Yerler Nasıl Yaratıldı?

Yerler kaç günde yaratıldı? Dünyanın oluşumu nasıl gerçekleşti? Dünya neden döner? Yerlerin yaratılışı hakkında ilginç bilgiler...

Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ’nın, yeryüzünü, insanların yaşamasına en elverişli ve mükemmel bir şekilde yarattığını bildirir. Yeryüzündeki her şey öyle ince bir hesapla hesaplanmış ve yerine konmuştur ki bundan daha uygununu düşünmek mümkün değildir.

Yerkürenin hacmi insan hayatı için bir ölçüdür. Eğer yerkürenin hacmi bugünkünden daha büyük veya daha küçük olsaydı, yahut hareket hızı bugünkünden farklı olsaydı, mevcut duruma göre güneşe daha yakın veya daha uzak olsaydı, insan hayatına olumsuz yönde büyük etkisi olurdu.[1]

Yeryüzü eğikliği, kendi ekseni etrafında ve güneş ekseni etrafındaki dönüş hızı itibariyle insan hayatına ve canlıların yaşamasına en uygun bir konumda bulunmaktadır. Yer altı ve yer üstü kaynaklarının; dağların, ovaların, denizlerin, nehirlerin, göllerin belli bir plâna göre düzenlenmesi, hep insanların rahat bir şekilde yaşamalarına yöneliktir. Ama insanlar, kendi elleriyle tabiatın bu dengesini bozmak suretiyle dünyayı yaşanmaz hale getirmekte, Allah’ın tabiata koyduğu mükemmel düzeni bozarak insan sağlığını tehdit etmektedirler.

Dünya, bir yılda 950 km uzunluğunda bir eğri çizer. Dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüş hızı saatte 107000 km, saniyede 29723 m’dir. Fakat dünyanın büyüklüğü sebebiyle biz bu korkunç hızı hissetmeyiz. Dünyanın bir anda durduğunu düşünsek, korkunç bir darbeye uğramış gibi bütün moleküllerinin dağıldığını ve akkor halinde müthiş bir bulutun uzayı kapladığını görürüz. Belki Kıyâmet, dünyanın durmasıyla kopacaktır. Dünyanın bu başdöndürücü hızı bir tesadüfün eseri değil, Yüce Kudret’in ince ve dengeli bir hesabının sonucudur.

Dünyanın eksen eğikliği, kutuplardan basıklığı, dörtte üçünün denizlerle kaplı olması, dağların iklim ve sağlığımız üzerindeki dengeli etkileri; güneş ısısının her gün yüz binlerce metreküp suyu buharlaştırarak yer yüzünden atmosfere doğru yükseltip bulutları oluşturması ve bunun ufacık su zerrecikleri haline dönüşmesi hep yüksek bir Matematikçinin ve büyük bir Fizikçinin varlığına delâlet eder. O da Yüce Allah’tır.[2] Varlık âleminde her şey belli bir gayeye doğru yol almaktadır. Bilinçsiz, akılsız bir tabiatın bu kadar düzenli ve hesaplı olayları meydana getirmesi düşünülemez. Böyle düşünmek sadece bir inkârcılıktan başka bir şey değildir.

Gökleri, yeri, yer ve gök arasında bulunan her şeyi yaratan, Allah’tır. Üstelik Allah Teâlâ bunları geçmiş bir örneği ve benzeri olmaksızın yaratmıştır. Bakara sûresinde şöyle buyrulur:

(Allah) gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. O bir şeyi (yaratmaya) hükmedip yerine getirmek istedi mi, ona sadece “Ol!” der, o da oluverir.” (Bakara, 2/117)[3] Râ’d sûresinde de şöyle buyrulur:

“De ki: Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, tektir, güçlüdür ve kahredicidir.” (Ra’d, 13/16) Bu ve benzeri âyetler[4] her şeyi Allah’ın yarattığını ifâde etmektedir. Yine Kur’ân-ı Kerîm’de bir çok âyette, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin Allah’ın olduğu bildirilir:

“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.” (Âl-i İmrân, 3/189)[5] Yüce Allah, göklerin, yerin, yer ve gök arasında bulunan her şeyin hem yaratanı, hem de sahip ve mâlikidir.

“Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır.” (Bakara, 2/284)[6] Yüce Allah, yarattığı bütün yaratıkları insanın emrine ve hizmetine vermiştir. Bu, insana verilen değerin ölçüsüdür. Buna karşılık Yüce Allah’ın insandan istediği, sadece kendisine kulluk etmesi, O’na hiç bir şeyi ortak koşmamasıdır.

Göklerdeki ve yerdeki ordular da Allah’ındır:

“Göklerdeki ve yerdeki ordular, Allah’ındır.” (Feth, 48/7) Göklerin ve yerin görünmeyen orduları O’nundur. Sayısı belirsiz melekler, aralıksız Allah’ın emirlerini yerine getirmekte ve her an O’nun buyruğuna hazır beklemektedir.

Bu bakımdan mutlu sonuç mutlaka mü’minler lehine tecellî eder.[7] Ne var ki Allah’a kulluğu iyi yapmak ve sabırlı olmak gerekmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyette, göklerin ve yerin Allah’ın mülkü olduğu, Allah’a ait olduğu bildirilir.[8] Bakara sûresindeki bir âyette şöyle buyrulur:

“Bilmedin mi ki göklerin ve yerin mülkü (hâkimiyet ve idâresi) yalnızca Allah’ındır..” (Bakara, 2/107) Gökler ve yer Allah’a ait olduğu gibi, göklerde ve yerde bulunan her şey de Allah’a aittir. (Lokman, 31/26)

Allah Teâlâ, göklerde ve yerde bulunan canlı cansız her şeyi insanın emrine vermiştir. Bu hususta şöyle buyrulur:

“Allah’ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsân ettiğini görmez misiniz?” (Lokmân, 31/20) Yüce Allah, bu ve benzeri âyetlerde, bu varlık âlemindeki canlı cansız her şeyin insan için yaratıldığını ve her şeyin bağlı bulunduğu kanun gereği, ister istemez insanın buyruğuna verilerek hizmetine sevk edildiğini açıklamaktadır. Bu, insanın yaratılmasındaki hikmeti, Allah’ın insana verdiği değeri, ortaya koymaktadır.

Yüce Allah, yer yüzünü bize boyun eğdirmiştir. Bu hususta şöyle buyrulur:

“Yer yüzünü size boyun eğdiren O’dur. Şu hâlde yerin sırtlarında dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyin! Dönüş ancak O’nadır.” (Mülk, 67/15) Burada ifâde edilmek istenen husus, yer yüzünün, insanların faydalanması için yaratılmış olması, yer yüzünde bulunan her şeyin, insanların emrine verilmiş olmasıdır. Yer yüzünde insanlara boyun eğmeyecek hiç bir varlık yoktur. İnsan, bu inceliği kavramalı ve Yaratan’ına şükretmelidir.

Dünyada insanın olması, diğer varlıkların var oluşlarını anlamlı kılmaktadır.İnsan sadece dünyada vardır. Diğer gezegenlerde ve yıldızlarda yoktur.

“Allah, yeri, canlı yaratıklar için meydana getirmiştir” (Rahmân, 55/10) âyeti, buna işaret etmektedir. Yüce Allah bütün canlı cansız varlıkları insan için yarattığına göre diğer gezegenlerde ve yıldızlarda insan olmadığı gibi, diğer canlıların da olmaması gerekir. Ama bu âyetten kesin olarak böyle bir hüküm çıkarmamız mümkün değildir. Zira bir başka âyette Yüce Allah canlıları göklere, yere ve bu ikisi arasına yaydığını haber verir:

“Gökleri, yeri ve ikisinde yaydığı canlıları yaratması, Allah’ın varlığının delillerindendir.” (Şûrâ, 42/29) Bu husus, araştırıcıların dikkatine sunulur.

