Himmet mi Gayret mi?

Tasavvufî bir terim olarak himmet, maddî-manevî bütün alâkalardan sıyrılarak, dünyevî zevkleri, manevî hazları ve Cennete ait lezzetleri hatırdan çıkararak, bir zarûret hissiyle Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ve ilticâda bulunmak demektir. 

Kelime olarak himmet; kalbi, irâdeyi, duygu ve düşünceyi bir noktaya yoğunlaştırıp, tek hedefe yöneltmek demektir. “Hemm” kökünden türetilmiş Arapça bir kelime olup, iyi veya kötü herhangi bir işe yönelmeye “Hemm”, iyilik ve güzelliklere yönelmeye de “Himmet” denilmiştir. Özenmek, önemsemek, hayrını istemek, bir şeyin olmasını candan dilemek ve o iş için yoğun çaba sarf etmek, kastetmek, bir husûsa konsantre olmak, çalışıp çabalamak, emek vermek ve bir işe dört elle sarılmak gibi manalarda da kullanılır.

Tasavvufî bir terim olarak himmet, maddî-manevî bütün alâkalardan sıyrılarak, dünyevî zevkleri, manevî hazları ve Cennete ait lezzetleri hatırdan çıkararak, bir zarûret hissiyle Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ve ilticâda bulunmak demektir. Bu manada himmet, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelmesi, kalbini istîlâ edebilecek her türlü gaflet ve dikkat dağınıklığından kendisini koruyarak Hakk’ın rahmet ve inâyetine sığınması ve yapacağı işe yoğunlaşmasıdır.

KİŞİNİN HİMMETİ DAĞLARI YERİNDEN SÖKEBİLİR

Dikkat dağınıklığı, konsantre olamama, uzun süre bir konu veya işe odaklanamama ve dikkati teksif edememe gibi durumlar, günümüzde oldukça artmıştır. Odaklanamama krizinin önemli sebeplerinden biri, beyin ve zihin sistemimizin, aşırı şekilde uyarı bombardımanına (medya, internet, tv, reklâm vs.) ma’rûz kalması ve önemli olanla-olmayanı, ihtiyaç olanla-olmayanı ayırt edemeyecek kadar seçme, önceleme, sınıflama ve sıralama yeteneğini kaybetmesidir. Bu reklâm ve iletişim bombardımanı karşısında, yaratılıştan sâhip olduğumuz algıda seçicilik ve tercîh kapasitemizin yetersiz kalması, elimizden alınması ya da büsbütün çökmesi söz konusudur.

Bir işte başarı yolu, kişinin zamanını, dikkat ve enerjisini enine-boyuna sâdece o konuya teksîfine bağlıdır. Psikolojide kişinin dikkatini, merak hissini, algılama ve öğrenime yönelik enerji kaynaklarını ve zamanını, hedeflediği şeye yoğunlaştırması “odaklanma” olarak tanımlanır. Dikkat, enerji ve zamanı bir şeye odaklamaya karar vermek, aynı zamanda bir şeylerden vazgeçmek ve bazı şeyleri ihmâl etmek anlamına gelir. Kişi hangi iş ve projeye odaklanacağına karar verdikten sonra, hayatta nelerden vazgeçtiğinin farkında olmalı ki sonunda pişmanlık duymasın. Bunların sağlıklı yapılabilmesi için kişi; enerji kaynaklarının, algı ve idrâk kapasitesinin farkına varmalı ve bunları hedefleri doğrultusunda yoğunlaştırmayı bilmelidir.

“Kişinin himmeti, dağları yerinden söküverir.” deyimini; Şâir Bâkî:

“Bir mes’ele-yi meşhûrdur dağlar dayanmaz himmete

Himmet-i merdân ile âsân olur her müşkil iş.” şeklinde ifâde eder.

İNSANIN İRADESİNİN HAKKINI VERMEK

“Babadan himmet, oğuldan gayret” atasözü ancak emek, gayret ve ciddiyetle desteklenen yardım isteğinin kabul göreceğini vurguladığı gibi, himmet bulmanın gayrete bağlı olduğunu belirtmekte ve himmet ile gayret arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. Bu zâviyeden himmet, kula nisbetle, çalışma ve gayret; Cenâb-ı Hakk’a nisbet edildiğinde ise, kulun ortaya koyduğu çabaya rahmet ve inâyetle mukâbelede bulunma mânâsına gelmektedir.

