Dünyanın Kirlerine Bulaşma!

Allah Teâlâ bizleri bu dünyaya imtihan için göndermiş, ahiretin tarlası olarak yarattığı bu dünyanın baki olmadığını esas yurdun ahiret olduğunu da daima bizlere hatırlatmıştır. Prof. Dr. Süleyman Derin, bu ay Altınoluk Dergisi'nde ayetler, hadisler ve İmam Rabbani'nin sözlerinden hareketle dünya hayatının aldatıcılığı konusunu işliyor.

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir” (Enam, 32), “Dünya hayatının faydası ahirete göre pek azdır.” (Tevbe, 38) gibi ayetler dünyanın gerçek yüzünü bizlere beyan eder. İlhamını yüce kitabımızdan alan Allah dostları sufiler de daima bizleri dünya kirlerine dalmama konusunda uyarmışlardır. İmam Rabbani dünyanın aldatıcılığı konusunda şöyle buyurur:

Ey oğul! Dünya, imtihân ve deneme yeridir. Dünyanın görünüşünü türlü süslerle bezemişlerdir. Sûretini ben, gamze, zülf ve yalancı yanak ile süslemişlerdir. Görünüşte tatlı, taze ve körpe olarak hayâl edilir, ama gerçekte üzerine güzel koku sürülmüş bir leştir, sinek ve kurtçuklarla dolu bir çöplüktür. Su zannedilen bir seraptır, hayâldir. Şeker görünümünde zehirdir. İç yüzü harabedir ve devamı olmayandır… Ona tutulup gönül veren delidir, sihire tutulmuştur, mecnûn ve aldanmıştır... (Mektubat, I. 73. Mektup)

Aslında İmam’a göre dünya bizatihi kötü değildir, onu kötü yapan bizim buraya gelme amacımızı unutarak dünyaya dalmamız ve ahireti unutmamızdır. Yoksa dünyaya kanmayan ve onu hak yolunda harcayanı dünya kirletemez. İmam Rabbani’ye göre dünya hayatında insanı kirleten ona gerçek hedefini unutturan meşguliyetlerin bir kısmını şöyle beyan eder:

Oğlum! Dünya nedir, bilir misin? Seni Hak Teâlâ’dan uzaklaştıran şeyler dünyadır. Öyleyse Kadın, çocuk, mal, makam, liderlik (sevgisi), oyun-eğlence ve lüzumsuz şeylerle meşgul olmak gibi şeylerin hepsi dünyaya dâhildir. Âhirette işe yaramayan ilimler de dünyadandır...Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ’nın bir kimseden yüz çevirdiğinin alâmeti, onun lüzumsuz ve kendisini ilgilendirmeyen işlerle uğraşmasıdır” (Tirmizî, nr. 2324, 2325)

SUFİLER GARANTİDE Mİ?

Bu sebeple tasavvuf yoluna giren sufiler dünya kirlerinden korunmak için Allaha söz vermiş kimselerdir. Tevbe almak, inabe almak şeklinde gerçekleşen intisap, adı üstünde dünya sevgisinden tevbe etmek demektir. Ne var ki sufiler de garanti altında değildir. Maneviyat yoluna girmekle insan her şeyden korunmuş olmaz. İşin başındaki müritlik iradesi sonuna kadar korunmalıdır. Zira şeytan hak yola girenlere daha çok musallat olur, nitekim hem günümüzde hem de geçmişte niceleri hak yola girdikten sonra tekrar sapıklığa düşmüştür. Bu sebeple gerçek mürşid-i kâmiller tövbesinde zaafa uğrayan müritlerin peşini bırakmaz ellerinden geldikçe onları hak yolda tutmaya gayret ederler. İmam Rabbani “Ey Oğul” diye merhametle hitap ettiği müridini bu tür tehlikeler karşısında şöyle uyarır:

Ey oğul! Hak Teâlâ, sana çok lütuf ve ihsan ederek, bu genç yaşta tevbe etmeyi ve Nakşbendiyye silsilesi dervişlerinden birinin eliyle inâbe alıp tarîkata bağlanmayı nasip etmişti. Nefs ve Şeytan sebebiyle, acaba hâlâ o tevbe üzerinde devam ediyor musun, bilmiyorum. Doğru yol üzerinde kalabilmek zor görünüyor. Delikanlılık çağındasın, dünyevî sebeplerin hepsi mevcut ve arkadaşların iyi değil. (Mektubat, I. 73. Mektup)

İmam Rababani’ye göre kötü dostlar olduğu sürece bir salikin maneviyatta sıdkını koruması son derece zordur. Zira gafil dostlar insanı direkt harama götürmese bile dünyadan daha çok istifade etmeye, yavaş yavaş dünya kirlerine alıştırmaya başlarlar. Bu sebeple özellikle günümüzde bizleri ilgilendiren en önemli korunma vesilesi mubahlardan az istifade etmektir.

