Mezheplere Göre İman-Amel İlişkisi Nedir?

Mezheplere göre iman-amel ilişkisi nedir? Mezheplerin iman-amel ilişkisi hakkındaki görüşleri...

Mezheplerin iman-amel ilişkisi hakkındaki görüşleri şöyledir:

MEZHEPLERE GÖRE İMAN-AMEL İLİŞKİSİ

1. Hâricîler’in Görüşü

Hâricîlere göre, büyük günah işleyen küfre girer. Hatta bazı Hâricîlere göre küçük günah işleyenler bile küfre girerler.[1]

Hâricîler, İblis’in Allah’a inandığını ve ibâdet etmekte olduğunu, ancak Yüce Allah’ın, Hz. Âdem (a.s.)’a secde etmesini emretmesi üzerine Âdem (a.s.)’a secde etmeyerek Allah’ın emrinden çıktığını ve böylece Allah tarafından lânetlendiğini ve cehennemde sürekli kalmayı hak ettiğini bildirerek, bunu, büyük günah işleyenin kâfir olduğuna delil getirmektedirler. Bir de, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerdir” (Mâide, 5/44) âyetini görüşlerine delil getirmektedirler.

2. Mûtezile’nin Görüşü

Ameli yani dînî emirlerin yapılması ve yasaklardan kaçınılmasını îmânın bir rüknü sayan Mûtezile’ye göre, büyük günah işleyen yani âyetlerle ve mütevâtir hadislerle sâbit olan dînî emirleri yapmayanlar ve dînî yasakları çiğneyenler îmândan çıkar, ama küfre girmez, îmânla küfür arasında bir yerde bulunur. Tevbe etmeden ölürlerse cehenneme girerler ve orada devamlı kalırlar.[2]

Mûtezile,

“Kim de Allah’a ve Peygamberine isyân eder, (Allah’ın) sınırlarını (çiğneyip) geçerse onu da -içinde dâim kalıcı olarak- ateşe koyar. Onun için hor ve hakîr edici bir azap vardır.” (Nisâ, 4/14)

“Hayır, kim bir kötülük (günah) kazanır da suçu kendisini çepeçevre kuşatırsa onlar, cehennemliktirler. Onlar orada bir daha çıkmamak üzere kalıcıdırlar.” (Bakara, 2/81)

“Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır” (Nisâ, 4/93) âyetlerini görüşlerine delil getirirler.[3] Ehl-i Sünnet âlimlerine göre ise bu âyetler Mûtezile görüşüne delil olmaz. Zira bu âyetlerde söz konusu edilen fiilleri işleyenler bunları helal görerek işledikleri takdirde küfre girmiş olurlar. Çünkü haramı helal, helali haram saymak küfürdür.[4]

Mûtezile, Hz. Peygamber’in,

“Zinâ eden kişi zinâ ederken mü’min olarak zinâ etmez. Şarap  içen  kimse şarap içerken mü’min olarak şarap içmez. Hırsızlık eden kimse hırsızlık ederken mü’min olarak hırsızlık etmez!” [5] hadîsini de görüşlerine delil getirirler. Ancak Ehl-i Sünnet âlimleri bu hadiste zikredilen îmânı, kâmil îmâna hamletmişlerdir.

3. Ehl-i Sünnet’in Görüşü

Ehl-i Sünnete göre, amel, îmânın bir parçası ve rüknü olmadığından büyük de olsa günah işlemek kişiyi îmândan çıkarmaz, küfre götürmez. Günah işlemenin küfür sayılması şu âyetlere göre mümkün değildir:

 “Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.” (Nisâ, 4/48,116)

“De ki: “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşân kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar.” (Zümer, 39/53)

Mûtezile’nin görüşlerini desteklemek için delil olarak getirdiği;

“Zinâ eden kişi zinâ ederken  mü’min  olarak  zinâ  etmez.  Şarap  içen  kimse  şarap içerken mü’min olarak şarap içmez. Hırsızlık eden kimse  hırsızlık  ederken  mü’min olarak hırsızlık etmez”[6] hadîsi, Ehl-i Sünnete göre; zinâ, şarap içme ve hırsızlık etme gibi çirkin fiillerin kâmil îmân sâhibi mü’minlerden çıkmayacağını belirtmek içindir. Nitekim Ehl-i Sünnet’in bu görüşünü, Hz. Peygamber’in şu hadis-i şerifi desteklemektedir:

“Cibrîl bana geldi ve «Ümmetinden Allah’a ortak koşmadan ölenler Cennet’e girecek» diye müjdeledi.”