Kavram olarak himmet; “kulun kendisini veya başkasını bir hayra ulaştırmak, bir şerden korumak veya bir kemâli elde etmek için maddî-ma’nevî potansiyel bütün gücünü kullanarak kalbiyle Cenab-ı Hakk’a yönelmesi.” şeklinde de tanımlanır. Genellikle velîlerin ve kâmil mürşidlerin himmeti denilince; onların teveccühü, ma’nevî tasarrufu, nazarı, feyzi, sohbeti ve duâları ile muhâtaplarında bıraktıkları etki kastedilir.

İster kelime, ister terim olarak himmet, bir insanın irâdesinin hakkını vererek, potansiyel gücünü, Allah’ın emirleri ve ’in sünnet-i seniyyesi istikâmetinde geliştirme gayretidir. Himmet; samîmî niyyet, güçlü irâde, dâimî gayret ve sürekli çıtayı yükselterek yürüme, gözü yukarılara dikme, daha yüksek hedeflere doğru ilerleme çabasıdır.

Bazı mutasavvıflarca himmet kâmil mürşidlerin teveccüh ve tasarrufu, kendi kalb ve rûhunda tecellî eden ahvâli, samîmî gönüllere kâli, hâli, sohbeti ve nazarı ile aktarması anlamında açıklanmıştır. Bazen bir hak dostunun nazarına mazhar olmak, onun elini tutmak ya da sohbetinde onlarla aynı ortamı paylaşmak bile husûsî teveccühlere nâil olmak için önemli bir fırsattır. “Güneşin ham meyvayı olgunlaştırdığı gibi mürşidlerin nazarı da mürîdlerini olgunlaştırır.” denmesi buna işâret eder. Dolayısıyla, onlardan muhâtaplarına yansıyan yakîn, ma’rifet, mevhibe gibi bütün nimet ve inâyetler de bir çeşit himmettir. Bu îtibarla, dünden bugüne “Mürîdden hizmet, mürşidden nefes.” denmiş; “Teveccüh et ki teveccüh bulasın.” ihtârında bulunulmuş; haklarında hüsn ü zan besleyerek teveccühte bulunanlara hak dostlarının teveccühle karşılık vereceği ve bunun ilâhî inâyetlere sebep olacağı hatırlatılmıştır.

ilimhikmetirfan2

HİMMETİN KIYMETİ NEDİR?

İbnü’l-Arabî, himmeti; insanın kalben dileyip temennî ettiği şeye ciddiyetle yönelmesi ve onu ölesiye bir arzû ile dilemesi, hattâ ondan başka bütün istek ve dileklere karşı tamamen kendini kapatarak, sadece ve sadece onun üzerinde yoğunlaşması şeklinde yorumlayarak böylesi ciddî bir gayrete “irâdî himmet” veya “cem’-i himmet” demiştir. İşte dağları yerinden söken, ırmakların akışını değiştiren himmet bu himmettir. Sûfîlerin mâsivâya takılıp kalmama adına himmeti özellikle tavsiye etmelerinin sebebi budur. “Cenâb-ı Hakk’la ma’iyyet” sırrına (Allah’la berâber olma şuûruna) sıradan bir cehd ve gayret, dağınık bir dikkatle değil, ancak yüksek bir himmetle ve kâmil bir motivasyonla ulaşılabilir. Böylesi bir konsantrasyon yaptığımız işe verdiğimiz önemi gösterdiği kadar, dünyevî ve uhrevî işlerde elde edeceğimiz başarıyı da ifâde eder. Himmeti, gayreti ve ciddiyetiyle, insana açılmaz gibi görünen kapılar açılıverir; en girift bilmeceler çözülüverir. “Besmelesiz başlanan iş bereketsiz olur.” anlamındaki hadîs-i şerîf, dikkatin toplanmasında, enerjimizin başlanan işe yoğunlaşmasında, işin bilerek ve aklı başında icrâsında “Besmele”’nin sembolik fakat başarı için oldukça önemli olduğunu gösterir.

