Geçmiş Namazların Kazası (Şafii Fıkhı)

Şafii mezhebine göre geçmiş namazların kazası nasıl eda edilir? Şafii fıkhında namazın kazasına ilişkin hükümler...

Büluğa ermiş olan müslüman kişi her namazı vaktinde kılmalıdır. Namaz kılmakla yükümlü olan kişilerin, farz namazlarını vakitleri içinde kılmaları vaciptir.

  • Namazın vaktinde kılınması edadır.
  • Bir kusur nedeniyle vakit içindeyken namazın tekrar kılınması iâde
  • Vaktinde eda edilmemiş namazın daha sonra kılınması kazadır.

Dinen geçerli bir mazereti olan kişi, namazı vaktinde kılamadığı için günahkâr olmaz. Lâkin mazereti ortadan kalktıktan sonra, örneğin, ameliyat olan, namazını unutarak veya uyanamayarak vaktinde kılamayan kişinin bu namazını en kısa zamanda kaza etmesi gerekir.

Dinen geçerli mazereti olmayan kişinin, namazı vaktinde kıl­maması büyük günahtır. Bu günahtan kurtulmak için kaza etmenin yanı sıra, böyle bir günahı bir daha işlememeye söz vererek tövbe etmesi de gerekir.

Farz namazlar eğer bir mazeret dolayısıyla kazaya bırakılmışlarsa, fırsat doğunca acilen kaza edilmeleri mendup, tehirli olarak kaza edilmeleri va­ciptir. Ama mazeret olmaksızın kazaya bırakılmışlarsa, fırsat doğunca acilen kaza edilmeleri vaciptir.

Oyun ve eğlenceye dalma gibi bir meşguliyetten ötürü unutup namazı geciktiren kişi mâzur sayılmaz; geciktirdiğinden dolayı gü­nahkâr olur.

Hayız ve nifas durumundaki kadınlar namaz kılamazlar ve daha sonra da bu namazlarını kaza etmezler. Deliren, bayılan veya kendi fiilinin bir sonucu olmaksızın sarhoş olan kimseler de aynı hükme tâbidirler. Bu kişilerin durumu bir namaz vakti veya daha fazla sürdüğünde bu hallerinde kılamadıkları namazlarını kaza etmezler.

Dinden çıkan kişinin tekrar dine dönünceye kadar geçen süre boyunca kılmadığı namazları üzerinden kalkmaz. Tekrar İslâm'a döndüğü takdirde namazlarını kaza eder.

Vakit namazı geçecekse önce vaktin namazı eda edilir, sonra kaza ile meşgul olunur. Cuma hutbesi esnasında kaza borcunu hatırlayan kişi, Cuma namazı kılındıktan sonra kazasını kılabilir.

I. Namazı Vaktinde Kılmamanın Vebâli

Namaz için en mühim hususlardan biri de, onun vaktinde kılınmasıdır. Kuran-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: “Şüphesiz ki namaz, müminler üzerine vakitleri belli bir farz kılınmıştır” (Nisa 103)

Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e: “Amellerin en fazîletlisi hangisidir?” diye sorulmuş, O da cevâben: “Vaktinde kılınan namaz”[1] demiştir.

Namazı vaktinde kılmayıp terk etmiş olan kimse ile şirk ve küfür arasında bir engel kalmaz, îmanı tehlikeye girer. Nebî -aleyhisselâm-, "Kişi ile küfre düşmek arasında namazı terk etmek vardır"[2] buyurmuştur.

Vaktinde kılınmayan farz namaz, yükümlünün zimmetinde kalır. Bu zim­metten kurtulmak için bir an önce kaza edilmesi gerekir. Bununla ilgili olarak Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz uyuyakalır veya dal­gınlığa kapılır da bir namazı vaktinde kılamazsa, hatırladığında o namazı kıl­sın.”[3]

II. Namazın Kazasına İlişkin Hükümler

Hangi surette kazaya kalırsa kalsın, unutarak ve uyuyarak olsun veya özürsüz olarak kazaya kalmış olsun bir kimsenin bu namazlarını kaza etmesi gerekir.

Kaza namazları için belli bir vakit yoktur. Her zaman kılınabilir. Ancak Cuma hutbesi esnasında kaza kılınmaz, kılınırsa geçersizdir. Ayrıca uygun vakti olmasına rağmen kerahat vaktini bekleyip kasden bile bile bu vakittte kaza kılmak uygun karşılanmaz ve böyle kılınan kaza namazı geçerli olmaz.

Farz namazlardan önce ve sonra kaza namazı kılınabilir. Zimmetinde (üzerinde) sayısını bilmeyecek kadar çok sayıda kaza namazı bulunan bir kişi, zimmetinden kurtulduğuna kesin olarak kanaat getirinceye kadar kaza namazı kılmaya devam eder.

Şâfiî Mezhebi'ne göre geçim sağlamak için çalışmak, yemek yemek, uyumak, farz-ı ayın olan ilmî tahsil etmek gibi mazeretler dışında kaza namazlarını geciktirmek caiz olmaz. Zimmetinde acilen kılınması gereken bir kaza namazı bulunan kişinin, bu namazı kaza etmeden nafile namazlarla meşgul olması haramdır. Üzerinde birikmiş kaza namazı borcu olan bir insanın, bu namazları kılıp borcundan kurtuluncaya kadar beş vakit namazların revâtib sünnetleri ile meşgul olması bile mekruh kabul edilir. Çünkü bir an önce kazaların kılınıp bitirilmesi gerekir. Kısacası kaza borcu olan kimselerin, sünnet kılacak kadar zaman bile kaza borçlarını geciktirmeleri câiz değildir. Kaza borcu bitince sünnetler edâ edilmeye başlanır.

