Ziyad İbni Lebid Kimdir?

Mustafa Eriş Bey'in kaleminden, Rasulullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tarafından Hadramut bölgesine zekat toplamak üzere vazifelendirilmiş bir sahabi!.. 

 

Medine-i Münevvere’nin fakihleri arasında yer almış bir ilim eri!..

Ashab-ı kiram arasında “Muhacir-Ensar” diye tanınan bir kahraman yiğit!..

Kıyamete yakın ilmin, insanlar arasından kaldırılacağına dair hadis-i şerifin rivayetinde Efendimize sorduğu soruyla meşhur olan bir bahtiyar!..

ZİYAD İBNİ LEBİD KİMDİR?

O, Medine’de doğup büyüdü. Hazrec kabilesinin Beni Ümeyye ibni Beyâza koluna mensuptur. Mus’ab ibni Umeyr -radıyallahu anh- vasıtasıyla İslâm’ı tanıdı. Onun dâvetiyle İslam’la şereflendi. İkinci Akabe Biati’nde bulundu.

Medine’ye gelen ilk Mekkeli muhacirlerden Medine’ye hicretin sevabını öğrendi. Bu şerefe nail olmak için Mekke’ye gitti. Sevgili Peygamberimiz’in yanında bir müddet kaldı. Sonra bir grup muhacirle birlikte Medine’ye hicret etti. Bu davranışıyla hem muhacirlerin hem ensarın kazandığı sevabı elde ettiği düşünüldüğünden ashab arasında “muhacir-ensar” diye anılan birkaç kişiden biri olarak tanındı.

Ziyad ibni Lebid -radıyallahu anh-, Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize tam teslim olmuş bir iman eriydi. Muhabbet ve hasretle Medine’ye hicretini beklemekteydi. Bir ara İki Cihan Güneşi Efendimizin hicret ettiğini ve Kubâ’ya geldiğini öğrendi. Beyâza oğulları kabilesi yol güzerğâhı üzerindeydi. Oradan geçerken Efendimizi evinde misafir etmeyi düşünüyordu. Bu muhabbetle hazırlık yapıyordu.

Ziyâd -radıyallahu anh- kabilenin ileri gelenlerinden idi. Ferve ibni Amr -radıyallahu anh- ile birlikte mahallelerinden geçerken Efendimizin devesini durdurdu. Kendisini koruyacak kadar adamları, sıkıntıya düşürmeyecek kadar da maddî imkânları bulunduğunu söyleyerek kendilerinde misafir kalmasını istedi. Ancak Sevgili Peygamberimiz devesinin serbest bırakılmasını ve onun çökeceği yerde konaklayacağını onlara bildirip yoluna devam etti. (İbn Hişâm, II, 494-495)

Ziyâd ibni Lebid -radıyallahu anh-, Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Medine’ye yerleştikten sonra yanından hiç ayrılmadı. Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Hadramut Seriyyesi’nde kumandanlık yaptı. Diğer seriyyelerde de görev aldı. Sevgili Peygamberimiz onu 631 yılında Hadramut taraflarına zekât âmili olarak gönderdi. Aynı vazifeyi Hazreti Ebû Bekir -radıyallahu anh-’ın halifeliği döneminde de ifa etti. Hatta onun yetki ve sorumlulukları genişletildi. İrtidad edenlerle savaşması için emredildi.

MEDİNE FAKİHLERİNDEN BİR İLİM ERİ

Ziyâd ibni Lebîd -radıyallahu anh- sahâbenin fakihleri arasında adı geçmekteydi. (İbn Hibbân, III, 141) Kaynaklarda onun hadis rivayetlerinin olduğu zikredilmektedir. Bir çok hadis kitabında nakledilen şu rivayeti ise çok meşhurdur.

Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor:

“Rasûlullâh -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: “–Şu anlar, ilmin insanlardan çekip alındığı anlardır. Öyle ki insanlar ondan hiçbir şeye kâdir olamazlar!” buyurdu.

