İmamlık Yapması Mekruh Olan Kimseler

İmamlık yapması mekruh sayılan kimseler kimlerdir?

İmam, cemaat adına namaz kıldırdığı için, bir bakıma hem kendisi hem de cemaati için Cenab-ı Hakk’ın huzuruna durmuş olur. Bu yüzden onda bir takım inanç ve amel eksikliklerinin bulunması cemaatin namazını da etkiler.

İmamlık yapması mekruh sayılan kimseler şunlardır:[1]

1) Fâsık kimse: Farzları terkeden veya haram işleyen kimseye fâsık veya âsî denir. Namaza ait hükümleri bilse bile fâsığın imamlık yapması mekruh sayılmıştır. Ancak kendisi gibi olan bir topluluğa imamlık yapması caizdir. Fâsığın imamlığının mekruh oluşu şu hadise dayanır: Kadın erkeğe, bedevî muhâcire, fâsık olan, mü’mine imamlık yapmasın. Ancak Devlet başkanı, kişiyi kılıç veya kamçısı ile zorlarsa, bu durum müstesnadır.” [2] Bununla birlikte fâsık kimsenin kıldıracağı namaz sahihtir. Abdullah İbn Ömer (r.a)’in Haccac’ın arkasında namaz kılmaya devam ettiği nakledilir. Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva sahibi veya fâsık (fâcir) herkesin arkasında namaz kılın.” [3]

2) Bid’at sahibi olan kimse: Küfür ehli denmeyecek derecede bid’at sahibi kişi fâsık kimse gibidir. Bid’atçi, inancı ehl-i sünnet inancına aykırı bulunan kimse demektir. Bizim kıblemize yönelen kimseye, şüpheye dayalı bir bid’atten dolayı kâfir denemez. Fakat bid’atçı kişi, eğer dinde zarurî olan hususlardan birini inkâr ederse tekfir edilir. Allah Teâlâ’ya diğer cisimler gibi cisim demek, Hz. Peygamber’in, Ebû Bekir (r.a) ile arkadaşlık ettiğini inkâr etmek gibi. Çünkü bu durumda, “Arkadaşına (Ebû Bekr’e) korkma, şüphesiz Allah bizimle beraberdir, diyordu.” [4] âyetini inkar etmek söz konusu olur.

Fâsık ve bid’at sahibi bir kimsenin imamlığı tahrimen mekruhtur. Çünkü fâsık, dini işlerde ciddiyetten uzak ve lâübali olur. İmam Muhammed ile İmam Mâlik’e göre ise bunlara uymak temelde caiz değildir.

3) Gözleri görmeyen kimse: Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre gözleri görmeyen kimsenin imamlığı tenzihen mekruhtur. Çünkü böyle bir kimse, temizliğe yeteri kadar özen gösteremez. Ancak Hanefîler, cemaatin en bilgilisi olma durumunu bundan istisna etmişlerdir. Bu takdirde onun imamlığa tercih edilmesi daha uygun olur.

Şâfiîler ise kör olanın imamlığını kerahetsiz caiz görmüşler ve bir a’ma olan Abdullah İbn Ümmi Mektum’un (r.a) kimi zaman imamlık yapmasını delil getirmişlerdir.[5]

4) Cemaatin istemediği kimsenin imamlık yapması: Bir kimsenin kendisini haklı olarak kerih gören bir cemaate imamlık yapması tahrimen mekruhtur. Çünkü hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Kendisini istemedikleri halde, bir cemaate imam olup öne geçen kimsenin namazını Allah Teâlâ kabul etmez.” [6]

Fakat keraheti gerektiren bir hal veya imamlığa daha ehliyetli birisi bulunmadığı takdirde, cemaatin kerih görmesine bakılmaz. Çünkü bu takdirde cemaatin istememesi meşrû sayılmaz.

5) Namazı çok uzatmak: Namazın içindeki kıraat, tesbih, zikir ve duaları, sünnet miktarından fazla uzatmak mekruhtur. Cemaatin buna rızasının bulunup bulunmaması sonucu değiştirmez.

