Sevilen Misafirin 12 Özelliği

Misafirlikle ilgili dikkat edilecek hususlar

1) Âniden ziyarete gidebilecek kadar yakın olduğumuz dost ve akrabalarımızın da müsait olmadığı zaman dilimleri olacağını hatırımızdan çıkarmamalı; bu iletişim çağında sürprizden ziyade bir telefon vs. ile “Müsaitsen geliyorum!” demeyi mümkün olduğunca ihmal etmemeliyiz. Bu aslında başka bir eve girerken “selâm” vermek kabîlinden izin istemektir. Şayet ev sahibi müsaitse, zaten evine dâvet edecek, selâmımızı alacak ve misafirliğe izin verecektir. Aksi hâlde “…Eğer size geri dönün denilirse, hemen geri dönün!” (en-Nûr, 28) âyet-i kerîmesini bu konuda kulağımıza küpe yapmalıyız. Kabul edilmek gibi, edilmemeyi de tabiî karşılamayı şiar edinmeliyiz.

2) Bizi ziyarete gelmek isteyen bir ahbâbımızın isteğini, bundan daha değersiz ve de sonradan telâfisi mümkün bir şey için (pazar, alışveriş, vb. için) geri çevirmemeyi prensip hâline getirmeliyiz. Aksi takdirde belki de yorgun bir gönlü dinlendirme, bir derdini çözme, tebessüm ve muhabbet gibi ikramlarla pek çok ecirler kazanmaktan mahrum kalışlarımızı çoğaltmış, kardeşlik bağlarımızı kuvvetlendirme fırsatını ertelemiş oluruz.

3) En mühim ikram, tebessüm ve muhabbettir, kuşkusuz... Bu sebeple, nâdiren ve kısa süreliğine gelmiş bir misafir içeride otururken, sonraki vakte iş kalmaması için mutfak işleri ile uğraşmak, hem nezaketsizlik olacak, hem de bu ihmal, ecrimizi azaltacaktır. Misafiri de mutfağa alabiliyorsak ne âlâ; ama bu da kısa zamanlara has olmalıdır.

4) Misafir varken televizyon açılması da kalabalıklar içinde yalnızlaşan fertlerin hazin manzarasıdır. Haber vs. sonradan da takip edilebilecekken, muhabbetin başrolünü televizyonun üstlenmesiyle, doğru dürüst iki çift lâf edilemeden biten misafirlikler gittikçe çoğalmakta… Akıllı (!) telefonların sanal âlemine gömülüp, ilgi ve dikkatlerini bir türlü muhatabına verememek ya da âcil olmayan telefon konuşmaları yapmak da gün be gün artan bir garabet maalesef… Muhabbetteki zarurî olmayan her bölünüş, hürmette apaçık bir kusurdur. Çoğaldıkça sıradanlaşan bu hâl ve gidişe karşı saygı, nezaket prensiplerimizi muhafaza edemezsek, neslimizin yalnızlaşmasında, birbirlerine saygılarını yitirmesinde pay sahibi olacağız, ne yazık ki…

5) Misafirlik ortamları, çocuklarımızın sosyalleşmesi için de mühim bir fırsattır. Nesiller arası kültür aktarımı için, ziyaretlerimizi evlâtlarımızla yapmaya çekinmemeliyiz. Yeterli şekilde titizlikle göz kulak olup takip ederek üzerine düşeni yaptıktan sonra çocukluk hâllerinden rahatsız olunmamalıdır. Çocuklardan yetişkin olgunluğu ve oturuşu beklemek, sağlıklı bir yaklaşım değildir. Görgü kuralları, hizmet vs. ancak böyle zamanlarda yaşayarak öğrenilecektir.

