Ramazan Ayında Üç Görev

Başlangıcı rahmet, ortası bağışlanma ve sonu cehennemden kurtuluş olan Ramazan ayı, ümmet-i Muhammed’in hatta bütün insanlığın kurtuluşuna ve kendine gelmesine vesile olması açısından çok bereketli bir aydır. Bu ayda bize üç görev düşer: tefekkür, murakabe ve muhasebe.

Çağımızda, insanların gönül dünyaları sıkıntı içindedir. Her türlü günahın işlendiği, akla hayale gelmeyen zulümlerin yapıldığı, mazlumların ezildiği, haram ve helal anlayışının yerine kâr putunun hakim olduğu bir zaman diliminde Ramazan Ayına kavuşmak, büyük bir nimet ve bahtiyarlıktır. Çok merhametli ve bağışlaması bol Allah Teâlâ kullarına acımaktadır. Bu yüzden tevbe kapısını açık bırakmış, onları çeşitli kutsal geceler, günler ve aylar lütfetmiştir. Ramazan ayı da onlardan biridir. Ramazan ayı, stres, bunalım ve daha nice sıkıntılara karşı bir esenlik ve şifa kapısıdır. Bu kapıdan samimiyetle giren, rahmet deryasının berrak suyundan içecek ve gönül dünyasını arındıracaktır.

Ramazan ayında oruç tutan mü’min, Allah’a karşı görevini yerine getirmiş olmanın iç huzurunu ve mutluluğunu yaşar. Oruç tutan mü’min, kalbinde büyük bir genişlik duyar. Düşünce ve duygularında bir arınma hisseder. Bu rahatlık ve sevinç onun bütün bedenine, iç ve dış organlarına yansır. günümüzde insanlar dünyevileşmenin anaforuna takılmış, hedonist, pragmatist, ateist, materyalist düşüncelerin etkisinde kalmıştır. İktisadî krizlerin altında ezilen insanoğlu, kapitalizmin öncelediği tüketim putunun tuzağına düşmüş ve makine hayatının çarkları arasında sıkışıp kalmıştır. Bu yüzden insanların önemli bir kısmı ruh sağlığını yitirmiştir. Bütün bu gerçekler arasında hayat süren insanların mutsuzluğu doğal hale gelmiştir. İşte böyle bir ortamda Ramazan ayı, imdada yetişmiş, bunalan ve çaresizlikten sıkılan insanlara rahmet kapısın açarak, hanesine buyur etmiştir.

“Ramazan” kelimesinin, türediği sözcüklere bakıldığında çeşitli anlamlara geldiği görülür. Ramazan sözcüğü, yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına gelen (ramadiyyün) kelimesinden alınmıştır. Bu yağmurun yeryüzünü temizlemesi gibi Ramazan ayı da iman edenleri günahlardan arındırıp kalplerini temizlediği için bu adı almıştır. Allah Teâlâ’nın rahmeti ve orucun harareti ile bu ayda günahlar yakılır, kalpler temizlenir. Kısaca Ramazan kelimesi, sözlükte, temizlik, yanmak anlamlarını ihtiva eder.[1]

Ramazan ayı, orucu, ibadetleri, sosyal dayanışması ve yardımlaşması ile hem ferdi temizlemekte hem de toplumu arındırmaktadır. Ramazan ayının rahmet ikliminde alınan solukla fert dirilecek ve hayat suyu ile toplum ihya olacaktır. Başlangıcı rahmet, ortası bağışlanma ve sonu cehennemden kurtuluş olan bu ayın, toplumda yaptığı tesiri, insanların itikat ve düşüncelerine kazandırdığı aksiyonu, hiçbir şey sağlayamaz. Bu sebepten Ramazan ayı, ümmet-i Muhammed’in hatta bütün insanlığın kurtuluşuna ve kendine gelmesine vesile olması açısından çok bereketli bir aydır. Kısaca bu ay:

1- TEFEKKÜR ETMEK

Ramazan ayına kavuşan mü’min, kendine gelmekte, varlık sebebini düşünmekte, Allah Teâlâ ile olan irtibatını güçlendirmekte, ailesine, akrabalarına, topluma ve bütün insanlığa olan sorumluluğunu hatırlamaktadır. Mü’min, Kur’ân’ın indirilmeye başlandığı Ramazan ayında, derin ve engin bir tefekkürün içerisine girer. “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerinde yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaradılış hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.”2 âyetinde beyan buyurulduğu gibi, düşünmeyi yoğunlaştırır, yalvarışını, niyazını ve zikrini artırır. Mü’min özellikle Ramazan ayında “(Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab’ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik”3 ilahî mesajındaki prensipleri tefekkür eder ve Kur’ân’ın indiriliş gayesini anlamak için yoğun gayret sarf eder. Mü’min, Ramazan ayını fırsat bilerek, Kur’ân’ı sadece çok okuyarak lafzında değil, manasında da derinleşmelidir.

