İslam'a Zarar Veren 8 Neden!

“Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” konusu [1], genelde ümmetin, özelde milletimizin inanç ve toplumsal birlikteliği hakkında içtenlikli özeleştirilere ve yeni açılımlara vesile olabilecek niteliktedir. Bu noktadan hareketle bu kez vahdet toplumunun ya da toplumda birliğin zararlıları üzerinde bir değerlendirme yapma ihtiyacı duyulmuştur.

Tüm peygamberlerin olduğu gibi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in de amacı ve hedefi, Allah’ın dinini, yani tevhide dayalı inanç sistemini, ferdî ve ictimaî hayatlarında canlandıracak müminler yetiştirmektir. Bunun özü de bireysel olarak takva (Allah saygısı), toplumsal olarak vahdet (birlik) erdemlerine sahip çıkmaktan geçer.

Takvâ fazileti, bireyi nasıl güçlü ve üstün kılarsa, vahdet de toplumu güçlü ve kolay kolay sarsılmaz bir yapıya, sosyal bünyeye kavuşturur. Takva ve vahdet erdemlerinin her ikisi, biri inanç ve duygu boyutuyla diğeri ise amel ve eylem yönüyle Tevhid’e endekslidir.

Takva ve vahdet erdemleri, aslında Müslümanlar arasında kimseyi dışlamadan kemâl ve salah yoluna kılavuzlayan iki dinamik güçtür. Tabii olarak böyle bir gücün hakimiyeti, ferdin olgunluğunu, ümmetin birliğini, ümmet toplumunun sosyal huzurunu ve sağlığını da beraberinde getirir. Bunun dışındaki tavır ve yapılanmalar ise o yapıya musallat olmuş birer zararlı/virüs etkisi yapar.

Takva ve vahdet şuuru ve fazileti, evvel emirde “Müslümanlar arasında fitne çıkarmama”yı gündeme alır. Bu sebeple özellikle kanaat önderleri ve tebliğ görevlileri kadrosunun, ellerindeki Müslümanları korumak kollamak, yetişmişliklerini geliştirmek ama asla aralarında bir ayırıma ve bölünmeye sebep olmamak gibi çok ciddi sorumlulukları bulunmaktadır.

İslam’ın inanç yapısında Tevhid’in yeri ne ise, İslam toplum yapısında da vahdet’in yeri odur. Tevhid olmadan inanç ve ameller herhangi bir kıymet ifade etmediği gibi, vahdet olmadan da İslam toplumunda herhangi bir erdemin, huzurun ve güvenin hayat bulması mümkün değildir. Çünkü Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, “Birlik rahmet, ayrılık-ğayrılık azap vesilesidir.”2

İHÂNET, HİZMET DİYE YUTTURULAMAZ

İslâm birliği noktasında herkesin TEVHÎD’e göstermesi gereken ihtimama eş, vahdet’e de aynı dikkat ve titizliğin gösterilmesi lazım gelmektedir. Müslüman toplumu bölüp parçalamak, gruplara ayırmak yoluyla inanan kesime ve dolayısıyla İslâm’a hizmet edildiği söylenemez. Bir başka tabirle, ihânet, hizmet diye yutturulamaz.

Tebliğcinin ve İslâm’a hizmet gruplarının ya da odaklarının bir çok noktada özrü olabilir. Fakat cehâlet ve rekâbet kaynaklı olarak Müslümanları parçalamak, bölmek, toplumun vahdetine aykırı davranmak gibi bir cinayeti işlemekte kesinlikle hiç bir özür söz konusu olamaz.

İslâm tebliğinin ve din hizmetinin en nazik noktalarından biri, “İçe dönük mücâdele” yerine, tevhid inancı gereği “kendi aralarında yumuşak, anlayışlı3 tespitine yaraşır bir vahdet toplumunu gerçekleştirme mücadelesinin ve gayretinin esas alınmasıdır.

