâzil oldu.[19] Ama o sahâbî yine kendini tutamadı. Kılıç sallayamazsam bayrak tutarım, hem görmediğim için daha cesur olurum diye Kâdisiye harbine katıldı. Nitekim Enes (r.a): “Ben Abdullah bin İbn-i Ümmi Mektûm’u Kâdisiye günü bineğin sırtında, üzerinde zırh ve elinde siyah bir sancak­la gördüm” demiştir.[20]

Nûr sûresinin 30 ve 31. âyetleri nâzil olarak kadınların örtünmesi emredilince mesciddeki hanım sahâbîler, evlerine gitmeyi beklemeden hemen orada elbiselerinin fazla kısımlarını keserek başlarını ve yakalarını emre uygun şekilde örtmüşlerdir.[21] Erkekler de evlerine dönüp hanımlarına, kızlarına, kızkardeşlerine ve bütün arkabalarına bu âyetleri okudular. Bunun üzerine bütün kadınlar, baştan aşağıya güzelce örtündüler. Böylece Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu hükümleri derhal tasdik ettiklerini ve onlara gönülden inandıklarını gösterdiler. Sabah namazında Allah Rasûlü’nün arkasında güzelce örtünmüş olarak safa durdular. Takındıkları siyah örtüleri sebebiyle sanki başlarının üzerinde kargalar varmış gibi görünüyordu.[22]

Dipnotlar:

[1] Mekke’nin sâhil tarafına düşen ve Mekke’ye beş günlük mesafede olan bir yer. Yani en uzak yere gitmemizi emretsen derhal yaparız.

[2] Müslim, Cihâd, 30.

[3] Bkz. Buhârî, Salât, 31; Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2551.

[4] et-Tevbe 9/123. Bkz. Taberî, Tefsîr, 14: 574.

[5] İbn Kesîr, Tefsîr, 4: 238. İbn Kesîr, benzer ifadeleri Hz. Ebû Bekir ve Ömer için en-Nûr 24/55’te de kullanır (Tefsîr, 6: 77-78).

[6] el-Mâide 5/95.

[7] İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, 4: 1206-1207; Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, 5: 244/12767; İbn Kesîr, Tefsîr, 3: 193. İbn Kesîr bu senedin “ceyyid” ancak “munkatıʻ” olduğunu söylemiştir.

[8] el-Mü’minûn 23/2.

[9] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 2: 125/7245; Ahmed, Fedâilü’s-sahâbe, 1: 207; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 2: 398; İbn Asâkir, 28: 169; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 6: 85.

[10] Ahmed, 1: 12; Mervezî, Müsnedü Ebî Bekir es-Sıddîk, s. 204.

[11] İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, 8: 2587.

[12] el-A‘râf 7/199.

[13] Buhârî, Tefsîr 7/5, İ’tisam 2.

[14] Buhârî, Tefsîr, 5/11.

[15] el-Hucurât 49/2.

[16] Buhârî, Menâkıb 25, Tefsîr 49/1; Müslim, Îmân 187.

[17] Buhârî, Meğâzî, 68; Hâkim, 2: 462.

[18] en-Nisâ 4/95.

[19] Buhârî, Tefsîr, 4/18.

[20] Kurtubî, el-Câmi’, 19: 213 (Abese 80/1-4). Bkz. İbn Saʻd, Tabakât, 4: 210, 212; Zehebî, Aʻlâmu’n-nübelâ, I, 364.

[21] Buhârî, Tefsîr, 24/12; Ebû Dâvûd, Libâs, 31-33/4102.

[22] İbn Kesîr, Tefsîr, (en-Nûr 24/31).

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

RASÛLULLAH (S.A.V) EFENDİMİZ’İN KUR’ÂN’I YAŞAMASI

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Kur’ân’ı Yaşaması

KUR’ÂN’IN HÜKÜMLERİNİ TATBİK ETMENİN FAZİLETİ

Kur’ân’ın Hükümlerini Tatbik Etmenin Fazileti

ÂYETLER ÜZERİNDE TEFEKKÜR, TEDEBBÜR VE TEZEKKÜR

Âyetler Üzerinde Tefekkür, Tedebbür ve Tezekkür

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.