Allah’ın insanlara bahşettiği nimetler, sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan bazıları görülen, bilinen nimetlerdir. Bazıları da görülmeyen nimetlerdir: bizi koruyan, zaman zaman ilhâmda bulunan melekler, gizli nimetler cümlesinden olduğu gibi, ilâhî rahmet ve inâyetin kalplere inmesi, ruhlara gıda vermesi de, gizli nimetler cümlesindendir. Yüce Allah böylece insana sayısız nimetler hazırlamış, bunlardan yararlanmayı insanın yeteneğine bırakmıştır. Bu nimetlerden yararlanabilmemiz için aklımızı, idrâkimizi, enerjimizi harekete geçirmemiz gerekiyor.[9]

1- DÜNYA

Dünya, Samanyolu içindeki 200 milyar yıldızdan biri olan güneşin çevresinde dönen dokuz gezegenden, güneşe yakınlık sırasıyla üçüncüsüdür. Dünya, bütün uzay içinde belki bir toz zerresi gibidir. Bununla beraber diğer gezegenlere benzemez. Taşı, toprağı, havası, suyu, dağları, ormanları, deniz ve okyanusları ile sanki seçilmiş bir gezegendir. Çünkü şimdiki bilgilerimize göre dünya, evrende insan ve canlı yaşayan tek gezegendir.

Dünya ile ilgili bazı astronomik ve jeolojik bilgiler şöyledir: Dünyanın Ekvatordaki çapı 12756 km, kutuplardaki çapı 12713 km, ortalama yarıçapı 6378 km, Ekvator çemberi 40076 km, Güneş çevresindeki dönme hızı 107219 km/ st, kendi çevresindeki dönme hızı (Ekvatorda) 1674 km/st, ortalama yoğunluk 5,52 gr/cm³, kütlesi 5,99X1027 gr, yüzeyi 510101000 km², Ekvatorda yerçekimi ivmesi 9,78 m/s², kendi çevresinde dönme süresi 23 s 56 dk 4 sn, Ekvatorun yörünge eğimi 23° 26, Güneşe maksimum uzaklık 152100000 km, Güneşe minimum uzaklık 147100000 km, yıldız dolanım dönemi 365 gün 6 st 9 dk 9 sn,

ortalama yörünge hızı 29,79 km/s’dir. Yılda 107 219 X 24 X 365 = 9,4X108 km yol kat eder.[10]

2- YERİN İKİ GÜNDE YARATILMASI

Yüce Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattığını, yeri de iki günde yarattığını haber veriyor. Fussılet sûresinde şöyle buyurur:

“De ki: Siz, yeri iki günde Yaratanı inkâr edip O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. Yeryüzüne sâbit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı. Arayanlar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört gün (mevsim, dönem) içinde yetiştirmesi kanununu koydu.” (Fussılet, 41/9-10)

Bu âyetlerde Yüce Allah, varlığına, birliğine, kudretinin büyüklüğüne delâlet eden bazı belgeler sıralamaktadır:

1) Yerkürenin iki günde yaratılması. -Allah bilir- belki bu iki günden maksad, iki jeolojik devirdir.

2) Yeryüzünde sâbit büyük dağlar meydana getirmesi.

3) Yeryüzünde bereketli kaynakların ve bitkilerin düzenlenip sağlanması.

4) Yerkürenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının dört günde (jeolojik devirde) meydana getirilmesi.

