Bu Deney Allah'a İtaati Kanıtlıyor

Günlük hayatın düzeni içinde, hepimiz, bizden daha güçlü bir üstümüze itaat ederiz. Zorla ya da gönüllü olarak… İşte her şeyden güçlü olan Allah'a itaat etmemiz gerektiğini bize gösteren deney!..

Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann yargılanmaktadır. Psikiyatrlar, Eichmann’ın son derece sağlıklı ve normal olduğunu saptarlar. Bu durum, Yale Üniversitesi’nden psikolog Stanley Milgram’ın ilgisini çeker. Acaba milyonlarca insanın toplama kamplarında öldürüldüğü Nazi Almanyası’ndaki yüzlerce üniformalı, yalnızca âmirlerine itaat edip, vazifesini yerine getiren, “işini” yapan, sıradan insanlar olabilirler miydi?

Milgram (1963), bu sorunun cevabını bulmak için bir dizi deney gerçekleştirir. Bu deneyde laboratuara alınan kimseleri, “beyaz bir önlük” giymiş deneyci karşılar. Ayrıca, denek laboratuara geldiği zaman, yaşlı bir adamın da bu deney için beklediğini görür. Deneklere, deneyin bir öğrenme deneyi olduğu ve bu öğrenme olayında birinin öğretmen, diğerinin ise öğrenci olacağı söylenir.

Öğretmenin vazifesi, öğrenci bir hata yaparsa onu cezalandırmaktır. Bu ceza ise elektrik şokudur. Kimin öğrenci, kimin öğretmen olacağını belirlemek için de kura çekilir. Öğretmen rolündeki denek, voltajı artıran düğmelerden oluşan büyük bir elektrik jeneratörünün önünde oturtulur. Öğretmen, öğrenciye kelime çiftlerinden oluşan bir listeyi öğretmek ve eğer öğrenci hata yaparsa, ona şok vermekle yükümlüdür. Öğretmenin en düşük voltajdan başlayarak elektrik şokunu her hatada artırması istenir.

Deneyden önce uzmanların tahmini, deneklerin üzerinde vahşetin caydırıcı olacağı, “Voltajı artır!” sözünü dinlemeyecekleri yönündedir. Fakat Milgram’ın deney sonuçlarına göre deneye katılan deneklerin yüzde 65’i bütün voltaj derecelerini öğrenciye verir. Hiçbir denek, 300 volttan (en fazla 450 idi) önce deneyi bırakmaz.

Bu neticeler, akademi çevrelerini rahatsız eder. Otorite mekanizmaları ile karşı karşıya kalan bizlerin de bir canavara dönüşme potansiyeline sahip olduğumuz ortaya çıkmıştır. Bu deney, Türkiye dâhil pek çok yerde tekrarlanır. Neticeler esef verici olmakla birlikte aynıdır.

Günlük hayatın düzeni içinde, hepimiz, bizden daha güçlü bir üstümüze itaat ederiz. Zorla ya da gönüllü olarak… Bizim fıtratımızı bilen Mevlâmız, “sadece kendisine itaat etmemizi”, itaat etmemizi emrettiği kişilere de “Allâh’a itaat etmeleri kaydı ile itaat etmemizi” emreder. Aksi durumda dünya, “hevâ ve heveslerine köle olmuş psikopat insanlara itaat” ve “köleleştirilen zavallı insan hikâyeleri” ile dolar taşar.

Başkalarına itaatte, “Allâh’a itaat şartı”; hemen mihengimiz olur ve O’na isyan noktasında kimseye itaat etmeyerek; hem kendimizi hem de çevremizdeki varlıkları kötülüklerden korumuş oluruz.

ALLAH'A İTAAT ETMEYENE İTAAT EDİLMEZ

Tek itaat edilen Allah’tır. Allâh’a itaat etmeyene, itaat edilmez. İster koca olsun, ister, idareci…

Mihengimiz, Allâh’a itaattir. Kimse bizden kendisine itaat etmemiz için Allâh’a isyanı emredemez!. “Sen kimsin?!” der geçeriz de, Rabbimizden geçmeyiz. O sebepten itaat, sadece Allâh’adır.

“Kocanıza itaat edin!” buyurmasa idi, kim kocasına itaat ederdi?! Hanımın birisi, eşinin kendisinin başını açmasını istediğini, aksi halde boşayacağını söylemiş ve evliliğin devamı için itaat etmesinin uygun olup olmadığını sormuştu. Aslâ başını açmamasını, eşi talep edene kadar boşanma talebinde bulunmamasını, eşinin hidâyeti için duâ etmesini tavsiye etmiştik. Şartlar zorlaşır da bu sebepten boşanması gerekirse, Allâh’a tevekkül edip, boynunu bükmesini, ama aslâ başını açmamasını kendisine söylemiştik. “Hakk’ın hatırı âlîdir, gayriye itibar edilmez!” demiştik.

Kaynak: Fatma Hâle Sağım, Şebnem Dergisi, Mart 2016, 133. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.