Hz. Havva (a.s.) Nasıl Yaratıldı?

Yeryüzündeki ilk kadın, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’in (a.s.) eşi ve insanlık aleminin anası: : Hz. Havva (a.s.) nasıl yaratıldı?

Hazret-i Havvâ’nın, Âdem -aleyhisselâm-’dan yaratılışı ile alâkalı âyet-i kerîmelerde Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“Ey insanlar! Sizi tek bir nefsten (Âdem’den) yaratan, ondan da eşi (Havvâ’yı) yaratarak (yeryüzünde) ikisinden birçok erkek ve kadın var eden Rabbinizden sakının!..” (en-Nisâ, 1)

“Sizi tek bir nefsten (Âdem’den) yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşi (Havvâ’yı) yaratan O’dur...” (el-A’râf, 189)

Evvelce çeşitli vesîlelerle îzâh edilmiş olduğu üzere ezelde tek olan varlık, Cenâb-ı Hakk’ın kendisiydi. O’nun bilinmeyi murâd etmesi sebebiyle varlıklar ço­ğalmış, kesret âlemi denilen bu âlem vücûda gelmiştir. Bu, Allâh Teâlâ’nın kendi­sinin bilinmesine muhabbet etmesi sebebiyledir. Bundan dolayı, her varlığın yaratılış sâikı muhabbettir; husûsiyle Cenâb-ı Hakk’ın Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duyduğu muhabbettir. Bu hakîkate bir hadîs-i kudsîde işâret edilmiştir.[1]

Bu keyfiyet Âdem -aleyhisselâm- için de mevzu bahistir. Ancak bu muhabbet ve iştiyâkın kâmil hedefi, aslına, yâni ihlâsla kulluk yaparak Rabbine dönme temâyü­lüdür. Buna ise bir nevî hazırlık safhası kabîlinden bir başlangıç lâzımdı.

HER VARLIK ÇİFT YARATILMIŞTIR

Vahdeti yalnız kendisine münhasır kılan Allâh Teâlâ, bundan dolayı her var­lığı, mukâbil cinsiyeti ile birlikte çift yaratmış ve onlara birbirlerine karşı bir meclûbiyet ilkâ etmiş, aralarına bir câzibe koymuştur. Nitekim bu kâinât, zerrelerin, tânelerin, hücrelerin, bitkilerin, hayvan­ların, insanın ve maddenin, hattâ atom içindeki elektron ve proton gibi esrârlı unsur­lara kadar bütün eşyânın karakterlerine göre husûsî ve acâib bir çift yaratılış kânû­nuna tâbîdir. Nitekim âyet-i kerîmede:

 “Biz her şeyi çift çift yarattık. Umulur ki ibret ve öğüt alırsınız.” (ez-Zâriyât, 49) buyrulmaktadır. Bu, aynı zamanda varlığın aslına yâni Rabbine dönme meylinin tatmîni için de zarûr­îdir. Yâni kesret âlemi olan dünyadan, geldiği yer olan vahdet âlemine dönmek, hem tabiî ve hem de mecbûrî bir temâyüldür. İşte o vahdete bir köprü ve zemîn teşkîl etmek üzere, mukâbil cinsler arasında birbirlerine temâyül fıtrîdir. Aynı zamanda Allâh Teâlâ, bu keyfi­yeti, nesillerin devâmına da vesîle kılmıştır.

HAZRET-İ HAVVA'NIN YARATILMASININ HİKMETİ NEDİR?

Diğer taraftan Allâh’tan gelen insan, O’ndan uzak olduğu nisbette gur­bette demektir. Gurbet; yalnızlığı, çâresizliği, bunun neticesi olan melâli ve hüznü îcâb etti­rir, insanda bir avunma ve tesellî ihtiyâcı doğurur. Bu sebepten: “Yalnızlık Allâh’a mahsûstur!” denilmiştir. O’ndan gayrısının tesellî ve ilgiye ihtiyâcı vardır. Bütün bu fıtrî husûsiyetler, -cennet, bütün güzelliklerle dolu olduğu hâlde- Âdem -aleyhisselâm-’ın kendi cinsinden bir eş yaratılmasını istemesini gerekli kıl­mıştır. Böylece Leylâlar’la muhabbetin, nihâyette onları aşıp Mevlâ’ya intikâli sağ­layıcı bir köprü olma keyfiyeti gerçekleşmiştir. Bunun içindir ki, Leylâlar ile başla­yan muhabbet mâcerâsı, Mevlâ’da sükûn bulduğu nisbette mânâ kazanır. Aksi hâlde Leylâlar putlaşır, çetin imtihan kaybedilerek dünya bir aldanış mekânı hâline gelir. Leylâ, bir semboldür; îcâbında bir kadındır, makamdır veya paradır. An gelir nefsin diğer temâyüllerinden herhangi biri olabilir. Bu durumda kişi nefsini âdeta ilâh edinir.