5) Bu kaynakların, arzulayanlar için belli düzeyde, eşit ölçüde var edilmesi. Bütün bunlar, O, çok üstün, çok güçlü, her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.[11]

Kur’ân’ın verdiği bilgiler, insanların bilgi düzeyi yükseldikçe, çok daha iyi anlaşılır hale geliyor. Kur’ân, gerçeği arayan ilimle hiçbir zaman zıtlık teşkil etmez, aksine tam bir uyuşma halindedir. Böylece Kur’ân, astronomlara, fizikçilere, jeologlara, çeşitli ilim dallarındaki ilim adamlarına ana fikir ve sağlam esaslar vererek ilim ve medeniyete öncülük etmektedir.

Gökler ve yer önce bir bütünlük içinde, gaz (duman) halinde idiler. Sonra gaz katılaşıp başkalaştı. Sonra bölünüp bugünkü gök cisimleri oluştu. Yerküre iki (jeolojik) devirde oluşmuştur. Sonra ondaki kaynaklar bir plân dahilinde dört (jeolojik) devirde oluşup bugünkü duruma gelmiştir.

Yeryüzü zengin kaynaklarla donatılıp insanlığın hizmetine sunulmuştur. Yüce Allah, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını dört (jeolojik) devirde hazırlayıp insanlığın hizmetine vermiştir. İnsanlara düşen, Allah’ın hazırladığı bu kaynakları araştırıp bulmak ve bunlardan yararlanmaktır. Kaynaklar bir bütünlük içinde ölçülü ve dengeli bir şekilde yeryüzüne serpiştirilmiştir. Yüce Allah bazı yerlerdeki dağlarda çok zengin maden çeşitleri yaratmıştır. Bir yerde bir çeşit maden, bir başka yerde bir başka çeşit maden yaratmıştır. Hiçbir işe yaramaz gibi görünen çöllerin altına ise insanlık için çok mühim olan petrolü yerleştirmiştir. Bu bakımdan görünürde bir eşitsizlik var gibi ise de, iyice bakılır, araştırılır ve düşünülürse, fizikî yapıda da bir eşitliğin sağlandığı görülür.

Göklerle yer, iki devirde yedi tabaka haline getirilmiştir. Hepsi gaz halinde olduklarından hepsinin yoğunlaşıp katılaşması iki devirde olmuştur.  Bu yorum, göklerin ve yerin altı günde yaratıldığını bildiren âyetlerle uyum sağlamaktadır.

Yerküre, birinci devirde gökten ayrılmak, ikinci devirde soğumak suretiyle iki devirde oluşmuştur.[12]

3- DÜNYANIN OLUŞUMU

Yer küre üzerinde yapılan çeşitli araştırmalar, incelemeler sonucunda Dünyanın yaşının 4,5 milyar yıl olduğu tahmin edilmektedir. İnsanoğlunun Dünya üzerinde yaşadığı ilk izler ise, zamanımızdan 200 ile 300 bin yıl öncesine dayanıyor. [13]  4-5 milyar yıl önce Dünya, çevresinde kalın bir atmosfer tabakası ile sarılı, sıcak, yarı erimiş, plastik bir küre olarak düşünülebilir. Acaba bu kızgın ve yumuşak kütle nasıl doğdu? Ne çeşit gelişmeler ve değişiklikler geçirdi. Hangi devrelerden geçerek bugünkü en ideal bir hayat ortamına ulaştı? Bütün bunlar cevap arayan sorulardır. İlim adamları çok eski devirlerden beri bu tür sorulara cevap bulmaya çalışmışlardır.

Yüce Allah göklerin ve yerin önce bitişik olduğunu, sonra bunları ayırdığını bildiriyor. Enbiyâ sûresinde şöyle buyuruyor:

“İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken, onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi? İnanmıyorlar mı? Yeryüzüne, insanlar sarsılmasın diye sâbit dağlar yerleştirdik; rahat gidebilsinler diye aralarında geniş yollar var ettik. Gökyüzünü (bozulup dengesizliğe düşmekten) korunmuş bir tavan (gibi) yaptık. Oysa onlar bundaki delillerden (belgelerden) yüz çeviriyorlar. Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yürür.” (Enbiyâ, 21/30-33).