VAHDETİN ZARARLILARIİ

Toplumda vahdetin zararlılarından ve içe dönük mücadele ve tartışmaların sebeplerinden önde gelenlerini şöylece sıralamak mümkündür:

  1. Dinî sebep: İman zayıflığı, amel eksikliği, Dinler/Dindarlar arası rekâbet,
  2. Beşeri Sebep: Kavmiyetçilik/Irkçılık
  3. Ahlaki sebep: İçki ve uyuşturucu bağımlılığı/yalan/İki yüzlülük
  4. Siyasi sebep: Aşırı partizanlık
  5. Hukuki Sebep: Zulüm ve haksızlıklar (Hak’tan ve haklıdan yana olamamak)/Adaletsizlik
  6. İktisadi sebep. Gelir ve geçim dengesizliği, Helal-haram hassasiyeti eksikliği
  7. İlmi Sebep: Cehâlet, diplomayı yetişmişlik ölçüsü kabul etme basitliği
  8. Moral/psişik sebep: Hurafe ve batıl inanışlar, dışa bağımlılık, taklitçilik, aşağılık duygusu

Aslında toplumda temin edilmek istenen vahdet ve birliğin bir türlü görünür kılınamamasında önemli rol oynayan bu virüsleri birer birer değerlendirmek, meseleyi derinlemesine irdelemek anlamına gelecektir. “Ya nasip” deyip şimdilik genel bir değerlendirmeyle yetineceğiz.

FAZİLETLİ TOPLUM VE MEDENİYET

Unutulmaması gerekli ilke şudur: Bir dinin yaşan­ması, ona ait inanç, ibadet ve muamelat esaslarına sahip çıkmakla müm­kündür. Aksi halde inançta sapıklık, toplumda iftirak ve dağınıklık kaçınılmaz olur.

Oysa “Allah bir kimsenin içinde iki kalb yaratmamıştır4 âyet-i kerimesi, dini başka dünyası başka insanların, içinde bulundukları anlamsız ve anlaşılmaz hali, pek net bir şekilde reddetmektedir. Nasıl bir göğüste iki kalb birleşmezse, bir kalpte de iman ve küfür, tevhid ile şirk, kabul ve redd bir araya gelmez

Şah Veliyyullah ed Dihlevî’nin (1176/1762) tesbitiyle söyleyecek olursak, Peygamberlerin ortak çabaları, bireyin eğitimi ve toplumun/ümmetin yönetimi5 üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Öyle sanıyorum ki Şah Veliyyullah’ın bu tespiti, faziletli toplumun ve hatta medeniyet kavramının muhtevasını açıklayıcı niteliktedir. Zira bireyin eğitimi, nefsin terbiyesini; toplumun yönetimi de toplumsal gelişmeyi ve vahdeti ifade etmektedir.

Peygamber Efendimizin eğitimi İslamî değerler eğitiminin aslî halini ifade eder. İslam medeniyeti de kendine has değerleriyle gelişmiş ve şekillenmiş özgün bir medeniyettir. Başka ümmetlere benzememek esası, başkalarının değerlerine öykünmemek disiplinidir. Kendi özelliklerini yaşama ve koruma bu disiplinle sağlanır. Yakın geçmişte batılılaşma propagandaları, şimdilerde “yükselen batı değerleri” söylemleriyle, kökeni, oluşumu ve hedefi, bizim medeniyetimizin değer yargılarıyla temelden uyuşmayan bir anlayış ve yönelişe, meşruiyet kazandırılmaya çalışılmış, çalışılmaktadır. Toplum bünyemizin tüm kapılarını böyle bir yaban propagandaya gümrüksüz/denetimsiz açmak eğilimini tasvip etmenin ve hoş görmenin imkânı yoktur. Aksi halde “müstemleke eğitim ve öğretimine” millilik kılıfı geçirmek gibi bir saçmalığı ve kendi değerlerimizin ortadan kalkmasını onaylamış olmak gibi toplumsal bir cinnet ve cinayeti paylaşmış oluruz. Bu da vahdet toplumu zararlılarının/virüslerinin üreme ve çoğalma zeminini kendi ellerimizle hazırlamamız anlamına gelir.

Halbuki yapılacak iş, ümmet bünyesinde tefrikayı çoğaltıp ayrılık unsuru olmak değil, vahdeti arayıp gerçekleştirme ve böylece tevhit inancını vahdet toplumu olarak görünür ve yaşanır kılmaya çalışmaktan ibarettir.

Dipnotlar: 1) Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığının 2016 yılı kutlu doğum haftası için belirlediği ana tema 2) Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 278, 375; Bezzar, Müsned, s. 488; Taberâni, el-Mu’cemü’l-Kebîr, XXI, 85, 86  3) el-Fetih (48), 29  4)el-Ahzâb (33), 4  5) Hüccetullahi’l-bâliğa, I, 253 (Tercüme, I, 322-323, İsanbul, 1994)

Kaynak: Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi, 363. Sayı, Mayıs 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.