Ahiret Hayatımız Nasıl Olacak?

İnsanın geçmişine baktığımızda tabiat unsuru olarak toprak terkibinin içindeydi. Zamanı gelince topraktan çıkan bitkilere ve oradan da bâzı mahlûkata geçti. Derken babasının sulbüne nutfe olarak intikâl etti, oradan da annesinin rahmine yerleşti.

İnsanoğlu ana rahminde farklı bir hayat kazandı. Orada bir su torbasının içinde yaşıyor, annesinden aldığı kan ile besleniyordu. Bir müddet sonra içinde bulunduğu hayatı terk etmek zorunda kaldı ve farklı bir âleme, yani dünyaya gözlerini açtı. Bu yeni hayatı, öncekinden çok farklı şartlara sahipti. Artık önceden olduğu gibi su içinde yaşaması veya kanla beslenmesi mümkün değildi.

Aynen bunun gibi insan öldükten sonra yine başka bir âleme geçecektir. Oranın şartları da şu anda içinde bulunduğumuz hayatın şartlarından farklı olacaktır. O hayatın nasıl olacağını ve orası için neler hazırlamak gerektiğini Cenâb-ı Hak kullarına peygamberleri vâsıtasıyla haber vermiştir. Bu beyanlar, insanların dünyada edindikleri intibâlarla anlayabilecekleri seviyededir. Dolayısıyla insan pek çok şeyi o âleme geçince anlayabilecektir. Bu durum, aynen anne karnındaki çocuğun dünyaya âit mâlûmâtının çok sınırlı olmasına benzemektedir.

KABİR HAYATIMIZ, DÜNYADAKİ YAŞAYIŞIMIZA GÖRE ŞEKİLLENECEK

Şunu kesinlikle unutmamak lazımdır ki; fânî hayat çarşısının en son giysisi olan KEFEN, bir gün mutlakâ herkesi saracak ve ölüm vâkıası, bütün fânî alışverişlere, zevklere, câzibelere, aldatıcı yaldızlara iptal mührünü vuracaktır!..

Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde haber verildiğine göre insanın dünyadaki yaşayışına göre bir kabir hayatı tecellî edecektir. Kabir, Allâh’ın rızâsına uygun bir hayat yaşayanlar için Cennet bahçelerinden bir bahçe, hayatını Allâh’a itaatsizlikle geçirenler için ise Cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır. (Tirmizî, Kıyâmet, 26)

İnsan için, kabir hayatından sonra hesapla birlikte üçüncü bir hayat daha başlayacaktır ki onun sonu yoktur. Bu ebedî âhiret hayatı da yine insanın dünya hayatına göre şekillenecektir.

İNSANIN ALEYHİNE ŞAHİTLER GETİRİLECEK

O gün Cenâb-ı Hak, insanın dünyada işlediği amellerin kaydedildiği bir kitap çıkarıp:

“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin kâfîdir!” (el-İsrâ, 14) buyuracaktır.

O gün insanın aleyhine başka şâhitler de getirilecektir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur:

“Allâh’ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler. Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları işler hakkında aleyhlerine şâhitlik edecektir. Onlar derilerine: «Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?» derler. Onlar da: «Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştır, yine O’na döndürülüyorsunuz.» derler.” (Fussilet, 19-21. Bkz. en-Nûr, 24; Yâsîn, 65)

“İşte o gün yer, üstünde olan biten her şeyi anlatır. Çünkü Rabb’in ona bunları vahyeder.” (ez-Zilzâl, 4-5)

GÜNAHKÂR VE İMANSIZLAR PİŞMANLIKLARINDAN FERYÂD EDECEK

O gün bütün insanlar pişman olurlar. Müslüman olarak yaşayıp müslüman olarak ölen insanlar, niçin daha fazla sâlih ameller işlemediklerine üzülürler. Günahkâr ve îmansız olarak yaşayanlar da niçin îmân edip günahları terk etmediklerine üzülür ve şiddetli bir pişmanlık hissiyle kıvranırlar.[1] Cehennem’e düşenler dehşet verici bir feryâd ile şöyle ederler:

“–Yâ Rabbî, bizi bu azaptan kurtarıp dünyaya tekrar gönder de şimdiye kadar yaptığımız yanlış hareketlerimizi terk edip hep Sen’in istediğin sâlih amelleri işleyelim!”

Ancak Cenâb-ı Hak onlara şu cevabı verir:

“Biz size, düşünüp ibret alacak ve hakîkati görecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size peygamber de gelip îkâz etti. Öyleyse tadın azâbı! Zâlimlerin hiçbir yardımcısı yoktur!” (Fâtır, 37)

EN BÜYÜK YARDIMCIMIZ: İSLÂM

İşte bu zor günde insanın en büyük yardımcısı İslâm’dır. Yani Peygamber Efendimiz’in târif ettiği şekildeki îman ve amel-i sâlihlerdir. İmtihan dünyasının bittiği; insanların hesâba çekilmeye, mükâfât ve cezâ görmeye başladığı o zor günde İslâm, kendisine teslim olanları selâmete çıkaracaktır.

Yani dünya hayatında olduğu gibi ebedî hayatta da insanı selâmete erdirecek olan yegâne din, yine İslâm’dır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Allah katında din İslâm’dır…” (Âl-i İmrân, 19)

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhirette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

Bir gün yahudîler, Hazret-i Ömer’e:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Sizin Kitâb’ınızda okuduğunuz bir âyet-i kerîme var ki şâyet o âyet biz yahudîlere inmiş olsaydı o günü bayram îlân ederdik!” dediler. Hazret-i Ömer -radıyallahu anh-:

“–Hangi âyet?” diye sordu.

“–«Bugün dîninizi kemâle erdirdim, size olan nîmetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan râzı oldum.» (el-Mâide, 3) âyeti.” dediler.

Hazret-i Ömer -radıyallahu anh- onlara şu cevabı verdi:

“–Biz o âyet-i kerîmenin Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e indiği ânı ve mekânı biliyoruz. Âyet-i kerîme nâzil olduğunda Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Arafat’ta ayakta duruyordu; günlerden de Cuma idi.” (Buhârî, Îmân, 33; Meğâzî, 77; Tefsîr, 5/2; Müslim, Tefsir, 3-5)

Müslümanlar için hem Arefe, hem de Cuma günü bayramdır.

YEGÂNE DİN İSLAM'DIR

Bu âyet-i kerîmelere göre, Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- peygamber olarak gönderildiği günden itibâren Cenâb-ı Hakk’ın insanlardan kabûl ettiği yegâne din İslâm’dır. Ondan başka bir din ve inanç aslâ kabul edilmeyecektir. Zira önceki peygamberlerin devri bitmiş, Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in devri başlamıştır. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- bu husûsu şöyle ifade buyurmuşlardır:

“Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan O Yüce Zât’a yemîn ederim ki, bu ümmetten her kim -yahudî olsun, hristiyan olsun- beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka Cehennem ehlinden olacaktır.” (Müslim, Îman, 240)

“Şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve ben O’nun Rasûlü’yüm. Bu iki hususta şüpheye düşmeden Allâh’a kavuşan kimse Cennet’e gidecektir.” (Müslim, Îman, 44)

Dipnot: [1] Tirmizî, Zühd, 59/2403.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.