Miraç’ın Mekke’de Yansımaları

İsra ve Miraç’ın Mekke’de yansımaları nasıl olmuştur? İsra ve Miraç mucizesinin akisleri...

Hazret-i Peygamber, İsrâ ve Miraç hâdisesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman:

“–Ey Cebrâîl, kavmim beni tasdîk etmez!” dedi. Cebrâîl (r.a.):

“–Ebûbekir Sen’i tasdîk eder. O sıddîktır.” dedi. (İbn-i Sa’d, I, 215)

Müşrikler, Miraç hâdisesini duyduklarında, derhâl yalanlamaya koyuldular. Ortalığa bir dedikodu velvelesi hâkim oldu. Bunu fırsat bilerek, mü’minleri de bu yolda vesveselerle îmanlarından caydırmak istediler. Hattâ Hazret-i Ebûbekir’e bile gittiler. Ancak o, Hazret-i Peygamber’e olan dâsitânî bir îman sadâ­katinin şevki içinde:

“–O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimal yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşinen inanırım...” dedi. Müşrikler:

“−Sen O’nu tasdîk ediyor, bir gecede Beytü’l-Makdis’e gidip geldiğine inanıyor musun?” dediler. Hazret-i Ebûbekir:

“−Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allâh’tan haber geldiğini söylüyor da ben yine O’nu tasdîk ediyorum.” dedi.

Daha sonra Ebûbekir (r.a.), o sırada Kâbe’de bulunan Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Olanları bizzat O’nun mübârek fem-i saâdetinden dinledi ve:

“–Sadakte (doğru söyledin), yâ Resûlallâh!..” dedi.

CİHANI AYDINLATAN TEBESSÜM

Allâh Resûlü de, O’nun bu tasdîkinden gâyet memnûn kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Hazret-i Ebûbekir’e:

“–Yâ Ebubekir, sen «Sıddîk»sın!..” buyurdu. (İbn-i Hişâm, II, 5)

O günden sonra Ebûbekir (r.a.) “Sıddîk” lâkabıyla meşhur oldu.

Ashâb-ı kirâm hazarâtı da Hazret-i Ebûbekir gibi Allâh Resûlü’nü tasdîk ettiler.

Mü’minleri kandıramayan müşrikler, bu defâ Peygamber Efendimiz’in huzûruna çıkarak akıllarınca O’nu imtihan etmeye kalktılar. Beyt-i Makdis’i sordu­lar. Cenâb-ı Hak, Beyt-i Makdis’i Resûlü’nün gözleri önüne getirdi. Allâh Resûlü de, sorulan suâllere Beyt-i Makdis’i seyrederek cevap verdiler. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 41; Tefsîr, 17/3; Müslim, Îman, 276)

Müşrikler, bu defâ da yoldaki bir kervandan ve o kervandaki bâzı husûsiyetlerden sordular:

“‒Ey Muhammed! Sen bize, bizim için Beytüʼl-Makdisʼten daha önemli olan kervanımızdan haber ver!” dediler. Allâh Resûlü:

“‒Şu vâdide filân oğullarının kâfilesine rastladım. Onları bir hayvanın gizli sesi ürkütmüş, bir develeri kaçmıştı. Ben kaçan develerinin yerini onlara gösterdim.” buyurdu. Daha sonra şöyle devam etti:

“‒Dacnân mevkiine geldiğimde filân oğullarının kervanına rastladım. İnsanlar uyuyorlardı. İçinde su bulunan bir kapları vardı, onun üzerine bir şey örtmüşlerdi. Örtüsünü açtım ve içindeki suyu içtim.[1] Sonra üzerini yine eskisi gibi kapattım. Onların kâfilesi, şimdi Beyzâʼdan, Tenʼim yokuşundan iniyordur. Kâfilenin önünde boz erkek bir deve, devenin üzerinde de birisi siyah, birisi de alaca iki çuval vardır.”

