Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin Sıdk ve Sadakat Sohbeti

Hak dostlarından Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin sıdk ve sadakat sohbeti.

İrfan ve irşad önderlerinden Abdulkadir Geylânî -rahmetullahi aleyh- Hazretleri’nin sohbetlerinin derlendiği “el-Fethu’r-Rabbânî” isimli bir eseri vardır. Bu eserin “Elliyedinci meclis” başlığı altında yer alan ve sıdk ve sadakati konu alan bir sohbetine o şu sözlerle başlar:

“Gençler, Evlatlarım! Malınız, mülkünüz sizin olsun; bana bir habbe (zerre) miktarı da olsa “sıdk”ınızı sadaka olarak verin. Sizden istediğim tek şey, sıdkınız ve ihlasınızdır. Bunun menfaati de sizin olacaktır. Bu isteğimi de kendim için değil; yalnız sizin için istiyorum.”

Ne zaman bu cümleleri okusam gönlüme şöyle manalar düşer: “Anlaşılan o ki şahsiyet inşası ‘sıdk u sadakat’ üzerine bina ediliyor.  Zerre miktarı da olsa bir kimsede bu hasletten nasip varsa, sâdıklardan ve sâlihlerden olma istidadı var demektir. Böylesi bir tohum, doğru bir toprağa ekilir ve liyakatli bahçıvanlara teslim edilecek olursa bereketli ürünler veren meyveli bir ağaca dönüşebilecektir.” Esasen şu âyet-i kerime tam da bu hakikate işaret eder:

“Ey iman edenler, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun (takvaya riayet edin) ve (her zaman) hakkı ve doğruyu konuşun ki bu sayede Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın...” (Ahzab Sûresi, 70-71)

Sıdk u sadakat kalp-dil beraberliği neticesinde oluşan ve uzuvlara/amellere yayılan bir haslettir. Dildeki doğruluk kalpteki sağlam niyetin bir sonucu gibi görünse de dilin sadakati de gönüldeki bu niyetin doğuşuna ya da pekişmesine sebep olabilmektedir. Bu yönüyle dil ve kalbin, sıdk ve sadakat itibariyle iki taraflı bir menba ve mecrâ olduğu söylenebilir. Dilin doğruluğu kalbe istikamet yüklerken, kalbin istikameti de dile sıdk telkini yapmaktadır. Kalbinde kuvvetli bir imana sahip kimsenin bu hali elbette diline sıdk olarak yansıyacaktır. Dilinde yalanı alışkanlık haline getiren kişinin de kalbi bir gün sıdktan sapacaktır. Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- ’in şu beyanları bu gerçeğe ifade eder:

“Kişinin kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 198.)

“Size doğruluğu ve dürüstlüğü tavsiye ederim. Zira doğruluk, kişiyi erdemli bir hayata taşır. Böyle iyilik ve güzelliklerle dolu bir hayat da insanı cennete kavuşturur. Kişi doğru sözlülükte sebatkâr olursa, Allah katında özünde ve sözünde dosdoğru insan, yani “sıddîk” diye yazılır. Yalandan da kaçının, zira yalan kötülüğe götürür, kötülük de cehenneme iletir. Kişi yalan söyledikçe ve yalan peşinde koştukça Allah katında yalancı yazılır.” (Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105)

Kur’ân-ı Kerim’de nifakla yalan yan yana zikredilir. Münafığın en büyük sermayesi yalandır. Dillerindeki yalanın içlerindeki insaniyet özünü (şuur, idrâk) çürüttüğüne dikkat çekilir. Bu yönüyle yalan, şuur ve idrâk melekesini dumûra uğratan bir kişilik zehiridir. Hak ve batılı ayırt etme melekesi, yalancılarda işlemez hale gelir. Hatta yanlış algılamalar başlar. Hakkı bâtıl, bâtılı da hak olarak görürler. Kur’an-ı Kerim ve sünnete göre yalancılıkla iman asla birlikte bulunmaması gereken bir durumdur.