Bazı ilim adamlarına göre uzaydaki cisimler, vaktiyle bir gaz kütlesi halinde idi. Zamanla, bu gaz kütlesinden küreler halinde parçalar kopmuştur. Dünyamız da bir gaz kütlesi olan güneşten kopmuş ve zamanla soğuyarak kabuk bağlamıştır. Bu âyetlerde Yüce Allah, yerin ve göklerin önce yok olduğunu, sonra bunları yarattığını haber veriyor. Yer ve göklerin önce bitişik olduğu, sonradan birbirlerinden ayrıldıkları da yine bu âyetlerden anladığımız hususlardandır.

Bugün her ne kadar evrenin ve dünyanın oluşumuyla ilgili çeşitli teoriler ileri sürülüyorsa da bunlar içinden evrenin önce bir gaz kütlesi olduğu, sonradan yoğunlaşarak galaksilerin ve yıldızların oluştuğu tezi ağırlık kazanıyor. Biz de dünyanın önce bir gaz kütlesi iken yoğunlaşarak katılaştığını ve böylece oluştuğunu söyleyebiliriz.[14]  İlim adamlarından yapılan açıklamaların en doğrusunun sonuçta Kur’ân’ın bildirdiğine uygun düşeceği kesindir.

Güneş sistemi ve bu sistemin bir üyesi olan Dünya, uzayda Hercules (Herkül) takım yıldızına doğru belirli bir yörünge boyunca daimî bir hareket halindedir. Dünya, yaratıldığı günden beri, geçtiği bir noktadan ikinci bir defa daha geçmemiştir. Dünya ve Güneşin de bağlı olduğu Samanyolu galaksisi uzay içinde saniyede 250 km’lik bir hızla dönmektedir. Bu galaktik devir 200 milyon yılda bir tamamlanır.[15]

4- DÜNYANIN DÖNMESİ

Dünya, çevresini kuşatan atmosferle birlikte kendi ekseni etrafında hızlı bir şekilde dönmektedir. Ayrıca, hiç bir sürtünmeye, dirence, çarpışmaya uğramadan Güneş etrafındaki yörüngesi boyunca saniyede 30 km’lik bir hızla yol alır. Dünya, uzaydan bakıldığı zaman büyüleyici bir güzelliğe sahiptir.

Dünya, kendi ekseni etrafında 24 saat içinde devrini tamamlarken gece ve gündüz meydana gelir. Dünyanın Güneş etrafındaki eliptik bir yörüngede hareket etmesinden mevsimler meydana gelir. Yer, bu hareketiyle günde 2560000 km, bir yılda 936 milyon km yol alır. Ayın çekim gücünün etkisiyle Yer, Güneş etrafındaki yörüngesi boyunca zaman zaman hafif bir salınım hareketi yapar.

Yüce Allah, Neml sûresinde, dağların durur gibi görüldüğünü, halbuki hareket halinde olduğunu bildirir.

“Sen dağları görürsün de, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu,) her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın san’atıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamiyle haberdardır.” (Neml, 27/88) Bazı tefsirlerde dağların Kıyâmet gününde yürüyeceği bildiriliyor ise de[16]  bazı müfessirler bunun, bugün için olduğunu bildirmişlerdir. Husûsiyle Elmalılı M. Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı tefsirinde “Sen dağları görürsün de, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler” âyetinin her devirdeki muhâtaplara yani herkese olduğunu belirtir.[17]  Bu anlayışa göre bu âyetle Allah Teâlâ, dağların, dolayısıyla yerkürenin sâbit olmadığını, döndüğünü çok açık bir şekilde bildirmiş oluyor.

Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinin yeryüzündeki hayatın devamı için büyük bir etkisi vardır. Eğer bu dönüş olmasaydı, denizlerin ve okyanusların suyu boşalırdı. Eğer dünya, biraz daha hızlı dönseydi, yeryüzündeki bütün binâlar etrafa saçılmış, her şey çözülmüş olurdu.