Ebû Hureyre (r.a)’den, Nebî (s.a.s)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Sizden birisi insanlara namaz kıldırdığı zaman hafif tutsun. Çünkü cemaat içinde zayıf, hasta ve yaşlı insanlar vardır. Kişi tek başına namaz kıldığı zaman istediği kadar uzatsın.” [7]

Diğer yandan imamın rükû, secde ve oturuşları, tesbih, teşehhüd ve duaların sünnete uygun bir şekilde tamamlanamayacağı kadar kısa tutması mekruh olduğu gibi, sonradan gelen cemaatin yetişmesi için rükûu uzatması da mekruhtur.

6) Hatalı okuyanın (lahn yapan) imamlığı: Anlamı bozmayacak derecede yanlış okuyanın, daha iyi okuyacak kimse varken imamlığı mekruhtur. “el-Hamdü” kelimesinde “dal”ı esre, “lillâh”deki “hâ”yi üstün okumak, “Rabbi’l-âlemîn”deki “be” harfini üstün okumak gibi. “Dâl”, “kaf” gibi harfleri açık olarak okuyamayan kimsenin imamlığı da mekruhtur.

7) Gayr-i meşrû çocuğun ve kölenin imamlığı da mekruhtur. Çünkü bunlarda bilgisizlik galiptir. Ancak bilgili oldukları takdirde imamlık yapabilirler.

8) Kadının kadına imamlığı kerahetle birlikte caizdir. Cemaat halinde imam olacak kadın, kadınların aralarında durur, saftan öne çıkmaz.

9) İmamın cemaatten en az bir arşın miktarı yüksek veya alçak bir yerde durup namaz kıldırması mekruhtur. Ancak kendisiyle birlikte cemaatten bir kaç kişi bulunması durumu müstesnadır.

10) Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf’a göre, açıktan okunan namazlarda cemaatin okuması tahrimen mekruh olduğu gibi, gizli okunan namazlarda da bu şekilde mekruhtur. Çünkü imamın kıraatı cemaatin kıraatı demektir. (bk. “Kıraat” konusu) Fakat İmam Muhammed, öğle ve ikindi gibi gizli okunan namazlarda cemaatin de kıraatte bulunmasını caiz görmüştür.

İmam Mâlik ve Ahmed İbn Hanbel’e göre, gizli okunan namazlarda, imama uyan da gizlice kıraatte bulunur. Diğer yandan imamın açıktan okuduğunu herhangi bir cemaat işitmezse, kendisi de kıraatte bulunur, bu vâciptir, fakat işitirse kıraatte bulunması caiz olmaz. İmam Şâfiî’ye göre, gizli okunan namazlarda, imama uyan, Fâtiha’dan başka âyetler de okur, açık okunan namazlarda ise, imama uyanın yalnız Fâtiha’yı gizlice okuması gerekir. Ancak Fâtiha’yı okuduğu takdirde, rekâtı kaçırma korkusu olursa, bu durum müstesnadır.

Dipnotlar:

[1] Kâsânî, age, I, 156 vd; İbn Âbidîn, age, I, 522-531; Şürünbülâlî, Meraki’l-Felah, 49; İbnu’l-Humâm, age, I, 247-249; İbn Kudâme, Muğnî, II, 193-198, 209-211; Zühaylî, age, II, 186 vd. [2] İbn Mâce, İkâme, 78. [3] Zeylâî, Nasb, III, 26-27; Şevkânî, Neyl, III. 162. [4] Tevbe, 9/40. [5] Şevkânî, age, III, 160. [6] Ebû Dâvud, Salât, 62; Tirmîzî Ebû Umâme’den şu hadisi nakletmiştir: “Üç kişi vardır ki, namazları kulaklarından öteye geçmez. Bunlardan biri de kendisini istemedikleri halde cemaate imamlık eden kimsedir.” bk, Şevkânî, age, III, 176. [7] Buhârî, İlim, 28, Ezân, 62; Müslim, Salât, 183-186; Tirmîzî, Salât, 61; Nesâî, İmâmet, 35.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İMAMLIĞA KİM DAHA LAYIKTIR?

İmamlığa Kim Daha Layıktır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.