 ADAM GİBİ ADAMLAR

Sıdk, hem sözde hem gönülde ve hem de amel ve davranışlarda aranır. Sıdkın gönülde olanına ve ahidlere bağlılık ifade edenine sadâkat, amel ve davranışlarda tezâhür edenine ise istikâmet denilir. Allah’a verdiği sözde canları pahasına da olsa sıdk üzere durabilen kimseler, Kur’an’da “adam gibi adamlar” diye methedilirler. Hiçbir dünyevî mülahaza, böylelerini -zaruret olmadıkça- imanlarıyla bağdaşmayan herhangi bir söz ya da fiile sevkedemez. Sıdk u sadakatin en yücesi budur. Esasen sıdkın diğer çeşitleri de bu ana gövdenin dalları mesabesindedir. Sıdkın bu çeşidine Rabbimiz şöyle dikkat çeker:

“Müminler ancak, Allah’a ve resulüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İçleri dışları bir olan sâdıklar işte bunlardır.” (Hucurât; 15)

YALAN SÖYLEME GÜNAHI

Yalan ve aldatma, kısa vadede kazanç getirir gibi olsa da uzun vadede daima kayıp vesilesidir. Güvenilirlik (eminlik), sadakatin aziz bir meyvesidir. Toplumda saygı duyulan, sözüne ve işine güvenilen kimselerin hemen hepsinde dürüstlükten mutlaka bir nasip vardır. Şaka ile de olsa yalan söz, yıkıcı ve yıpratıcıdır. Abdullah b. Amr -radıyallahu anh- anlatıyor:

“Peygamberimiz evimizde bulunduğu bir günde annem beni yatıştırmak için:

«Yavrum, gel sana bir şey vereceğim», diye beni çağırdı. Peygamberimiz anneme:

«Çocuğa ne vermek istedin?» diye sordu. Annem:

«Hurma vermek istedim», dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:

«Eğer bir şey vermeseydin (de çocuğu aldatmış olsaydın) sana bir yalan söyleme günahı yazılırdı», uyarısında bulundu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 80; Ahmed, III, 447)

İslam kültür ve medeniyeti, güvenilirliğin en önemli ölçüsünün doğruluk olduğunu tespit etmiştir. Atını tutmak için onu boş bir torbayla kandıran kişinin rivayet ettiği hadis-i şerif kabul edilmemiştir. Zira böyle bir kimsede şahsiyet zaafı tespitinde bulunulmuş ve güvenilirlik notundan o kimse zayıf almıştır.

BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR

Dürüstlük, özgüvenin dışa yansımasıdır. Belki şöyle söylemek daha doğru olabilir: Özgüven dürüstlüğü, dürüstlük özgüveni besler. Güvenilir bir insan olmanın, saygıdeğer bir kişiliğin ve vakarlı olmanın zemininde dürüstlük vardır. Böyle bir temelden mahrum bir kişilik zeminine, sağlam bir şahsiyet inşası mümkün değildir. Dürüstlüğün şahsiyete yerleşmesinde, işte ve ilişkilerde dürüst davranmak da son derece ehemmiyetlidir. Ebû Hureyre -radıyallahu anh- şöyle anlatır:

“Peygamberimiz bir gün buğday pazarına uğramıştı. Mübarek elini, içine buğday doldurulmuş bir kaba daldır­dığında parmaklarının ıslandığını gördü. Bunun üzerine buğday sahibine:

«Bu ne?» diye sormuştu. O kişi de:

«Onu yağmur ıslattı, ey Allah’ın Resûlü», deyince, Peygamberimiz:

«O ıslak kısmı insanların görmesi için üste koysaydın ya. Bizi aldatan bizden değildir»” buyurdu. (Müslim, İman, 164)

Sıdk u sadakat, kişisel ilişkilerden toplumsal ilişkilere, ticari ve mesleki faaliyetlerden kamu görevlerine kadar hayatın bütün alanlarını kapsayan ve mutlaka riayet edilmesi gereken bir erdemdir. Unutulmamalıdır ki işçi-işveren; âmir-memur; hizmet alan-hizmet veren; müşteri-satıcı; eş, dost, arkadaş ve komşular birbirlerine güvenmezlerse, böyle bir toplumda huzur ve mutluluktan söz edilemez. Bu yönüyle sıdk, bütün müminlerin riayet etmesi gereken farz-ı daimîdir.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 433

İslam ve İhsan

ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİ KİMDİR?

Abdülkadir Geylani Hazretleri Kimdir?

ABDÜLKADİR GEYLÂNİ HAZRETLERİNİN DUALARI

Abdülkadir Geylâni Hazretlerinin Duaları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.