Yavrum! Mübâhların fazlasından sakınmalısın. Mübâhları, lüzûmu kadar kullanmalısın. Bunları da, Allah Teâlâ’ya kulluk etmeye güç kazanma niyyeti ile yapmalısın. Meselâ, bir şey yerken, Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmek için kuvvetlenmeğe, giyinirken avret yerini örtmeğe ve soğuktan, sıcaktan korunmağa niyyet etmeli. Diğer helâller de bu şekilde olmalıdır. Nakşibendiyye büyükleri azîmet ile hareket etmiş, ruhsatdan elden geldiği kadar kaçınmışlardır. Mübâhları, zarûret mikdârı kullanmak da azîmet grubundandır. Eğer bu nimet ve şans ele geçmezse, mübâhlardan dışarı çıkmamalı, haram ve şüphelilere taşmamalıdır. (Mektubat, I. 73. Mektup)

GENÇLİK ÇAĞI KAZANÇ ZAMANIDIR

Dünya kirlerine insanı batıran diğer bir husus ise şeytanın insana verdiği şu tür vesveselerdir. Sen daha gençsin, ilerde yaşlanınca tevbe eder, hak yola girersin.” İmam şeytanın bu tür vesveselerini şöyle çürütür;

İnsan, efendisinin emrine bağlı bir kuldur, onu kendi başına bırakmamışlardır. Önüne çıkan her işe dalmasına müsaade etmemişlerdir. İyi düşünelim, uzağı gören akıl sâhibi olalım! Kıyamet günü utanmaktan, pişman olmaktan başka ele bir şey geçmez. Gençlik çağı, kazanç zamanıdır. Merd olan, bu vaktin kıymetini bilip, elden kaçırmaz, fırsatı ganimet bilir. Belki de ihtiyarlık zamanına kadar yaşamak nasip olmaz. Nasip olsa da, bedenî kuvvet ve gönül huzuru mümkün olmaz. Mümkün olsa bile, kuvvetsizlik ve hâlsizlik zamanında yarar iş yapılamaz. Bugün, beden ve zihin dinçliği elverişli iken, ananın babanın varlığı büyük nimet iken, geçim derdi olmayıp bu yük ebeveynin omzunda iken, fırsat ve kuvvet zamanı iken, hangi bahane ile bugünün işi yarına bırakılabilir? “Yarın yaparım” nasıl denebilir? Peygamberimiz (s.a): “Yarın yaparım diyen helâk oldu” (Deylemî, el-Firdevs, 2420) buyurmuştur. Eğer dünya işlerini yarına bırakırsan ve bugün âhiret işlerini yaparsan güzel olur. Fakat bunun aksini yaparsan çirkin olur. (Mektubat, I. 73. Mektup)

İmam’a göre dünyanın insanı kandırması her dönemde olmakla beraber gençlik dönemi bu hususta çok stratejik öneme sahiptir. Zira gençlerin fiziki güçleri yerinde ve tecrübeleri az olduğu için kandırılmaya daha müsaittirler.

Gençlik zamanında, insanı din düşmanları olan nefs ve şeytan kuşatıp meşgul eder. Bunlar karşısında gençlikte az bir ibâdet pek kıymetli olur. Bu kuşatmanın olmadığı ihtiyarlıkta yapılan, bundan kat kat fazla ibâdetlerin bu kadar kıymeti olmaz. Askerlik kurallarına göre, düşman saldırıp, kuşattığı zaman, askerin ufak bir hareketi ve çabası çok kıymetli olur. Sulhta ve düşmanın şerrinden emin olunduğu zaman bu kadar kıymetli olmaz.

Dünyanın karanlık dehlizlerinde kaybolmak istemiyorsak buraya gönderilme gayemizi hiçbir zaman unutmamalıyız. Bu dünyada hepimizin her gün yaptığı yeme-içme, uyuma gibi amellerin birer amaç değil araç olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız:

Oğlum! Bütün varlıkların hülâsası, özü olan insan eğlence için, oyun için, yiyip içmek ve uyumak için yaratılmadı. Kulluk vazifelerini yapmak için, Rabbine itaat, tevazu, aczini itiraf, Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı. Hz. Muhammed (a.s)’ın bildirdiği ibâdetlerin hepsi, insanlara faydalı şeylerdir. Yoksa hiçbir ibâdetin Allah Teâlâ’ya yararı yoktur. Bu ibâdetleri gönül hoşnutluğu ile edâ etmelidir.

İmam Rabbani’nin insanın bu dünyadaki serüvenini, onun geldiği yere tekrar salimen dönmesi için tavsiyelerini ihtiva eden bu uzunca mektubunu kıymetli okuyucularımızla önümüzdeki sayılarda da paylaşmak istiyoruz. Maalesef bugün nice tasavvuf erbabı dahi bu konuda muvaffak olamamış bu güzel yolu dünya işlerine alet kılmıştır. Hakeza başka dinî hareketlerde de bu kirlenme ve dünyevileşme görülmüştür. Rabbimizden niyazımız bizleri dünya hayatının kirlerinden koruması, onu kalbimize koymadan kendisinden istifade etmemizi bizlere nasip etmesidir.

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Mayıs 2015, 351. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.