6) Yapmacıklık ve gösterişin en çok görüldüğü “gün” adı altındaki rutin birlikteliklere, ortama yön verme gibi bir hayra vesîle olunamayacaksa, mesafeli durmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Periyodik olarak bir araya gelen kişilerin, kendilerine bir şeyler katacak faaliyetlerde bulunmaları, birbirlerini hayra teşvik etmeleri, müslüman kimliğinin gereğidir. Bilgi ve tecrübe alışverişi, problemlere çözüm üretme, hayır faaliyetlerine katkıda bulunma gibi pek çok seçenek mevcut... Aksi takdirde İmâm-ı Şâfiî Hazretleri’nin de buyurduğu gibi:

“-Kendimizi hak ile meşgul etmezsek, bâtıl bizi istilâ edecektir.” Zira hayat, boşluk kabul etmez.

7) Gittiğimiz evde, kabul edildiğimiz odanın dışına izinsiz bir şekilde çıkmak, -velev ki namaz vs. için olsun- evin başka bir bölümüne geçivermek de âdâba aykırıdır. Sokak kapısı yerine yanlışlıkla bir odasının kapısını açmak gibi tedbirsizliklere düşmek yerine, ev sahibinin mihmandarlığını beklemek, nâhoş durumları önleyecektir.

8) Kusur araştırmak, ya da gördüğü bir kusur ve eksikliği başkalarına anlatarak gıybet etmek de ziyaretle kazanılacak sevabı mahvedeceği gibi çok büyük veballer getirecektir.

9) Ziyaretlerin sıklığı ve müddeti tadında bırakılmalı; iyi niyetler isitsmar edilmemeli, özellikle yatılı misafirliklerde ev sahibinin her tür yükünü hafifletmek için fırsat kollamalı, kendimize gösterilmesinden hoşlanacağımız muâmeleyi göstermeliyiz.

10) Yoğun tempolu bir meşguliyete sahip kişilerin misafir kabul edememektense, kısa süreli kabullerde bulunması güzel bir çözüm olabilir. Meselâ çalışan hanımların, “Şu saatler arasında müsaitim!” diyerek ziyaretin başını ve sonunu sınırlaması, özellikle uzun yaz günleri ve kış akşamlarında programın aksaması endişesini bertaraf edecektir.

11) Ziyaretlerde ihtilât vs. ile taviz ve haramlara kapı aralanmamasına, gıybete düşülmemesine, sohbetlerde ortak paydaların çoğaltılmasına dikkat edilmesi de mühimdir. Siyâsî görüş vb. gibi farklı düşüncelerin akrabalık ve dostlukları zedelemesine müsaade etmemek de hassas bir yaklaşımı gerektirmektedir.

12) Günümüzdeki kültürel aşınma ve değişimin bir göstergesi de misafiri “dışarıda” kabul etme furyasıdır. Artık sitelerde, lobilerin bu amaçla da kullanıldığını duyup hüzünlenmemek mümkün değil!. Ya da misafirleri, bir çay bahçesinde veya lokantada ağırlamak… Ev ortamının samimiyet, sıcaklık ve mahremliğini aslâ bulamayacağımız bu ortamlar, gidişat hakkındaki endişelerimizi artırmakta… Çeşitli vesilelerle başka bir şehre kısa bir süreliğine gidildiğinde; orada ikamet eden bir ahbap ya da akraba dururken, otel vb. arayışına girilmesi de düşündürücü bence… “Tanrı misafiri” medeniyetinden sonra bugün gelinen nokta üzerinde ciddî bir muhasebe yapmaya ümmetçe ihtiyacımız var.

Rabbimiz, yapacağımız ziyaretleri ve misafir kabullerimizi, O’nun rızâsını kazanma maksadına yönelik olmaktan uzaklaştıracak her türlü hâl ve tavırdan bizleri muhafaza buyursun. Ümmet-i Muhammed’e birbiriyle ziyaretleşerek muhabbetlerini artırmayı engelleyecek bütün yaklaşım ve ifratlardan kurtulmayı nasib eylesin. Âmin.

Kaynak: Didar Meltem Erdem, Şebnem Dergisi, 140. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.