Dünyanın dönmesi, rüzgârların harekete geçmesine tesir eder. Rüzgârlar ise, denizlerin buharlarını karalarda uzak mesâfelere doğru sürükler götürür. Soğuk tabakalara rastlayan buhar ise, yağmur olarak yere dökülür. Yağmur ise, tatlı su kaynağıdır. Eğer yağmur olmasaydı, yeryüzü, her türlü hayattan tamamen mahrum, kupkuru bir yer olurdu.[18]

Dünyanın gerek kendi mihveri etrafındaki dönüşü, gerekse güneş etrafındaki dönüşü o kadar düzenlidir ki bir milimetre veya bir saniye bile şaşmaz.[19]

Dünya, mihveri etrafında 24 saatte bir defa ve saatte 1000 mil hızla döner. Dünyanın kendi ekseni etrafında saatte sadece 100 mil hızla döndüğünü farzetsek, o zaman gece ve gündüz bugünkünden on kat daha uzun olur ve gündüzleri sıcak yaz güneşi bitkileri yakıp kavurur, uzun gecelerde de geri kalanını dondurup mahvederdi.[20]

[1] C. Morrisson, a.g.e., s. 13.

[2] Celal Yıldırım, g.e., I,419.

[3] Göklerin ve yerin örneksiz yaratıldığı hususu, En’âm sûresi (6), âyette de belirtilir.

[4] Bk. En’âm, 6/102; Fâtır, 35/3; Zümer, 39/62; Mü’min, 40/62.

[5] Ayrıca bk. Bakara, 2/107; Mâide, 5/17, 18, 40, 120; Tevbe, 9/116; Nûr, 24/42; Furkân, 25/2; Zümer, 39/44; Şûrâ, 42/49; Zuhruf, 43/85; Câsiye, 45/27; Feth, 48/14; Hadîd, 57/2, 5; Bürûc, 85/9.

[6] Ayrıca bk. Âl-i İmrân, 3/109, 129; Nisâ’, 4/126, 132, 171; Yûnus, 10/55, 66; İbrâhîm, 14/2; Nahl, 16/52; Tâhâ, 20/6; Enbiyâ’, 21/19; Hacc, 22/64; Lokmân, 31/26; Necm, 53/31.

[7] Celal Yıldırım, g.e., XI,5702.

[8] Göklerin ve yerin mülkünün Allah’a ait olduğunu bildiren çok sayıdaki âyetten bazıları için Âl-i İmrân, 3/189; Mâide, 5/17, 18, 40, 120; A’râf, 7/158; Tevbe, 9/116; Nûr, 24/42;Furkân, 25/2; Fâtır, 35/13; Zümer, 39/6, 44; Şûrâ, 42/49; Zuhruf, 43/85; Câsiye, 45/27; Feth, 48/14; Hadîd, 57/2;, 5; Bürûc, 85/9.

[9] Celal Yıldırım, a.g.e., IX,4760-4761.

[10] Memo Larousse, I, 26; Yılmaz Muslu, Yaşayan Gezegen, 11.

[11] Celal Yıldırım, g.e., X,5396-5397.

[12] Celal Yıldırım, g.e., X,5397-5398.

[13] Taşkın Tuna, Uzay ve Dünya, 44.

[14] Fussılet, 41/11.

[15] Taşkın Tuna, g.e., s. 53-54.

[16] Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl (Tefsîr), III,223.

[17] Elmalılı M. Hamdi Yazır, a.g.e., V,3709.

[18] Afif Abdülfettâh Tabbâra, g.e., s. 86, 87.

[19] C. Morrisson, a.g.e., s. 4-5.

[20] C. Morrisson, a.g.e., s. 6.

 

İslam ve İhsan

GÖKLER NASIL YARATILDI?

Gökler Nasıl Yaratıldı?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.