Mü'minlerin Dostu Kimdir?

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyurur: “Bir adamla dost olmak istersen (önce) onunla muayyen bir mesâfede kal; bu durumda iken sana normal davranırsa dostluğunu sürdür, yoksa vazgeç.”

Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:

“Dostlar zor zamanda işe yararlar. Gerçek dostluk, o zaman belli olur. Yoksa sofra başında düşmanlar bile dost görünürler.”

Dostluğun hakîkati, imtihan edilmeden anlaşılmaz. Gerçek dostlar, tıpkı yıldızlar gibi, karanlık çökünce ortaya çıkarlar. Zor zamanda dostunun yanında olan, onun elinden tutan ve derdini paylaşan kimseler, gerçek dostlardır. Bu bakımdan, imtihan edilmemiş dostluklara fazla bel bağlamamak îcâb eder.

Zira çoğu insan, menfaatinin dostudur. Menfaat bitince son bulan yakınlıklar, dostluk değildir. Bu yüzden, rahat zamanların çay-kahve muhabbetlerini, yani iyi gün dostluklarını sahici sanmak, kişiyi çoğu defa hayal kırıklığına ve hüsrâna uğratır.

Gerçek dostluk, dostunun saâdetini paylaşmaya gönüllü olmak kadar, felâket ânında ıztırâbını paylaşmaya da gönüllü olabilmektir. İnsan, nîmet paylaşmaya binlerce dost bulabilir. Lâkin iş, külfet paylaşmaya, yani meşhur tâbiriyle “zehirle pişmiş aşı yemeye” gelince, Cenâb-ı Hakʼtan başka yâr ve yardımcı bulmak neredeyse imkânsızdır.

Mevlânâ Hazretleriʼnin buyurduğu gibi:

“Sağlık, sıhhat, âfiyet ve huzur çağında herkes dosttur. Ama dert çağında, gam vaktinde Allah’tan başka dost nerede!”

Bu sebeple ârif müʼminlerin gönülleri, hakîkî dost olan Cenâb-ı Hakkʼa, şu âyet-i kerîmelerle ilticâ hâlindedir:

“…Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” (Âl-i İmrân, 173)

“…O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!” (el-Enfâl, 40; el-Hac, 78)

MÜ'MİNLERİN DOSTU KİMDİR?

Cenâb-ı Hak da Kurʼân-ı Kerîmʼinde yüce Zâtʼını “müʼminlerin dostu”[1] olarak tanıtmaktadır. Böylece müʼminleri de kendisiyle dostluğa davet etmiş olmaktadır.

Fakat daha önce de ifade edildiği üzere, gerçek dostluk; zor zamanlarda belli olur ve fedakârlık ister. Bu sebepledir ki zorluklarla test edilmiş bir dostluk, rahat zamanda gösterilen yakınlıklarla mukâyese edilmeyecek derecede kıymetlidir.

Cenâb-ı Hakkʼa dost olmak isteyen bir müʼmin de, Allâhʼın dîninin zulüm ve baskı altında olduğu, müslümanların mazlum, mağdur ve zayıf düştüğü zor zamanlarda Allah için fedakârca gayret edebilmeyi, büyük bir nîmet ve saâdet bilmelidir. Zira böyle zaman ve mekânlarda yapılan hizmet ve gayretleri, Cenâb-ı Hak husûsî ecirlerle mükâfatlandırır. Tıpkı zor ve tehlikeli yerlerde vazife yapanlara verilen “mahrumiyet zammı” gibi, o gayretlerin ecrini de kat kat fazlasıyla ihsân eder.

Nitekim Allah Teâlâ, maddî veya mânevî ihtiyaçların had safhada olduğu zor zamanlarda cömertlik ve fedakârlıkta bulunan kullarını diğerlerinden üstün tutmuş ve onlara; “Fetih’ten önce infâk edenler” diye büyük bir fazîlet pâyesi ihsân etmiştir.

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Size ne oluyor ki Allah yolunda infâk etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mîrâsı Allâh’ındır. İçinizden, Fetih’ten önce infâk eden ve savaşanlar (diğerleriyle) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infâk eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah, her birine en güzel olanı vaad etmiştir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Hadîd, 10)

Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:

“Fakir komşundan ateş isteme. Onun bacasından çıkan duman, ateş dumanı değil; yüreğindeki dertlerin dumanıdır.”

Dipnotlar: [1] Bkz. el-Bakara, 257; en-Nisâ, 45.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Yıl: 2016, Ay: Nisan, Sayı: 362, Sayfa: 032

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.