Huşûlu olarak namazlarını kılıp tertip sahibi olarak bu dünyadan ayrılan üzerinde Allah ve Rasûlünün zimmeti söz konusu olacak ve bu durum cennete girmeyi kolaylaştıracaktır. Tertip sahibi, ilk önce kazaya kalan namazdan itibaren sırasına göre namazı (sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı gibi) kaza etmelidir.

Şafiî mezhebine göre, az olsun çok olsun kazâ namazları arasında tertibe uymak lazımdır. Kazaya kalmış namazları tertipli olarak ve vaktinin geçeceğinden korkmadığı zaman vakit namazından önce kılmak gerekir.

Bir özürden dolayı namazlar kazaya kalmışsa bu durumda tertibe riayet etmek sünnettir. Mazeretsiz olarak kazaya kalmışlarsa, bunlar için tertibe riayet etmek ise vâcibtir. Kaza borcu olan bir Şafii, cemaatle kılınan nafile namazlarda kaza namazına niyet eder. Örneğin; terâvih kılınırken sabah namazının farzını kaza etmeye niyet eder. Tertip üzere namaz kılan kişi üç veya dört rek’atlı bir kaza kılacaksa, cemaat iki rek’at kılıp selam verdiğinde, ayağa kalkıp tek başına geri kalan rek’atları tamamlar.

Öğlenin farzını daha önce kılan veya tertip sahibi olan kişi, sabah namazının kazasını öğle namazını kıldıran bir imamın arkasında kılmak isterse, imam üçüncü rek’ata kalktığı zaman dilerse imamdan ayrılır ve selam verir, isterse imamı bekler ve imam iki rekat kıldıktan sonra onunla beraber selam verir. Beklemesi daha evlâdır.

Kaza namazını kılarken günlerini belirtmeye gerek yoktur. Kaza etmeye niyet edilen namazı sadece sabah, öğle, ikindi veya akşam namazı şeklinde belirtmek yeterlidir. Yani "Niyet ettim Allah rızası için kılmadığım ilk sabah namazını kılmaya” şeklinde niyet edilir.

Mukim iken kazaya kalan dört rekatli namazlar yolculuk esnasında kaza edilecek olsa dört rek’at olarak kaza edilir. Yolculuk sırasında kazaya kalan dört rek’atlı farz namazlar seferi iken kılınacak olursa iki, mukim iken kılınacak olursa dört rek’at olarak kaza edilir.

Beş vakit farz namazlar için ezan sünnettir. Bu namazlar kazaya kalmış olsalar bile aynı hükme tabidirler. Bir kimsenin üzerinde kalan birçok kaza namazını peşpeşe kaza edecekse, bunların ilki için ezan okuması tümü için yeterli olur. Her farz için ayrı kamet getirmek de sünnettir.

Kazâ namazı geceleyin kılınırsa kıraat sesli, gündüz kılınırsa sessiz yapılır. Meselâ öğle namazını geceleyin kaza eden kişi, kıraatini sesli yapar. Akşam namazını gündüzleyin kaza eden kişi ise kıraatini sessiz yapar.

Farz namazlara bağlı nafilelerle kuşluk ve bayram namazları gibi namaz­ların vakitlerinde kılınmadıkları takdirde kaza edilmeleri menduptur. "Sizden biri uyuyakaldığı veya unuttuğu için namazı vaktinde kılamazsa, hatırladığında onu kılsın."[4] buyuran Sevgili Peygamberimiz, kendisi de öğle namazının son sünnetini vaktinde kılamadığı için, ikindiden sonra kaza etmiştir.[5]

Kazaya kaldığı gün zevâl vaktine kadar sabah namazının sünnetinin sabahın farzından önce kazasını kılmak müstehaptır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz seferde iken vaktinde uyanamadığı için kılamadığı sabah namazını, uyandığında sünneti ile birlikte kaza etmiştir.[6]

Vakti geçtikten sonra vitri kaza etmek sünnettir. Vakti çıksa bile, teravihin mutlak olarak kaza edilmesi gerekir.

Güneş ve ay tutulması namazları gibi belli bir vakti olmayan nafileler kaza edilmezler. Kılmaya başlandıktan sonra herhangi bir sebeple bozulan nafile namazı daha sonra kaza etmek vacip değildir.

Dipnotlar:

[1] Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 5

[2] Müslim, iman 134; Ebu Davud, sünnet.

[3] Müslim. Mesâcid, 56

[4] Buhârî, Mevâkitü's-Salât, 37; Müslim, Mesâcid, 314

[5] Buhârî, Mevâkitü's-Salât, 1

[6] Müslim, Mesâcid, 680; Ebû Davud, Salât,11

Kaynak: Hasan Serhat Yeter, FIKIH 1 (Şafii Mezhebi), 2017

İslam ve İhsan

ŞAFİİ MEZHEBİNE GÖRE NAMAZ NASIL KILINIR? HANGİ DUALAR OKUNUR?

Şafii Mezhebine Göre Namaz Nasıl Kılınır? Hangi Dualar Okunur?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.