Bunun üzerine Ebû Zer el-Ğıfârî (r.a.) (ö. 32/652):

“–Zinâ etse, hırsızlık etse yine girecek mi?” diye Hz. Peygamber’e sormuş, Hz. Peygamber:

“–Zinâ da etse, hırsızlık da etse yine girecek.” buyurmuş, buna âdetâ inanamayan Ebû Zer üç kere aynı soruyu sormuş, Hz. Peygamber her defasında aynı cevabı vermiş, dördüncü defa sorunca Hz. Peygamber kızarak:

“Ebû Zerr’in inat ve ısrarına rağmen cennete girecek.” buyurmuştur.[7]

Bunlara ilâveten Ehl-i Sünnet âlimleri, “amel îmânın bir cüzü ve rüknü değildir, büyük günah işlemek küfür değildir” tarzındaki görüşlerine şu âyetleri delil getirmişlerdir:

“Îmân edenler ve sâlih amel işleyenler...” (Bakara, 2/82. Ayrıca bk. Bakara, 2/277; Nisâ, 4/57; A’râf, 7/42)

Bu âyetlerde amel, îmâna atfedilmiştir. Arapçada birbirinden ayrı şeyler birbirine atfedildiklerinden, bu, amel ile îmânın ayrı şeyler olduğunu, amelin, îmânın bir parçası olmadığını gösterir.

“Her kim, mü’min olarak iyi olan işlerden yaparsa...” (Tâhâ, 20/112) Bu âyette, amellerin sahih olması için îmân şart koşulmuştur. Arapçada şart ile meşrût (şart koşulan) ayrı şeylerdir. Bu da amel ile îmânın ayrı şeyler olduğuna delâlet etmektedir.

“Îmân eden kullarıma söyle namazı kılsınlar!” (İbrâhîm, 14/31)

“Ey mü’minler! Namaza kalktığınzda yüzlerinizi.. yıkayın!” (Mâide, 5/6)

Bu âyetlerde Yüce Allah, namaz kılmadan önce kullarına mü’min adını vermiştir.

 “Eğer mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin!” (Hucurât, 49/9)

“Ey mü’minler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.” (Bakara, 2/178) âyetlerinde, insan öldürmek gibi büyük günah işleyenleri Yüce Allah “mü’minler” diye anmıştır.

Ashâb-ı Kehf ve Firavun’un sihirbazları, âlimlerin ittifâkıyla cennetliktirler. Halbuki bunların amelleri yoktur. Demek ki amel, îmânın bir rüknü ve parçası değildir.

Hz. Peygamber devrinden beri, her devirde yaşayan İslâm âlimleri, kalbinde îmân olup da diliyle de bunu ikrâr eden fakat tembelliğinden ve gafletinden amel etmeyen yani farzları yapmayan, haramları işleyenleri, mü’min kabul etmişlerdir.

Amel ayrı, îmân ayrıdır. Bazan mü’minden amel kalkar, ama îmân hiçbir zaman kalkmaz. Meselâ “Fakire zekat yoktur” denir. Ama “Fakirin îmânı yoktur” denmez.[8] Bir mü’minin işlediği büyük günah, onu îmândan çıkarmaz, küfre sokmaz. Ama işlediği günahı helal kabul ederse, bu, küfürdür.[9] İşlediği günahı helal görmedikçe Ehl-i kıbleden yani Kâbe’ye yönelerek namaz kılmanın farz olduğuna inananlardan, kimseye, “kâfirdir” denemez.87 Zinâ gibi büyük günahlar, kişiyi îmândan çıkarmaz, küfre sokmaz.[10]

İmâm Mâlik (v. 179/795), İmâm Şâfiî (v. 204/820), İmâm Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) ve İmâm Evzâî (v. 157/774) gibi selef âlimleri, ameli, kâmil îmânın bir rüknü saymışlardır.[11]

Netice olarak diyebiliriz ki Ehl-i Sünnet’e göre amel, îmânın bir parçası ve rüknü değildir. Dolayısıyla amelsizlik (haram işlemek, farzı terk etmek) küfür değildir. Ancak îmânla amelin çok sıkı bir ilişkisi vardır. Îmânlı kişi, amel ederek (farzları yapıp haramlardan uzak kalarak) İslâmın insanlara hayat veren nimetlerinden faydalanabilir.

Diipnotlar:

[1] Bağdâdî, Usûlu’d-dîn, s. 249 [2] Şehristânî, Nihâyetü’l-ikdâm, 470. [3] Mâtürîdî, Tevhîd, 349; Cüveynî, İrşâd, s. 388; Şehristânî, Nihâyetü’l-ikdâm, s. 477. [4] Mâtürîdî, g.e., s. 349; Cüveynî, a.g.e., s. 388; Şehristânî, a.g.e., s. 477; Nesefî, Medârik (Tefsir), I,59, 214, 244. [5] Buhârî, Tevhîd, 33; Müslim, Îmân, 153; Tirmizî, Îmân. [6] Ali el-Kârî, Şerhu’l-Fıkhi’l-ekber, 162. [7] Buhârî, Tevhîd, 33; Müslim, Îmân, 153; Tirmizî, Îmân, 18 [8] Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-ekber, 5. [9] Tahâvî, el-Akîdetü’t-Tahâviyye, 40. [10] Eş’arî, Luma’, 75. [11] Taftâzânî, Şerhu’l-Akâid, 156.

Kaynak: Prof Dr. Mehmet Bulut, Delilleriyle İslam Akaidi, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İMAN İLE AMEL ARASINDAKİ İLİŞKİ NEDİR?

İman ile Amel Arasındaki İlişki Nedir?

AMELSİZ İMAN OLUR MU?

Amelsiz İman Olur mu?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.