Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi

Yazar Bahadır Yenişehirlioğlu, Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin kaleme aldığı Tarihe Yolculuk eserinden “Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi” kesitini seslendiriyor. Erkam Tv hesabına abone olarak video serisini takip edebilirsiniz…

MISIR SEFERİ

Târih Baba, Yavuz Hân’ın büyük muvaffakıyetlerini, onun helâl-haram husûsundaki titizliğine bağlıyordu. Nitekim Mısır seferine giderken Gebze yakınlarındaki bağlık-bahçelik bir arâzide mola verdiğinde Yavuz Sultan Selim Hân, bütün askerlerinin heybelerini arattırmıştı. Hiçbirinde meyve cinsinden bir şey çıkmaması üzerine ellerini ilâhî dergâha kaldırıp:

“Allâh’ım! Sana sonsuz şükürler olsun. Bana haram yemeyen bir ordu lutfettin. Eğer askerimin içinde tek bir kişi, sâhibinden izinsiz bir meyve yeseydi ve ben bunu haber alsaydım, Mısır seferinden vazgeçerdim.” diyerek Rabbine sonsuz hamd ü senâlarda bulunmuştu.

Bununla birlikte o, gözünü budaktan sakınmayan bir kahraman idi. Mercidâbık Savaşı’nda ordusunun önünde askerleriyle birlikte yüz yüze çarpışmak için atını mahmuzlamıştı. Sadrazam Sinan Paşa’nın ellerine sarılıp:

“–Şevketlü hünkarım! Olmaya ki heyecana gelir kendinizi ateşe atarsınız, yüreğimiz dilhûn olur!” diye yalvarması üzerine:

“–Biz cennetmekân Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın torunuyuz, çadır içinden savaş idâre etmeyüz!” diye haykırmıştı.

Yavuz Sultan Selim’in huzûruna girerek yer öpüp îtimadnâmesini arz eden Venedik elçisi Antonio Jüstiniani’ne, ülkesine döndüğünde pâdişahın nasıl biri olduğu soruldu. Elçi şaşkınlık içinde:

“–Kılıcı öyle parlıyordu ki yüzünü göremedim.” demişti.

Bu sözleri daha sonra duyan Haşmetli Hünkâr:

“–Paşalarım, Osmanlı’nın kılıcı parladığı sürece düşmanların başı dâimâ önde olur. Ama Allâh korusun, bu kılıç kınına girer ve paslanmaya başlarsa, o zaman bu kafalar yavaş yavaş dikilir ve bir gün bize yukardan bakar…” demişti.

Yavuz Sultan Selim Hân’ı bu derece cesur ve kahraman yapan, sâhip olduğu sağlam îman ve yüksek mâneviyâtı idi. Mısır Seferi’nde, daha önce Cengiz ve Timur’un geçemeyip geri döndükleri korkunç Tih Çölü’nü mûcizevî bir şekilde on üç günde geçmişti.

Bu esnâda askerinin önünde yaya olarak mütevâzı bir şekilde iki büklüm yürüyen Cihân Padişâhı’na vezirleri:

“–Hünkârım, atınıza binseniz.” demişlerdi. O da gözyaşları içinde:

“–Nasıl binerim... Görmüyor musunuz, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz önümüzde bize yol gösteriyor?!” cevâbını vermişti.

Târih Baba, bir an dalmış ve öylece kalakalmıştı. Zihninde yıldırım hızıyla birbirini tâkip eden hâdiseler geçidini seyrediyordu. Yavuz’un mâneviyâtına dâir şunları da hatırlamıştı:

Kânûnî’nin doğum haberi Yavuz Sultan Selim’e ulaştırıldığında, o huşû içinde Kur’ân-ı Kerîm okuyordu. Haber gelince, okumakta olduğu Kur’ân-ı Kerîm’den başını kaldırarak:

“–İsmini Süleyman koydum.” deyip okumaya devâm etmişti. O esnâda okuduğu âyet ise şuydu:

“Mektup Süleyman’dandır, Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle (başlamakta)dır.” (en-Neml, 30)[1]

Târih Baba bir an için daldığı âlemden uyandı. Bütün bu tatlı hâtıraları zamanı geldikçe gence anlatmayı düşünerek izin istediler.

Yavuz Hân’ın huzûrundan da iki büklüm olarak ayrılan genç, Târih Baba’nın peşi sıra gidiyordu.

“–Rahmetli Selim Hân’ın uykusu çok azdı.” dedi Târih Baba ve devâm etti:

“–Çoğu gecelerini kitap okumakla geçirirdi. Süslenmeye, gösterişe aslâ heves etmezdi. Bazı yakınları bunun sebebini sorduğunda:

«–Vezirlerin ve kumandanların resmî giysiler giymesi, pâdişahlarını tekrîm ve ona güzel görünmek içindir. Biz kime güzel görüneceğiz ki o külfete katlanalım!» cevâbını verdi.”

Târih Baba ile genç, bu defa da Kânûnî’nin yanına revân oldular.

Dipnot:

[1] Mehmed Doğan, Kur’ân ve Târih Önünde Türk’ün Muhâsebesi, Ankara 1992, s. 276.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Tarihe Yolculuk, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

YAVUZ SULTAN SELİM KİMDİR?

Yavuz Sultan Selim Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.