2- MURÂKABE ETMEK

Mü’min, bu ayda kendini gözetlemeli, gönül dünyasının derinliklerine uzanmalıdır. Allah’a olan samimiyetini, din yolundaki gayretini, insanlara karşı olan tevazuunu, ihlasını ve yardım severliğini enine boyuna düşünmelidir. Mü’min, devamlı Alalh Teâlâ’nın murâkabesi altında olduğunu düşünmeli, Ramazan ayında bu tefekkürünü daha da yoğunlaştırmalıdır.

Allah Teâlâ, “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen (rakîb) yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”“Şunu iyi bilin ki, üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır, onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.”[5] âyetlerinde bütün insanların murâkabe edildiğini, hal ve hareketlerinin kontrol edildiğini, hayat nimetinin onlara boşuna lütfedilmediğini açıklamaktadır.

Mü’min, bu ve benzerî âyetlerin ışığında hayatının daima gözetildiğini düşünerek hareket etmelidir. Ramazan ayı da böyle bir murâkabenin yapılmasına en elverişli zaman dilimidir. Zira bu mübarek ayda; yukarıda da belirtildiği gibi, düşünceler daha berrak, gönüller daha saf ve duygular daha temizdir.

3- MUHASEBE YAPMAK

Mü’min , “Sorguya çekilmeden önce kendinizi sorguya çekiniz”[6] hadisinde belirtilen sorgulama ile hayatını sürdürmelidir. “Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz”[7] âyetinde açıkça ifade edildiği gibi, ümmetlere, peygamberlerin yolundan gidip gitmedikleri, peygamberlere de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları sorulacaktır.

Mü’min, âyetlerde belirtilen gerçeklere yakînen inanarak muhasebesini yapar. Kendisini öz eleştiriye tabi tutar. İbadetlerini, hakka bağlılığını, insanlara karşı sorumluluklarını sorgular. “Artık insan, kendi kendinin şahididir. İsterse özürlerini sayıp döksün”[8] âyetinde belirtildiği gibi insan, kendisinin ne ölçüde samimi olup olmadığını bilir. Gönül dünyasındaki niyetlerini, vicdanının derinliklerinde kopan fırtınaları bilir. En azından kendisini başkasından daha fazla tanır. Ramazan ayı, bir bakıma kendini sorgulama, kendini irdeleme ve kendini tanıma ayı olmalıdır. Mü’min, bu çerçevede Ramazan ayını yıllık bir muhasebe farz ederek hareket eder. Enine boyuna hayatını muhasebeye çeker.

Ramazan ayını tefekkür, murâkabe ve muhâsebe ayı olarak değerlendiren ve buna göre hareket eden mü’minler hem kazançlı çıkacak hem de ramazanın hakkına vereceklerdir. Unutulmamalıdır ki, buluğ çağından itibaren bize lütfedilen her Ramazan ayı, ömrümüzün en kıymetli anlarıdır. Yetmiş yıllık bir ömrü olan bir kimsenin, 15 yaşında ergenliğe ulaştığı düşünülürse, bu kimseye tayin edilen Ramazan ayının sayısı elli beştir. Her sene bu sayı azalarak devam etmektedir. Hiçbirimiz, ne kadar ömrümüzün ve geriye kaç adet Ramazan ayının kaldığın bilemiyoruz, ama devamlı eksildiğinden şüphemiz yoktur. O halde, her Ramazanı bir başlangıç kabul ederek muhasebe, murâkabe ve tefekkürümüzü yapmalıyız. Allah Teâlâ, bizi kendisini sorgulayanlardan eylesin ve Ramazan ayımız hayırlı olsun.

Dipnotlar: 1) Geniş bilgi için bakınız, Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 1971, I, 643-644. 2) Âl-i İmrân, 3/190-191. 3) Sâd, 38/29. 4) Kaf, 50/16-17. 5) İnfitâr, 10-12. 6) Tirmizî, Kiyâmet, 25. 7) A’râf, 7/6. 8) Kıyâmet, 75/14-15

Kaynak: Doç. Dr. Kerim Buladı, Altınoluk Dergisi, Sayı: 259

İslam ve İhsan

RAMAZAN-I ŞERİF VE ORUCUN EHEMMİYETİ

Ramazan-ı Şerif ve Orucun Ehemmiyeti

RAMAZAN’DA NELER YAPILIR?

Ramazan’da Neler Yapılır?

ORUÇ NEDİR? ORUCUN FAYDALARI NELERDİR?

Oruç Nedir? Orucun Faydaları Nelerdir?

RAMAZAN VE ORUCUN FAZİLETİ

Ramazan ve Orucun Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.