Aldıkları cevaplarla şaşkına dönen müşrikler:

“‒Lât ve Uzzaʼya yemin olsun ki işte bu, tam bir işarettir.” dediler. “Belki son söylediği doğru çıkmaz.” dü­şüncesiyle Tenʼim yokuşuna doğru hızla gittiler. Kervanı gözlemeye başladılar. Kervan görününce:

“‒Vallâhi işte kervan geliyor! Boz deveyi de en öne sürmüşler!?” dediler.

İlk karşılaştıkları deve, kendilerine târif edildiği gibi idi. Kâfileye su kabını sordular. Onlar da kabı dolu olarak bıraktıklarını, üzerini örttüklerini, fakat sonradan örtüsünü açtıkları zaman içinde su bulamadıklarını söylediler.

Allah Reûlüʼnün bu su içmesi mesʼelesi aynı zamanda Mîrâcʼın hem bedenen hem de rûhen birlikte tahakkuk ettiğine delâlet eden hususlardan biridir. Kureyş müşrikleri, diğer kâfilelere de soracaklarını sordular:

“‒Doğrudur! Oʼnun bahsetmiş olduğu vâdide bir sesle irkildik ve bir devemiz de kaçtı. Bir kimse bizi devemize çağırıyordu! Deveyi Oʼnun çağırdığı yerde bulduk ve yakaladık.” dediler.

Hattâ bâzıları bu sesin sahibini de tanımışlar ve; “Bu Muhammedʼin sesidir.” demişlerdi.

KALPLERİ KİLİTLİ OLANLAR

Kureyş müşrikleri, kervanlarındaki develerin ve çobanların sayısına varıncaya kadar, sormadık bir şey bırakmadılar. Resûlullah de hepsinin doğru cevâbını verdi. Çünkü kervan da, o an tıpkı Mescid-i Aksâ gibi Resûlullâhʼın gözlerinin önüne getirilmişti. Lâkin kalpleri kilitli olanlar, inatlarında devâm ederek:

“–Bu apaçık bir si­hirdir!” dediler. (İbn-i Hişâm, II, 10; İbn-i Seyyid, I, 243; Heysemî, I, 75; Beyhakî, Delâil, II, 356)

Allâh Teâlâ:

“Biz ilk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma husûsunda şüphe içindedirler.” (Kâf, 15) buyurmaktadır. Her şeyi yoktan var eden Allâh’ın, kulunu Mîraç’a çıkarmasından daha kolay ne vardır ki? Bunu kabûl etmemek ancak selîm akıldan mahrûmiyetin bir göstergesidir.

Zavallı, ahmak ve bedbaht müşrikler, Mîraç hâdisesine de inanmamışlar, yine Allâh’ın Resûlü’nü alaya almışlardı. Artık Âlemlerin Efendisi’nin onların arasında olma nîmetini, yaptıkları yakışıksız hareketlerle tamâmen ellerinden kaçırmışlardı. Artık bu bü­yük nîmetin, kadrini bilmeyen Mekkelilerden geri alınmasının vakti gelmişti. Zîrâ onlar, şerefine yaratıl­dıkları bir Peygamber’e karşı akla hayâle gelmedik haksızlık ve nankörlükte bulunmuşlar, iyice haddi aşmışlardı.

Gerçekten, yapılacak tek şey kalmıştı: “Allâh’ın, Varlık Nûru’nu onların ara­sından çekip alması ve O’nun kadr ü kıymetini bilecek başka bir topluluğa ihsân buyur­ması!..”

Zâten Cenâb-ı Hak, Tâif yolculuğunun üzerinden fazla bir zaman geçmeden Kur’ân’a ve Resûl’e bey’at edecek mümtaz topluluğun ilk habercilerini bir grup hâlinde Sevgili Habîbi’ne göndermişti…

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR? HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V) HAYATI

HZ. MUHAMMED MUSTAFÂ (S.A.V.)

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.