CENÂB-I HAK HAZRET-İ ÂDEM'E BİR EŞ YARATTI

İşte bütün bu sebeplerle Cenâb-ı Hak, Âdem -aleyhisselâm-’a kendisiyle huzur ve sükûn bulacağı bir eş yaratmayı murâd etti. Bunun üzerine onun sol alt kaburga kemiğinden (eğe kemiğinden) bir filiz gibi, kendi nev’inden olan Hazret-i Havvâ’yı yarattı.

İbn-i Abbâs ve İbn-i Mes’ud -radıyallâhu anhümâ-’dan gelen bir rivâyete göre iblîs cennetten çıkarılıp Âdem -aleyhisselâm- oraya yerleştirildikten sonra, orada kendisiyle huzur bulacağı bir eşi olmaksızın yalnızca dolaşıyordu. Bu nîmetlere rağmen Rabbinden bir eş talebinde bulundu. Birgün uykusundan uyandığında başucunda sol eğe kemiğinden yaratılmış bir hanım gördü ve ona:

“–Sen kimsin?” diye sordu. O da:

“–Bir kadınım.” dedi. Âdem niçin yaratıldığını öğrenmek isteyince de:

“–Allâh beni, senin benimle huzur ve sükûna ermen için yarattı.” dedi.

Canlı, hayat sâhibi mânâsına gelen Havvâ’ya bu isim, “hayy” yâni “diri” olan Âdem’den yaratılmış olmasından dolayı verilmiştir. (Taberî, Târih, I, 103-104)

"KADINLARA KARŞI İYİ DAVRANIN"

Buhârî’nin nakline göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kadınlara iyilikle muâmele edin, zîrâ kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri kısmı üst tarafıdır. Onu düzeltmeye çalışırsan kırılır, kendi hâline terkedersen, devamlı eğri kalır. O hâlde kadınlara karşı iyi davranın.” (Buhârî, Enbiyâ, 1) buyurmuştur.

KADINLARDA DUYGU DÜNYASININ ZENGİNLİĞİNİN SEBEBİ

Cenâb-ı Hak, kadını duygu bakımından erkeğe göre daha zengin yaratmıştır. Âyet-i kerîmede çocuğun yaratılışının başlangıcı beyân edilirken, erkekten gelen kısmın “sulb: bel kemiği” civârından, kadından gelen kısmın ise “terâib: kalbin yakınında bulunan ve bir his merkezi olan göğüs kemikleri” arasından çıktığı bildirilmektedir.[2] Bu, kadının zengin bir hissiyat dünyasına sâhip olduğuna işâret etmektedir. Bu duygu ve his zenginliği, kadına Allâh’ın yüklediği bir temel vazîfenin îcâbıdır ki o da, neslin muhâfazası ve terbiyesidir. Bu sebeple onlara iyi davranılmalıdır. Baba, evlâda anne gibi bakamaz; altını değiştiremez, onun için uykusunu terk edemez. Evlâd sele kapılsa anne arkasından kendisini fedâ ettiği hâlde, erkek bunu yapamaz. Anne devamlı evlâdının çilesi, kaygısı ve muhabbeti içinde yaşar. Onu dokuz ay karnında, iki yıl kucağında, bir ömür boyu ise kalbinde taşır. Evlâd yemese, içmese annenin huzuru kaçar. O ağlarsa anne de ağlar. Bu sebeple anne hakkı ödenemez.

Cenâb-ı Hak, Havvâ anamızı yarattıktan sonra şöyle buyurdu:

“Ey Âdem! Sen ve zevcen, cennette yerleşip dilediğiniz yerden yiyin! Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zâlimlerden olursunuz.” (el-A’râf, 19)

Böylece eşref-i mahlûkât olan insanın hayat ve imtihan mâcerâsı başlamış oldu.

Dipnotlar:

[1] Hadîs-i şerîf için bkz. sf. 52-53. (Mizanpajdan sonra düzeltilecek.)

[2] Bkz. et-Târık, 6-7.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • şimdi anlatılanlara göre Hz Adem yaratıldıktan sonra cennete konuldu ancak Hz Havva ise cennette yaratıldı. dolayısı ile cennetten kovulan Adem (as) ama hicret etmek zorunda kalan ise Hz. Havva diyebilir miyiz?

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.