Himmet aynı zamanda Allah yolunda ve O’nun rızâsı istikâmetinde, emrettiklerini dert edinme, o dertlerle yoğrulma, gâyesi doğrultusunda çileyi ve ızdırâbı seçip kolaycılığı terk etme gibi yüce duyguları ifâde eder. Takılıp yollarda kalan, düz yolda bile tereddüt ve şaşkınlık yaşayan, bağımlılıklarının ve alışkanlıklarının esîri olanlar, yiyip içip yan gelip yatan, mes’elesiz ve çilesiz insanlar yanında gerçek himmet sâhiplerinin, bu dünyâda olmasa da öte dünyâda enbiyâ ve sıddîklerle birlikte haşr edilecekleri muhakkaktır. Zîrâ bir cehd, himmet ve gayretin kıymeti, neticesinden daha çok güzelliğine ve yüceliğine bağlıdır. “Himmetin yüceliği imandandır; bir insanın kıymeti, himmeti nisbetindedir.” buyurulurken, himmet ve gayret ehline sürekli peygamberlerin ufku gösterilmiş, “İbnü’l-vakt ve Ebü’l-vakt” anlayışı ile senelerin sâniyelere sığdırılması tavsiye edilmiştir.

Abdülkadir Geylânî ise himmeti: "Nefs için dünyâ, ruh için ukbâ endişelerinden sıyrılmak, kalb içinse bütün mâsivâdan alâkayı kesmek." şeklinde tanımlar. Bu mânâlar dikkate alındığında, her insanın kimisinin dünyevî, kimisininse uhrevî hedeflerinin olduğu görülür. Dolayısı ile kişinin değerini, gayretini yönettiği gâyesine göre değerlendirmek gerekir. “Âhiri düşünerek yaşayan âbâd, ahırı düşünerek yaşayan ber-bâd olur.” diyen Hz. Mevlânâ konunun bu yönüne işâret etmiştir.

YÜCE MAKAM

“Farz ve nâfile ibâdetlerle bana yaklaşan kulumu sevdiğim zaman, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı ben olurum. O benimle görür, benimle işitir, benimle tutar, benimle yürür. Bana sığınırsa onu himâye ederim. Benden bir şey isterse kendisine veririm.” Hadîs-i kudsîsi dikkate alındığında Hakk’la bakan göz, Hakk’la tutan el, Hakk’la yürüyen ayak ve Hakk’la duyan kulağın nelere güç yetireceğini iyi düşünmek gerekir. “Göz oldur ki Hakk’ı göre, Kulak oldur ki Hakk’ı duya, Yol odur ki doğru vara.” derken Yûnus bu gerçeği ne güzel ifâde etmiştir.

Bu husûsu Fahreddîn-i Râzî Mefâtîhü’l-ğayb’ında “Bir insan büyük bir bağlılık ve samîmiyetle Allah’a itâate devam ederse, Allah’ın, onun gören gözü ve işiten kulağı ben olurum buyurduğu yüce bir makâma yükselir. Allah’ın celâl nûru kul için bir kulak olunca, o yakını işittiği gibi uzağı da işitir. Bu nur onun için bir göz olunca, yakını gördüğü gibi uzağı da görür. Ve yine bu nur kul için bir el olunca, o elin zora, kolaya, yakındakine, uzaktakine, her şeye gücü yeter.” diye açıklar. “Mü’minin ferâsetinden sakınınız! Çünkü o Allah’ın nûru ile nazar eder.” Hadîs-i şerîfini de bu doğrultuda yorumlamak gerekir.

DUA VE HİMMET

Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî (k.s.)’nin, kendisinden neslinin devamı için duâ ve himmet isteyen Akka vâlisi Abdullah Paşa’ya verdiği cevap dikkat çekicidir:

“Biz kendimizi himmet ehli görmüyoruz. Ancak, öyle olsa bile, istenilen şeyin kazâ-i mu’allak (meydana gelmesi sebeplere bağlı bir kader) olduğu anlaşılmadan himmet kullanılamaz. Kesin ve değişmez kader anlamındaki (kazâ-i mübrem)’i, değil velîler, peygamberlerin himmeti bile değiştiremez. Onun sonucuna rızâ gösterip Allah’a teslim olmaktan başka çâre yoktur.” derken himmetin çerçevesini çizmektedir. Unutulmamalıdır ki, mürşidlerin himmeti, müridlerin gayret ve samîmiyetine göre tecellî eder.

Kaynak: Prof. Dr. İrfan Gündüz, Altınoluk Dergisi, Ekim 2015, 356. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.