“Yüce Ahlâk”ın Mânâsı

Cenâb-ı Hakk’ın insanda bulunmasını murâd ettiği güzel ahlâk, en güzel hâliyle Peygamberimiz’in şahsında kemâle ulaşmıştır.

Kalem sûresinde Peygam­be­ri­miz’e hitâben; “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”1 buyruluyor. “Künhünü hiçbir yaratılmışın idrâk edemeyeceği yüce bir ahlâk üzeresin.” diye taltîf ediliyor. Burada ahlâk manası verilen “hulk” kelimesi büyüklük-yücelik ifade eden “azîm” sıfatıyla nitelenmiştir. Bununla Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkının bütün ahlâk-ı hamîdeyi ihtiva ettiği beyân edilmiş oluyor. Nitekim “Ben mekârim-i ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.”2 hadîsiyle Hz. Âişe (r.anha) vâlidemizin “Onun ahlâkı Kur’ân’dı.”3 buyurması da bu hakikatın duyurulması cümlesindendir. Tefsirde belirtildiğine göre Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkında Nûh (a.s.)ın şükrü, İbrâhim (a.s.)ın dostluğu, Mûsâ (a.s.)ın ihlâsı, İsmail (a.s.)ın sözünde durması, Yakub ve Eyyûb aleyhimesselâmın sabrı, Süleyman ve Îsâ aleyhimesselâmın tevazuu ile diğer peygamberlerin güzel ahlâkı mevcuttur.4 Sâir peygamberlere dağıtılmış olan fazîlet ve erdemler onun şahsında bir araya toplanmıştır.

Cenâb-ı Hakk’ın insanda bulunmasını murâd ettiği güzel ahlâk, en güzel hâliyle Peygamberimiz’in şahsında kemâle ulaşmıştır. Ahlâk ile güzel sıfatı ancak onun uygulamalarıyla bir bütün hâlini almıştır. Cömertlikten tutumluluğa, tedbirli olmaktan tevekküle kadar bütün insânî halleri yerinde ve kararınca, bir insanın nasıl uygulayabileceği onun şahsında gösterilmiştir.

Her ne kadar güzel huylar birbirinin zıddı değilse de, bunların hepsinin kemal noktasında bir şahısta toplanması oldukça zordur. Genellikle iyi bir sıfatın en üst noktada bir insanda tezâhür etmesi, güzel ahlâkın lâzımesinden olan bir diğer vasfı zayıflatabilmektedir. Mesela halim-selim olmakla yiğitliğin bir arada cem olunması; tevâzu ile heybetin, adaletle merhametin, iktisatla cömertliğin, tevekkülle tedbirliliğin birlikte, bir denge içinde ve en üst seviyede bir arada temsil ve tekmîl olunmaları kolay değildir. İşte Peygamberimiz (s.a.v.)’in mükerrem ahlâkında görülen mûcizevî taraf budur: Birbirine zıt gibi görülen bütün onurlu davranışlar, onun mübârek şahsında tecellî etmiş ve hepsi de en ideal ölçüde ortaya çıkmıştır.

EN BÜYÜK MİRAS

Bu sebeple denilmiştir ki; Kur’ân’ı tebliğden sonra Rasûlullah (s.a.v.)’den ümmetine kalan en büyük miras, onun mükerrem ahlâkıdır. Çünkü o, Allah’ın kulu ve rasûlü sıfatıyla, bir insanın hayatta karşılaşabileceği her durumda bulunmuş ve en doğru tercihin ne olacağını göstermiştir. Ve onun davranışlarına yön veren sâikler, bir takım kısa vadeli beklentiler olmamıştır. Dolayısıyla onun her işi Allah için olmuştur: vermesi, alması, gadaplanması, sevinmesi ve cezalandırması Allah için ve Allah adına olmuştur. Yaratılanlarla ilişkisi daima şefkat ve merhamet çerçevesinde olmuştur. O (s.a.v.), daima affeden, hoş gören, veren, iyilik ve güzelliği tavsiye edendir. Bununla birlikte hudûdullâhı çiğnetmemeye ve kul hakkının gözetilmesine son derece ehemmiyet vermiştir. Tevazuu, cömertliği, diğergamlığı ve insanlarla güzellikle geçinmeyi öğretmiştir. Her fırsatta kibir, hased, bencillik, kin ve ihtirasın çirkinliğini anlatmıştır. Müslüman kardeşini nefsine tercîh etmeyi öğretmiş, yüreğini ümmete açmanın önemine işaret etmiştir. Bu cümleden olmak üzere yeri geldiğinde bir tebessümün, ihtiyaçları gideren sadaka kadar değerli ve gerekli olduğuna işaret etmiştir.

MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİN İNŞÂSI

Şunu diyebiliriz; Peygamberimiz (s.a.v.)’in insanlığa öğrettiklerinin en önemlisi herhalde, zamanın ilerlemesi ve şartların değişmesiyle insanî değerlerin değişmediğini bildirmiş olmasıdır. Şöyle ki; tebessüm, mülayim olmak, cömertlik ve fedâkârlık her zaman için güzeldir. Ve kıyamete kadar gönüllerin fethi bunun gibi hasletlerle olacaktır. Kibir, hased ve bencillik de ebediyen sevimsizdir. Öyleyse Müslüman şahsiyetin inşâsı, burada sayılanlardan birincileri kuşanarak, li-hikmetin insan fıtratında bulunan kerih sıfatları terbiye etmekle mümkün olacaktır.

Ahzâb sûresinde “Allah’a, ahiret gününe iman edenlerle Allah’ı çok anan kimseler için Allah’ın elçisinde güzel bir örnek vardır.”5 buyruluyor. Ancak onun ahlâkını büyük ve insanlığa örnek kılan sebepleri anlamaktan maksat, onları anmış olmak değildir Onun gecesini, gündüzünü, ibadet ve ticaret hayatını dâimâ göz önünde bulundurup kutlu izinde yürümek içindir. Ahlâkı Kur’ân olanın sünnetine tabi olmak içindir. İslâm îtikad, ibadet, muâmelât ve ahlâk esaslarından oluşur. Ancak bunlardan ilk üçünün temelini teşkil eden ve hepsini zînetlendiren güzel ahlâktır. Nitekim yeni bir dîn teklifiyle câhiliye toplumunda gündemi sarsan Rasûlullah (s.a.v.)’in ahlâkını düşmanları tenkit edememiştir. Öyleyse işin sırrı, o büyük ahlâkın tezâhürlerini günümüze taşımaktadır.

Dipnotlar: 1) 68/4. 2) Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8. 3) Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 139. 4) İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, Erkam Yayınları, c. 22, s. 96. 5) 33/21.

PİŞMANLIĞIN DERECESİ

Nebe’ Sûresinde; “O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: “Keşke toprak olsaydım!” diyecektir.”6 buyruluyor. Buradan şunu anlıyoruz; hesap gününde herkesin yapıp ettikleri bütün ayrıntılarıyla önüne getirilecek. Âdeta hayatın detaylı röntgeni önüne konulacak. Kâf sûresinde belirtildiği üzere, ölümle perdeleri açılan her insanın hâdiselere bakışı ve mahiyetini görmesi gayet keskin7 olacak.

Bunu şöyle düşünebiliriz: İnsan, hayat filmindeki bütün renkleri görecek. Belki ihlasla îfâ edemediği ibadetleri bile o karelerdeki rengin soluk olmasından ayırt edecek. Niçin daha iyisini yapmadım diye pişmanlık duyacak. Ancak, herkesin pişmanlığı aynı derecede olmayacak. Ömrünü inkâr, isyân ve gafletle geçirenlerin nedameti pek şiddetli olacak. Kâfir olanlar ise “Keşke toprak olsaydım!” diyerek hayıflanacaklar. Çünkü onların hayat röntgeni kapkara yahut kıpkırmızı; orada hiç umut ışığı göremeyecekler.

Efendimiz’in bildirdiğine göre ölen herkes pişman olacak. Ömrünü salih amellerle dokumaya çalışan da, “Bunlardan daha iyisini yapabilirdim.” diye hayıflanacak. Şehidler dünyaya gönderilip tekrar şehidlik ecrini almanın niyâzına duracak. Ve bütün insanlar kademe kademe bu nedameti yaşayacak. Ancak en dipteki kâfirler, isyânkârlar ve gafillerin hüsrana varan pişmanlıkları ile bir an bile Hak’tan gafil olmama titizliğinde yaşayanların8 kaygusu bir olmayacak. Şimdi soru şu; pişmanlığımızın derecesini, mükemmelde kemâli gözeten Allah dostlarının kutlu nedametine ne kadar yaklaştırabiliriz?

Dipnotlar: 6) 78/40. 7)  Bkz; Kâf sûresi, 50/22. 8) Bkz; Yûnus sûresi, 10/62-63.

Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 371, Ocak 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.