Ziyâd ibni Lebid el-Ensârî radıyallahu anh araya girip:

“–Bizler Kur’ân’ı okuyup dururken ilim bizlerden nasıl alınır ya Rasûlallah!? Vallahi biz onu hem okuyacağız, hem de hanımlarımıza ve çocuklarımıza okutacağız!” dedi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de:

“–Allah iyiliğini versin ey Ziyad! Ben de seni Medine’nin fakihlerinden biri olarak görürdüm. (Bak) işte Tevrat ve İncil, yahudilerin ve nasrânilerin elinde, onlara ne faydası oluyor? (Onlar okuyorlar ancak muktezasıyla amel etmiyorlar) buyurdu. (Müsned, IV, 160, 218-219; İbn Mâce, “Fiten”, 26; Taberânî, V, 264-265)

İNSANLARDAN KALDIRILACAK İLK İLİM

Cübeyr der ki: Ubâde bin Sâmit -radıyallahu anh-’a rastladım.

"–Kardeşin Ebu’d-Derda ne söyledi, işittin mi?" dedim ve ona Ebu’d-Derda’nın söylediğini haber verdim. Bana:

"–Ebu’d-Derda doğru söylemiş, dilersen kaldırılacak olan ilk ilmin ne olduğunu sana haber vereyim:

-İnsanlardan kaldırılacak olan ilk ilim huşûdur. Büyük bir câmiye girip huşû üzere olan tek bir şahıs bile göremeyeceğin günler yakındır! dedi.” (Tirmizi, İlim, 5/2653; Dârimî, Mukaddime, 29)

İlmin insanlardan alınması, onların ibret, hikmet, derinlik ve amelden uzak kalmaları demektir. Zira zâhiren bilgileri vardır amma onun hakikatine nüfuz edemezler. Hikmetini kavrayamazlar ve muktezâsıyla amel etmezler.

Ziyâd ibni Lebîd -radıyallahu anh-, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ilmin kaldırılacağına dair haberini hayretle karşılamış ve :

-Ya Rasûlallah! Biz ve çocuklarımız Kur’ân’ı okuyup duruyoruz, bu kıyâmete kadar da böyle devam edecek demiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de: “- İncil ve Tevrat’ın ehl-i kitap tarafından okunmasına rağmen onların ahkâmıyla amel etmediklerini söylemiştir.” Dolayısıyla sanki yokmuş gibi onlara hiçbir fayda sağlamadığını misâl vermiştir. Müslümanların da böyle olmaması için îkâz buyurmuştur. (Bkz. Ahmed, V, 266; Heysemî, I, 200)

Aliyyü’l-Kârî der ki:

“Onların İncil ve Tevrat’ı amel etmeksizin okumaları sebebiyle istifade edemedikleri gibi ey Müslümanlar! siz de böyle olmayasınız. Kur’ân’ın muhtevasını anlayıp onunla amel etmediğiniz müddetçe Kur’ân’dan istifade edemezsiniz” diye uyarmıştır.

SAVAŞ MEYDANLARINDAKİ KAHRAMANLIKLARI

Ziyâd ibni Lebîd -radıyallahu anh- savaş meydanlarında da kahramanlıklar sergilemekten geri kalmamıştır. O, 633 yılında Cuvâsâ, Uman ve Mehre taraflarındaki isyanların bastırılmasında önemli rol oynadı. Güçlü Kinde kabilesinin lideri Eş‘as ibni Kays’ı mağlûp ederek onu Hazreti Ebû Bekir -radıyallahu anh-’in huzuruna götürdü.

O, Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer -radıyallahu anhüm-’ün dönemlerinde Irak ve Suriye fetihlerine katıldı. Kısa bir müddet Kûfe’de ve Dımaşk’ta ikamet etti.

Ziyâd ibni Lebîd -radıyallahu anh- Hazreti Osman -radıyallahu anh-’ın şehâdetinden sonra ortaya çıkan fitne döneminde olaylardan uzak durdu. Herhangi bir tarafı tutmadı. Ömrü boyunca İslam’ı yaşayarak ve etrafına güzellikler saçarak tebliğde bulundu.

Muhtemelen h. 41 m. 661 yılında vefat etti. Ancak nerede vefat ettiği bilinmemektedir.

Allah ondan razı olsun.

Cenab-ı Hak cümlemizi Ziyâd ibni Lebîd -radıyallahu anh- gibi İslam’ı huşû ve hudû ile yaşamaya muvaffak eylesin. Şefaatlerine nail eylesin. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Medine Fakihlerinden Ziyad İbni Lebid -radıyallahu anh-, Altınoluk Dergisi, Sayı: 354 - Ağustos 2015 

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.